Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
Ergenekon davası ve ortaya çıkan kamplaşma üzerine
17.12.2012
3097

 Dört yıldır devam eden Ergenekon davası kültürel yapımızda giderek belirginleşen fay hattı üzerinde ortaya çıktığından toplumsal bir kamplaşmaya yol açtı.

Geçmişte gerçekleşmiş ya da gerçekleşmemiş darbeler kendilerince “meşru” bir kültürel zeminden güç aldılar. Bu zemin Türkiye Cumhuriyeti’nin askerlerin liderliğinde kurulmuş olması ile yakından ilgili. Siyasal sistem içinde çözülmekte zorlanan bazı sorunların darbelerin açtığı yolda daha kolay çözüldüğünü de kabul etmek gerekir. Örneğin 60, 70, 80 darbelerinin arkasından hep bir eğitim reformu gündeme geldi.

Sistemin çevre ülkeleri ile rekabet edebilecek şekilde açık bir sistem haline gelmesinde, ekonomik ve siyasal yaşamın dönüşmesinde askeri vesayet dönemi içinde yer almasına karşın (bu vesayetin bir bakıma giderek sulanmasına da yol açan) Turgut Özal döneminin önemli bir rol oynadığını kim inkâr edebilir?

Mesleki eğitim ile ilgili atılan köklü adımlarda 12 Eylül’ün arkasından toplanan 10. Milli Eğitim Şurasında (1981) alınan kararların, 1986 yılında çıkarılan Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu’nun önemli payı var. Bugün “Anadolu Kaplanları” olarak adlandıran sermaye gruplarının ortaya çıkışında da 1983’lerden itibaren kentlerde oluşturulmaya başlanan organize sanayi bölgelerinin önemli payı var.

Çağdaş devlete götüren adımları, gelenekten gelen ayak bağlarından kurtuldukça atabiliyoruz. Ancak kabul edelim ki,  bu ayak bağlarından kurtulacak adımları da sonuçta ancak geleneğin açtığı yolda bulabiliyoruz. Modernleşmemizin kendine özgü doğası bu! Neden Ergenekon davası gibi onca uğursuzluğu def etmeye dönük bir girişim, bir dizi uğursuzluğu da içinde barındırıyor? Çünkü geçmişimizle bir biçimde malulüz. Siyasal yaşantımızın iki adım ileri, bir adım gerilerden oluşması hep bu yüzden.  

Neden bu dava toplumumuzda kamplaşmaya yol açtı?

Çünkü bu davanın taraflarından biri gelecekten kuşku duyuyor,  eskinin siyah-beyaz huzurunu arıyor, gelecek tasavvurlarına tümüyle kayıtsız kalamasa da yüzünü geleneğin geçmişe bakan yönüne çeviriyor. Diğeri ise onca belirsizliğine rağmen gelecekten gene de umutlu, geleneğin ayak bağlarından kurtulmak istiyor, henüz geleneğin alışkanlıklarından tümüyle kurtulamasa da, kendi içinde bin bir çatışma yaşasa da yüzünü geleceğe dönüyor.

Yüzünü geçmişe dönüp de Ergenekon Davasının arkasında duranlar şu soruların cevabını bir şekilde vermek zorundalar:

Başlangıçta oyun tümüyle askeri olanın kontrolü altındayken, nasıl oldu da ayağının altındaki toprak yavaş yavaş kaydı, ipler teker teker elinden kurtuldu?

Onca baskı, zor kullanma, şiddet, tehdit nasıl oldu da işe yaramadı?

Faili meçhul ilan edilen onca cinayet, baskın, bombalama, siyasi rakibin üstüne yıkılmaya çalışılan onca terör eylemi, andıçlamalar, fişlemeler, suçlananların bölgelerinde evlerinde ortaya çıkan çuvallar dolusu belge, bulgu, dosya, silah, bomba ne olacak? Yargıçlar affetse de bunlar nasıl unutulacak, nasıl unutturulacak?

Silivri sanıklarının arkasında durup bunca belge ve bulgunun delil sayılamayacağını vaaz edenler; delil karartıcılar, odun yarıcının “hınk deyicileri” bunca cinayet, olay, belge ve bulgunun kimler tarafından üretildiğini ya da yaratıldığını da göstermek zorunda değiller mi?

Bütün bu sorulara cevap bulmadan vicdanlar nasıl rahatlayacak?

Öte yandan yakın geçmişten gelen ayak bağlarından kurtulmaya çalışır izlenimi veren “derin devlet” avcıları da şu sorularını vermek durumundalar.

Daha uzak geçmişin dili, yöntemi, tekniği kullanılarak toplumdaki farklı hak arayışları baskı altında tutulurken; farklı toplumsal kesimlerin inançları ötekileştirilir, yeni mağduriyetler yaratırken; derin devletin yeni biçimlerinin ortaya çıktığına, kadim velayet kültürü içinde kurumsal yapıya yeni bir biçim verilmeye çalışıldığına dair emareler ortadayken çağdaş devlet olmanın yolu nasıl açılacak?

 Sözümü Çetin Altan hikâyelerinden esinlenerek yeniden kurguladığım bir hikâye dayanarak vereceğim bir mesajla bitirmek istiyorum.

Ülkenin birinde sürülerine hâkimiyeti ile öğünen iki kurtarıcı çoban varmış. Devlete olan muhabbetleri yüzünden birbiri ile sürekli didişir dururlarmış. Yorgun düştükleri bir gün, çobanlardan biri diğerine: ”Tamam” demiş, “madem devlete benden daha çok âşık olduğunu iddia ediyorsun, sürüne bu kadar güveniyorsun bunu kanıtla” demiş. “Kanıtla ki güzeller güzeli devleti sana bırakayım”. “Nasıl olacak bu?” demiş öbürü. “Sürüne üç gün üç gece tuz yalatacağız” demiş beriki “Bu süre içinde sürün susuz kalacak, bir damla da olsa su içmeyecek. Üç gün sonra kavalı eline alacaksın, sürüyü dereden geçireceksin. Koyunların kavalından çıkan nameye aldanıp bir yudum dahi su içmeden dereyi geçerlerse söz” demiş, “devlet senin”.

Kavalından çıkaracağı nameyle sürüsünün aklını başından alacağına iman etmiş çoban, “tamam demiş”.

Koyunlara üç gün üç gece tuz yalatmışlar, bir damla bile su vermemişler. Büyük gün gelmiş çatmış. Çoban kavalını eline almış, sürüsünün önüne geçmiş. Kavaldan çıkan name öyle yanıkmış, koyunları öyle mest etmiş ki dereninin şırıl şırıl akan sesini bile duymamışlar. Ta ki derenin ortasına gelene kadar, derenin ortasında bir kara koyun, birden kavalın aldatıcı namelerinin arasından ihtiyacı olan gerçeğin o duru sesini fark etmiş. Başını kaldırmış, “koyunlar demiş uyanın, duyduğunuz çobanın devlete aşkıdır, duyduğunuz nameye aldanmayın. Sizin ciğerinizin yanıyor” demiş. “Onun devlete duyduğu aşka, sizin ise suya ihtiyacınız var. Yaladığınız onca tuz aşkına uyanın” demiş. “Etrafınızda şırıl şırıl akan şu berrak gerçeğe bakın, suyunuzu kana kana için, ciğerinizin yangınını söndürün!” demiş.

Çobanların şaşkın bakışları altında koyunlar kara koyunun sesiyle kendilerine gelmişler. Gelmişler de, kendilerine yalatılan onca tuzun acısını derenin ışıl ışıl akan berrak suyunu kana kana içerek bir güzel çıkartmışlar.

Sizce de gerçeğin üstünü örten aldatıcı namelere artık kulak tıkama zamanı gelmedi mi?  Yaladığımız onca tuzun acısını, gerçeğin suyunu kana kana içerek çıkartmanın zamanı gelmedi mi?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar