Mithat SANCAR

Mithat SANCAR
Mithat SANCAR
Tüm Yazıları
Gezi Parkı ve barış süreci
20.06.2013
2570

 Kimileri, barış sürecinin ayrı bir yerde durduğunu ve olayların buna bir etkisinin olmayacağını ileri sürüyorlar. Bu görüş, gerçekçi bir değerlendirmeden ziyade, bir temenniyi yansıtıyor bana göre.

Olaylar ile süreç arasında bir etkileşimin kaçınılmaz olduğunu kanıtlamak için karmaşık argümanlara ihtiyaç yok, basit bir denklem yeterlidir. Şöyle ki; Gezi Parkı’nda başlayan ve giderek yayılan olaylar, sıradan bir “asayiş sorunu” değildir, muhtelif boyutlardan ve katmanlardan oluşan bir “toplumsal mesele”dir. Barış süreci de, yine çok boyutlu ve çok katmanlı toplumsal meselemiz olan Kürt sorununu çözmek amacıyla başlatıldığına göre, ikisinin birbirinden etkilenmemesi düşünülemez.

Şu halde asıl soru, etkilenme olup olmayacağı değil, bunun nasıl olabileceğidir. Bu soru da, ancak değişik ihtimaller hesaba katılarak cevaplanabilir.

Giderek zayıfladı

Gezi Parkı’nda başlayan protesto, barış sürecini destekleyen ve besleyen bir kaynak işlevi görebilir. Gerçi bu ihtimal, olayların başında daha güçlüydü, hükümetin yaklaşımı dolayısıyla giderek zayıfladı, ama henüz tamamen ortadan kalkmış değil. Hükümet, olayları bir toplumsal huzursuzluğun dışa vurumu olarak değerlendirmiş ve bir demokratikleşme meselesi olarak ele almış olsaydı, Kürt barışı ile genel toplumsal barış arasında köprü kurmayı sağlayacak adımlar atabilirdi.

Gezi Parkı eylemlerinin çekirdeğini oluşturan endişeli ve huzursuz topluluğun temel beklentisi, daha fazla özgürlük ve yaşam tarzlarına saygılı bir yönetimdi. Hükümet, bu beklentiye uygun bir dil geliştirme konusunda ikna edici bir tavır sergileyemedi. Gerçi diyalogla çözüm aramayı denedi, ancak Başbakan’ın üstten bakan ve tehdit havası veren üslubu görüşmeler esnasında bile devam etti. Daha sonra bu üsluba, diyalogun kendisini bile olağan demokratik bir yöntem değil de, bir lütuf olarak algılatan unsurlar da eklendi.

Ataerkil anlayış

Başbakan’ın bu üslubu yeni olmadığı gibi belli bir konuyla da sınırlı değil. Gezi Parkı’nda patlayan öfkenin başlıca kaynaklarından biri, bu üslupta somutlaşan yönetim ve siyaset anlayışıdır. En doğal talepleri bile, ancak kendi belirlediği zamanda, şartlarda ve çerçevede kabul etmeye yanaşan “paternalist” ya da “ataerkil” bir anlayıştır bu.

Bu yönetim tarzının tezahürleri, barış sürecinin işleyişinde de karşımıza çıkıyor. Bunlar, barış sürecinin iki ana öznesi olduğunu gizleyen, bazen reddeden tavır ve ifadelerde somutlaşıyor; bazen de Öcalan’la görüşecek heyette kimlerin yer alacağını belirlemeye yönelik müdahalelerde. Daha önce, Öcalan’ın ve BDP’nin yapıcı yaklaşımları sayesinde “kriz”e dönüşmeden atlatılan bu müdahalelerin, Başbakan’ın ve hükümetin tutumu değişmediği takdirde, ciddi sıkıntılara yol açma ihtimali hep var olacaktır. İmralı’ya giden son heyette Sırrı Süreyya Önder’in yer almasına “izin verilmemesi”nin yarattığı tepkiler bunun açık işaretidir.

Gezi olayları, bu üslubu gözden geçirmek ve demokratik yurttaşlık ruhuna uygun hale getirmek için bir vesile, bir fırsat olabilirdi, hâlâ da olabilir. O zaman, Gezi Parkı olaylarının da seyri çok büyük ihtimalle değişir, barış süreci de bundan olumlu şekilde etkilenir.

Sürecin 3 aşaması

Başından beri barış sürecinin üç aşamadan oluşacağı konuşuluyor. Bu konuda Öcalan’la açık bir mutabakata varılmış olup olmaması da önem taşımıyor aslında. Bu husus, Kürt hareketinin çeşitli unsurları tarafından açıkça dile getiriliyor, hükümet çevrelerinden de şimdiye dek buna aykırı beyan gelmiş değil.

İlk aşama olan “silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi” bugüne kadar sorunsuz işlemiş ve gelen bilgilere göre yakında da tamamlanacak. Kürt tarafı, bu konuda üzerine düşeni ve taahhütlerini yerine getirmiş görünüyor.

Böylece sürecin ikinci aşamasına gelinmiş oluyor. Bu aşamada, hükümetten demokratikleşme reformlarına başlaması ve özellikle demokratik siyasetin önünü açacak adımlar atması bekleniyor. Hükümetin bu yönde hazırlıklar yaptığına dair bilgiler, sürecin başından beri geliyor. Ancak bu minvalde henüz somut bir hamle gerçekleşmiş değil.

Huzursuzluk artacak

Bu durumun, barış sürecine çok güçlü ve büyük destek veren Kürtlerde tereddütlere yol açtığını tahmin etmek hiç zor değil. Hükümetin demokratikleşme meselesinde gönülsüz veya kararsız davranması halinde bu huzursuzluğun artacağı kolayca öngörülebilir.

Hükümet, Gezi Parkı olaylarını çoğulcu ve özgürlükçü düzenlemeler içeren demokratikleşme reformları için de bir vesile, bir fırsat olarak kullanabilirdi, hâlâ da kullanabilir. Böylece hem Gezi Parkı’nda ortaya çıkan enerjinin sivil kanallara ve demokratik siyaset alanına akması sağlanır, hem de barış süreci daha sağlam temellere yerleştirilir.

Bu yazıda özetle aktarmaya çalıştığım etkileşim denklemi bu noktalar üzerine kurulursa, bir yandan demokratikleşme çabalarının toplumsal tabanı genişler ve siyasal kültürde çoğulcu dönüşümün önü açılır; diğer yandan da Kürt sorunu için yürütülen barış süreci genel toplumsal barış hedefiyle bütünleşir.

Elbette denklem tersinden de işleyebilir. Hiç temenni etmem, lakin öyle olursa, önümüzde zor zamanlar var demektir. Öyle olmaması için Gezi Parkı ruhuna sahip çıkan toplum kesimleri ile Kürt hareketinin barış, demokrasi ve özgürlük ekseninde buluşması, çok önemli. Ancak asıl sorumluluğun hükümette olduğunu bir kez daha hatırlatayım.

KAYNAK

http://gundem.milliyet.com.tr/gezi-parki-ve-baris-sureci/gundem/detay/1725229/default.htm

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar