Ekrem DUMANLI

Ekrem DUMANLI
Ekrem DUMANLI
ZAMAN Tüm Yazıları
MASKELİ ZULÜM
19.02.2014
2285

 Tarih boyunca zalimler, ne ilim adamı dinlemiştir ne gönül adamı. Kâh kuşkunun esiri olmuştur devlet yöneticileri, kâh kıskançlığın. Ne var ki o vehim ve zaaflar hep maskelendi. ‘Devleti ele geçirmek’ten ‘halkı kışkırtmaya’ kadar pek çok propaganda yapıldı. Sis bulutları dağılıp gerçekler ortaya çıkınca linç psikolojisine kendini kaptırarak savrulup dağılanlar mahcup bir duruma düştü. İşte üç zirve insan ve onların çetin sınavı

 

MUHAMMED ES-SERAHSÎ (İmam-ı Serahsî):

İmam-ı Serahsî’yi bir kuyunun dibine hapsedenler, karanlığın bağrından nurefşan eserlerin nasıl yazılacağını bilemezlerdi. Bilemezlerdi; çünkü Serahsî’ye defter, kâğıt, kitap yasaklanmıştı. Sanılmıştı ki o büyük fıkıhçı, kuyunun dibinde karanlığa gark olur. Oysa ilim erbabının nezdinde onun adı: “Şemsü’l-Eimme”; yani “İmamların Güneşi” idi. Kitap yazmak için şartlar müsait değildi hapishanede; ama kalbi ve kafası aydın bir insan için esbabın çok da önemi yoktu. Talebeleri, Özkend Kalesi’ndeki zindanda Hocalarını yalnız bırakmadı. Kuyunun başında toplanan o vefalı talebelerle o büyük âlim arasında müzâkereli dersler başladı. Otuz ciltlik El-Mebsut’u yazarken Serahsî (yasak edildiği için) hiçbir kitaba müracaat edemedi. On dört yıl! Evet, tam 15 yıl boyunca hafızasında yer alan bilgileri kullanarak eser telif etti Şemsü’l-Eimme. Ve bir gün, 1087’de çıkarıldı. 3 sene sonra vefat ettiğinde 81 yaşındaydı. Demek ki, zalimler onu tutukladığında İmam Serahsî 64 yaşındaydı. Buna rağmen hapsedilmiş ve 15 senesini bir hücrede geçirmek zorunda kalmıştı. Neden?

Zor bir dönemden geçiliyor, insanlar imtihan üstüne imtihan yaşıyordu. Bir yandan Haçlı Seferleri dalga dalga âlem-i İslam’ın üzerine geliyor; diğer yandan Karahanlılar’daki iç kargaşa bir türlü durulmuyordu. Bu arada ülkeyi yönetenler âlimler ve fakihler üzerine ağır bir baskı kurmuş; hatta birçoğunu hapis ve idama mahkûm etmişti. Diğer yandan insanların adeta belini kıracak hale getirilmiş vergi yükü her gün artıyor, halk devlet baskısı içinde inim inim inliyordu. İmam-ı Serahsî bu zulme karşı çıktı, devlet politikalarındaki aşırı uygulamaları tenkit etti. Sen misin devleti eleştiren! Araya, her zamanki gibi, iktidar goygoycuları girdi ve Hakan Emir Hasan’ı doldurdu. Suç bulunmuştu: Halkı isyana teşvik etmek. Devleti elinde tutanlar ilerleyen yaşına, ilim yolundaki gayretlerine bakmaksızın zulme başladı...

Vefat ettiğinde arkasında bıraktığı kitaplar, nerdeyse, insan boyunu aşacak gibiydi. Hayatını hep asaletiyle yaşadı; sızlanmadı, şikâyet etmedi; talebeleriyle birlikte hizmetinden en zor dönemlerde bile taviz vermedi. Ondan geriye şöyle sitemkâr bir cümle nakledilir: “Bütün beyinsiz zındıkların kışkırtması, kötü arzuların peşinden korkunç kimselerin ve fena tertiplerde bulunanların kışkırtmaları sonucu vatanından ayrılmış ve Sultan tarafından hapsedilmiş, fakir kul… Allah onların hepsini kahretsin. Büyük küçük herkese ibret yapsın.” Ne diyelim? İbret yapsın inşallah!

AHMED SİRHİNDÎ (İmam-ı Rabbanî):

İmam-ı Rabbanî Hazretleri, sadece âlim bir kişi değil; aynı zamanda tasavvufa ayrı bir derinlik katan zirve bir veli idi. Ona, “Müceddid-i Elf-i Sani” (ikinci bin yılın müceddidi) denmesi, boşuna değildi. Hurafelere meydan okumuş, insanı kendi ruhuna yönelmeye davet etmişti.

Maalesef o güzel müceddid de kendini zindanda buluverdi. Onun hapse atılmasında kullanılan bahane fevkalâde düşündürücüdür. Vaktiyle şeyhi Bâki Billâh’a yazdığı mektupta yer alan seyr-u sülûk ile ilgili bir bölüm sebep gösterilerek Hindistan Sultanı Cihangir tarafından tutuklatılıp hapse atıldı. Tarih bakımından sabittir ki bahsedilen mektup 1012’de yazılmış; ancak tutuklama işlemi 1028’de yapılmıştır. Yani 16 sene sonra. Üstelik Sultan Cihangir vaktiyle İmam-ı Rabbanî’ye talebelik yapmış, ondan feyz alacak derecede İmam’a saygı beslemişti. Hatta Cihangir’i, İmam-ı Rabbanî talebelerine “İslam Padişahı” olarak tanıtmış ve tahta geçişine olan sevincini ifade etmişti. Şimdi ne olmuştu da bir “Müceddid”i hapse gönderiyordu?

Prof. Dr. Necdet Tosun’un kaleme aldığı kıymetli eserde (İmam-ı Rabbanî Ahmed Sirhindî, İnsan Yayınları, 2005) delilleriyle izah edildiği gibi Cihangir’in sorgulayıcı tavrına İmam makul cevap verince cezadan vazgeçilmişti. Tam bu aşamada araya goygoycuların girdiğini, padişaha telkinde bulunduğunu görüyoruz. Bu seferki bahane başkaydı: “Selamlama secdesi yapmadı, ordu içinde de çok müritleri var. Yakında kalabalık müritleriyle bir fitne çıkarabilir ve mülkünüze zarar verebilir.”

Bak şu kaderin cilvesine! Bugün “polisin içinde, yargının içinde adamları var” lafı ete kemiğe bürünmüş bin sene önceki iktidarın gözüne görünmüş. Oysa İmam-ı Rabbanî bir yandan Cihangir’in babası Ekber Şah’ın, dinlerin birleştirilerek yeni bir din oluşturma fikrine şiddetle karşı ç?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar