Tayfun Atay
Batı dillerine Güneydoğu Asya'da yaşayan yerli toplulukların bir "kültürel" pratiğinin adından geçmiş "Amok koşusu" (Malay dilinde "meng-âmuk"), korku ve çaresizlik içinde denetlenemez bir öfkeye savrularak önüne ne çıkarsa kırıp geçirmek anlamına gelen bir tabir. Ancak modern anlamda, büyük bir kayıp sonucunda veya bu kaybın ardından daha da büyük kayıpların gelebileceğine yönelik tehdit algısı ve korkudan kaynaklanan bir zihinsel-ruhsal bozukluğu, bir psikopatolojiyi işaret eder.
İlk ve "orijinal" betimlemelerine İngiliz kaşif Kaptan Cook'un notlarında (1770'ler) rastlanan "Amok koşusu"nun (running Amok) bizdeki karşılığı, sanırım cinnet geçirme ya da gözünü-karartma olarak verilebilir.
"Amok koşusu"ndaki biri, içinde bulunduğu depresyon eşliğinde eline silah olarak ne geçerse (ki silahı burada en geniş ve mecazi anlamda "yasa", "yetki", "otorite"yi de düşünerek kullanmak uygun olur), bu silahla karşısına çıkan herkese ve her şeye zarar verir, kıyar.
Böylesi dehşet verici bir "koşu"yu tetikleyen sebep, bir eş veya sevgilinin kaybı olabilir. İşten atılma ya da ekonomik-mali bir çöküş de olabilir. Ya da belki tüm bunları bünyesine alacak, ama onlardan çok daha ötelere de geçer mahiyette iktidar kaybı, iktidardan olma, edilme, düşme korkusu olabilir.
Elbette "Amok koşusu"nun sonu hayra çıkmaz. Bu, uzmanlarca kaydedildiği üzere, derinden derine intihar motif ve motivasyonunu içinde barındıran bir patolojidir.
"Amok koşusu"na girişenler, tahmin edilebileceği üzere, kahir ekseriyetiyle erkekler oluyor. Bunun "erkeklik"le yüksek ölçüde alâkalı bir "sorun" olduğu rahatlıkla söylenebilir. Aynı doğrultuda, "koşu"nun bir başka sebebi de her daim korkulan, önünde herkesin saygıyla eğildiği, el-pençe divan durduğu bir "erkek" olma konumunun ("şöhret"inin) kaybı karşında bu konumu yeniden tesis etme isteği olarak belirtilmekte.
Bu çerçevede, erkekliğin kişisel, kültürel (ataerkillik), ideolojik (milliyetçilik) ve siyasal (devlet) karşılıkları, sıklıkla Amok koşusu ya da sendromunun pençesine düşerler.
* * *
Dün gündeme gelen, HDP'li üç büyükşehir belediyesine kayyım atanması hadisesi karşısında, bu tasarrufun sorumlusu iktidar sahiplerine yönelik benim fikrî ve hissî tepkim "Amok koşusu" oldu.
Görevden alınan ve yerlerine valilerin kayyım olarak atandığı HDP'liler; Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı yüzde 62,96; Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk yüzde 55,86; Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Bedia Özgökçe Ertan ise yüzde 52,85 oranında oylarla seçildiler.
Yerel seçim öncesinde de kayyım tehdidi savrula savrula propaganda yapıldı onlara ve diğer HDP'li belediye başkanı adaylarına karşı… Ama şimdi olduğu gibi,"haklarında onca kovuşturma, şunca soruşturma var" diye herhangi bir yaptırımda bulunulmayarak seçime girmelerini engelleme cihetine gidilmedi.
Çünkü dinbaz iktidar sahipleri eğer işi sandıkta bitirebilselerdi, Kürt seçmen demokratik hakkını huzurdan, güvenlikten, vatana-millete-ümmete-devlete bağlılıktan yana kullandı diyeceklerdi.
O aşamada yapabildikleri sadece, "Bak, sakın bir yanlış yapmayın, yoksa kayyım gelir" tehdidi savurmaktı.
Bu tehdit halka vız geldi tırıs gitti ve sonuç, insanların dinbaz-faşizan anlayış ve pratiğe geçit vermekten yana olmadığını ortaya koyduğunda, "Amok sendromu" daha önce de olduğu gibi kendini gösterdi.
İşte dün yaşananlar ve büyük ihtimal önümüzdeki dönemde de yaşanacak olanlar bunun işareti.
* * *
"Amok koşusu"nun ilk emareleri bana soracak olursanız 7 Haziran 2015 genel seçimlerindeki bariz oy düşüşü sonrası başladı.
Çünkü ülke içinde yarattığı kutuplaştırıcı siyasetle muhalif kesimlere ha bire "yüzde 50'yi zor tutma" tehdidi savurarak ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya azmetmiş dinbazlık, ilk defa o seçimde "yüzde 50"nin de avuçlarından sabun gibi kaydığını fark etti.
Bu noktada böyle bir "koşu"ya yön belirleme yolunda en uygun hedef olarak o zaman da şimdi olduğu gibi Kürt siyasal hareketi seçilmişti. Çünkü, "Seni başkan yaptırmayacağız" diye kararlılıkla hareket ederek seçimin gidişatını belirlediği söylenebilecek lideriyle HDP, daha önce hiç olmadığı kadar iktidardan düşme kaygısına kapılmış olanlar için bu sonucun sorumlusuydu!..
Ve "koşu" başladı.
Yıllardır "barış süreci" diye diye şirin gözükmeye çalıştıkları toprakların üzerine gözlerini karartmış halde "Amok sendromu"na uğramış vaziyette yürüdüler. Yollarına "karşıcı" olarak çıkan "kör terör"ün istediği bir gözken, bunlar verdi iki göz!.. Böylece Kürt coğrafyasında bir savaş resitali icra edip karşılıklı şekilde taş taş üstünde koymamacasına sahne aldılar.
Sonuçta 1 Kasım 2015 tekrar-seçimiyle, ölüme boğdukları ülkede insanları kendilerine razı ettiler.
Sonra 15 Temmuz "Dabbe"si, müteakiben OHAL, KHK'lar, gözaltılar, tutuklamalar, hukuku katleden mahkeme kararlarıyla mahkumiyetler ve cezaevleri…
Bunların hepsi, bu memlekette iktidar zehirlenmesiyle sürdürülmekte olan bir "Amok koşusu"nun ilk elde bir çırpıda sıralanabilecek etapları…
Ve işte şimdi bir yeni etapta, bir halkı hiçe sayıp onun hakkını gasp eden belediye işgalleriyle "koşu"ya devam ediyorlar.
* * *
Peki dünyada buna benzer örnekler var mı, özellikle tarihten ibretlik olarak çıkarılıp önümüze konabilecek?..
Olmaz olur mu, elbette var.
Buyursunlar:
"… Nazi Fırtına Bölüğü 1933 yılında Amok koşusuna başladı, muhalif olduğu bilinenlere ya da muhalif olduğundan kuşkulanılanlara saldırdılar ve kaçırdılar. Birçok sosyalist ve komünist, parti veya devlet yetkilileri tarafından aylar boyu mahkemeye çıkarılmadan gözaltına alındılar. Bazıları cezaevlerine kondu, ancak bazıları aralarında Münih yakınlarındaki Dachau'nun da bulunduğu yeni toplama kamplarına konuldular ve buralarda müthiş bir zulme uğradılar. Bazı durumlarda ağır yaralanmalar ve hatta ölümlerle karşılaşıldı. Bunun nedeni, bilinen düşmanlarını nasıl 'disipline' ettiğini açık açık göstererek rejimin potansiyel muhaliflerini sindirmek, Nazilere ve 1933 öncesi yıllarda yapılan muhafazakâr 'kızıl tehlike' propagandasına inanan 'değerli' Almanları yatıştırmaktı. (…) Çoğu, Almanya'nın geleneksel seçkinlerinden olan bu kişiler, soldan nefret ediyorlardı ve ilk başlarda Hitler'e kendilerini Bolşevizm'den kurtaracak kişi olarak baktılar."
(Jill Stephenson, "Yayılma: Propaganda ve Uygulamada Ulusal Toplum Yaratmak", Hitler Almanyası: 1933-1945 içinde [der. Jane Kaplan], İnkılâp Kitabevi, 2012, s. 106-107.)
* * *
Yukarıdaki alıntıda görüldüğü üzere Naziler'in "Amok koşusu", muhalif olduğu bilinen sosyalistlerin-komünistlerin hedef alındığı bir "parkur"da, halkta yaygın "kızıl tehlike" fobisine oynanarak sürdürülmüş.
Bu topraklarda halen sürdürülen "Amok koşusu" ise iktidara muhalif her kesimi mümkün olduğunca hedef kılmakla birlikte, kendisine en kitlesel karşılığı "bölücü-terör tehlikesi", diğer deyişle "Kürt-fobisi"nde bulabileceği düşüncesiyle oraya oynuyor.
Burada karşısına çıkan en somut ve "erişilebilir" odak, yasal bir siyasi parti olarak Meclis'te yer alan, ayrıca yerel seçimlerde tüm kötüleme, karalama, cadılaştırma, kriminalleştirme girişimlerine karşın büyük bir demokratik başarıya imza atan HDP.
İktidarı kaybetme korkusuyla, ittifak ortakları MHP ile birlikte amansızca ama aynı zamanda çaresizce sürdürdükleri bu "Amok koşusu"ndan dehşete kapılabilecek "değerli" kesimleri de işte ha bire HDP'ye vurarak yatıştırmaya çalışıyorlar.
Tablo korkunç mu, evet; karanlık mı, evet; kaygı verici mi, evet.
Peki, tümden umutsuz mu, hayır.
"Amok koşusu" elbette çok tahripkâr ve başta kaydedildiği üzere "koşu"yu sürdürenlerin çevresindeki herkese zarar verme riski barındıran, denetlenmesi hayli zor bir öfke deşarjı. Ve hepimiz maalesef böyle bir riskle karşı karşıya kalmış durumdayız.
Amma velakin yine de altını kalınca çize çize belirtmek gerekir ki "Amok koşusu"na kalkışıp da kazanan yok.
Bu "koşu"ya kalkışanların nereye vardıkları, dolayısıyla varacakları belli; şöyle bir basit tarama yapın internette "Amok koşusu" başlığı girip, bunu hemen göreceksiniz.
"Amok koşusu", olsa olsa koşan için er ya da geç vahim bir sonun başlangıcıdır.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları



























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.02.2020
27.01.2020
23.01.2020
9.01.2020
7.01.2020
5.01.2020
31.12.2019
26.12.2019
22.12.2019
12.12.2019