Aydın Selcen
Milletvekillerimiz hepimizin vekilleri. Bir kere seçilip meclise geldiklerinde tüm yurttaşların yönetimde egemenliğini temsilen koltuklarına oturuyorlar. Yakalarında hangi partinin rozetini taşıdıkları, hangi ilin hangi seçim bölgesini temsilen seçildikleri artık o dönem için bizleri (kağıt üzerinde) ilgilendirmiyor.
Dolayısıyla meclis basılsa, herhangi bir milletvekili herhangi bir yerde bir şiddet eylemiyle karşılaşsa, kürsüde konuşurken sözü kesilse, haksızlığa uğrasa vb. tüm durumlarda hepimizin, tüm yurttaşların egemenliği sakatlanmış oluyor. Basitçe bunun için, herhangi bir darbe veya kol bükme girişimi, vesayet denemesi olduğunda kendine “demokratım” diyen her yurttaş buna kendiliğinden karşı çıkıyor.
Türkiye’nin herhangi bir yerinde herhangi bir seçilmiş yöneticinin hele bir il veya büyükşehir belediye başkanının yerine içişleri bakanı tarafından (çoğunlukla o il valisinin) kayyım atanması seçmenin iradesinin devlet eliyle gaspı. Ama o beldedeki yalnızca o başkana oy vermiş seçmenin iradesinin gaspı değil. Hepimizin ulusal egemenliğine yönelik bir darbe.
Daha önce “terörle mücadele” ve “barış süreci” stratejileri ve kavramları üzerine burada yazmıştım. Bunların her ikisinin anayasa ve yasalar çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini, ortada bir demokrasi iddiası varsa halen, anımsatmaya gerek yok.
Ancak kayyım atamak konusuna ilişkin bir başka boyuta da dikkat çekmek isterim. Dünyada “war on terror” anlayışıyla “terörle mücadele” çoktan demode oldu, gündemden kalktı. Bizdeyse yurtiçinde ve sınırlarımızın ötesinde yapılanlara bakılınca yöntem olarak “terörle savaşa” tam yol devam edildiği açıkça görülüyor. Oysa “savaş” ilan edilince karşınızdaki “düşman” oluyor, bir yere “savaşmak” için girince de orada siz kendiniz ya “işgalci” oluyorsunuz, ya yerel halk tarafından “düşman” olarak görülüyorsunuz.
Virgül koyup, usandırıcı olsa da ve sanki varmış gibi, hukuk tarafından da bakalım. Bir kişinin seçime girmesine izin veriyorsunuz. Sonra o kişiyi on küsur yıldır süren davasının duruşmasına dört gün kala görevden alıyorsunuz. O duruşmada mahkeme salonuna o kişinin avukatlarını dahi almadan alelacele 20 yıla varan hapis cezası veriyorsunuz. Üzerine yasaya göre temyiz yolları tükeninceye dek belediye başkanlığı yapabilecek o kişiyi tutukluyorsunuz. Mahkemeden doğruca başka bir ile zırhlı araçla sevk ediyorsunuz. Yerine eş zamanlı Kepez örneğindeki gibi belediye meclisinden seçim de yaptırmıyorsunuz. Ve valiyi kayyım atıyorsunuz.
Tüm bu olan biteni kâh yılışık ve alaycı, kâh hışır ve baskıcı üslupla usulen gerekçelendirir gözüküp, aslında zorla gırtlağımızdan aşağı basıyorsunuz. Ama yaptığınızın seçilmiş belediye başkanının karşısına atanmış mülki amiri çıkarmak yordamıyla tam da bölücülük olduğunu idrak edemiyor, cumhuriyetimizin geleceği bakımından ne denli sakıncalı adımlar attığınızı hiç anlamıyorsunuz. Aklınız sıra ileride al-ver konusu yaparım, demokrasinin sınırını “Kürt meselesi hariç” diye çizerim, koalisyon ortağımı hoş tutarım, deh-çüş bir sonraki seçime dek vaziyeti idare ederim yollu yarım esnaf aklıyla koskoca Türkiye’yi yönetmeye kalkıyorsunuz.
Erdoğan, “hukuk” dediği (ne desek) “daireye” (?) de “görev verilecek ve verilecek görevi o (ve o ara) nasıl buyurursa öyle yerine getirecek bir iktidar gereci, alet çantasındaki bir başka sopa” olarak bakıyor. Bunu böyle gördüğünü açıkça söylüyor da. Bu kafayla hangi uzlaşıya varılabilir, hangi ortak akılda buluşulabilir, hangi demokrasinin müzakeresi nasıl yürütülebilir? Hatta aşırı bir müzakere hevesini dışa vurmanın yararı olur mu?
Dertler zincirinde kayyım, AYM kararlarının uygulanmaması, seferberlik yetkisi vb. meseleler, hiyerarşik olarak çay taban fiyatı, atanamayan öğretmenler, emekli maaşı vb. meselelerle aynı düzeyde görülebilir mi? Bence görülmemeli. Zira rejimin yozlaşmasına yani cumhuriyetin dekompozisyonuna ilişkin konular işte gerçekten de varoluşsaldır. Hani dillere pelesenk edildiği üzere PKK terör tehdidi beka meselesi değildir de, asıl bu meseleler öyledir.
Demokrasiler birlik vaat etmez. Bir örneklik değil uyumdur demokratik düzenlerde aranan denge durumu. Demokrasiler kendiliğinden refah da vaat etmez. Hatta etkin bir dış politika dahi demokratik rejimin doğal çıktısı değildir. Eşit anayasal yurttaşlık, yerinden yönetim, laiklik, tam ifade özgürlüğü, hukuk devleti gibi özellikler de cumhuriyet için çevre düzenlemesi değil taşıyıcı sütundur, yapının statik hesabına dahildir bunlar bir bakıma.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.04.2025
23.02.2025
27.01.2025
9.12.2024
19.11.2024
11.11.2024
2.11.2024
1.08.2024
14.06.2024
14.04.2024