Zülfü DİCLELİ
31 Mart Yerel Seçimleri önemli bir başarı oldu. Başarıyı getiren ise yeni bir yaklaşımdı. Toplumu karşıt kamplara ayıran, bölücü, kendinden olmayanları ötekileştiren zihniyete bu kez prim verilmedi. Seçim ortamında birleştirici, barışçı bir zihniyet sergilendi. Kazanan muhalif adaylar şu ya da bu partinin temsilcisi, şu ya da bu siyasi ideolojinin savunucusu görünümünde sivrilmediler, öyle ki HDP de bu adayları doğrudan destekleyebildi. Seçim ortamında ve hemen sonrasında kamplaşmanın devam etmesinden yana olanların barutlarının kalmamış olduğunu, artık kurusıkı atmaya başladıklarını da gördük.
Bu yeni yaklaşım çok önemli, çünkü seçimlerdeki ülke çapındaki oy dağılımı iki taraf arasındaki yıllardır süre giden bölünmenin genelde devam ettiğini ve Kürt seçmenlerin ana yığının da ayrı bir üçüncü taraf haline gelmiş olduğunu gösteriyordu. (Bu arada: sağ-sol, muhafazakâr-modern, İslamcı-laik ayrımları bu bölünmeyi açıklamaya yeterli olmuyor.)
Daha da önemlisi, seçimler öncesi dönemde politik tartışma giderek nefret ve şiddet duygularıyla, artan bir ötekileştirmeyle yüklü hale gelmişti. Sanki “Vaka-i Hayriye” diye adlandırılan Yeniçeri Ocağının kanlı bir şekilde tasfiyesinden bu yana, son iki yüz yıldır bir türlü kurtulamadığımız kutuplaşmanın en derin, en içinden çıkılmaz aşamasında yaşıyor gibiydik.
Seçim sonuçları—bir ölçüde de olsa—bu kutuplaşmayı aşmaya başlamanın mümkün olduğunu gösterdi. Ülkede yeni bir siyasi iklimin filizleri boy verdi.
***
Bugün sadece ekonomimiz değil, politik yapımız, hemen hemen tüm kurumlarımız derin bir kriz içinde. Hepsinin kökeninde kimlik bunalımımız yatıyor. Selim Deringil, Toplumsal Tarih dergisinin Ocak 2019 sayısındaki yazısında şöyle diyor: “En azından iki asırdan beri Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin içinden çıkamadığı meşruiyet bunalımı milli kimliğimizi oluşturmaktadır zira bunca yıldır kimlik bunalımı yaşadığınızda o hal bunalım olmaktan çıkmış ve kimliğinizin ta kendisi olmuştur.“
Bu bunalım, toplumsal-tarihsel gerçekliğimizi bir türlü olduğu gibi kabul etmemekten kaynaklanıyor. Dün de öyleydi, bugün de öyle.
Bu toplum hep melez bir toplum, melez bir ülke olageldi. Bizans da öyleydi, Osmanlı da öyleydi, Cumhuriyet de öyle oldu. Hatta “İyon uygarlığı” zamanındaki Anadolu bile Pers İmparatorluğu’na bağlı şehir devletlerinden ibaretti.
Bizim neyimiz melez değil ki? Konuştuğumuz dil mi, mutfağımız mı? Şarkı, türkü ve ilahilerimiz mi? Giyim ya da yaşam tarzlarımız mı? Genlerimizin analizi atalarımızın dört bir coğrafyadan gelme insanlardan meydana geldiğini gösteriyor. Kaçımız üç ya da dört kuşak öncesi “dönme” bir anne ya da babadan geliyor, bunu bile bilemiyoruz. Doğulu muyuz, Batılı mı? 200 yıldır bir türlü karar veremedik.
Bu topraklarda “saf” hiçbir şey yok.
Öyleyse gerçekliğe öyle, olduğu gibi yaklaşmak lazım. Bu melez, üstelik melezliği biteviye artan, çeşitlenen ülkeyi nasıl dün o kadar zorlamaya rağmen “Batı ülkesi” yapamadıysak, bugün de “İslam ülkesi” yapamıyoruz. Topluma devlet eliyle yukarıdan aşağı kimlik ve karakter giydirmek mümkün değil. Bu çabalar sadece acı, hem de büyük acılar getiriyor, insanlarda derin yaralar açıyor.
Yukarıdan aşağı kültür inşa edilemiyor. Çünkü kültür bizatihi çelişkili bir olgu, saf bir şey değil. Kodlanabilir, okullarda öğretilebilir bir şey değil. İnsanların günlük yaşamları içinde birlikte yaptıkları, zaman içinde kendi kendini inşa eden bir şey, hayatı birlikte yapmaktan geliyor. Hayat gibi de çelişkili.
Zaten bizler, bu topraklarda yaşayanlar uzun, çelişkili, karmaşık bir tarihin ürünleri olarak melez insanlarsak, kültürü yaşayışımız nasıl saf ve çelişkisiz olabilir?
Toplumu formatlamak isteyenler bu amaçla onun siyasi hafızasını da formatlamaya çalışırlar. Her formatlayıcı kendine uygun bir “Altın Çağ” efsanesi geliştirir – bu İslam’ın ya da Osmanlı’nın tarihine ilişkin olabileceği gibi, Ulusal Kurtuluş Savaşının ya da Cumhuriyetin ilk yıllarının tarihine ilişkin de olabilir. Okullarda, medyada, kitaplarda, törenlerde, siyasi nutuklarda toplumsal hafızadan bazı bilgiler silinip başka yeni bilgiler eklenerek her seferinde tarih yeniden yazılır. Yeni formata karşı çıkanlar da “Altın Çağ” efsanesine, yurtseverliğe ihanet edenler sayılır. Böylece hem geçmiş muhaliflere karşı bir silah haline getirilir, hem de bugün için tartışılabilir kabul edilen politik tercihler sınırlanmış olur.
İnsanların politik tartışmaya angaje olabilmesi için olgular ve varsayımlar konusunda paylaşabildikleri bir temel olması gerekir. Paylaşılan temel formatlanarak daraltıldığında insanların anlamlı bir tartışma yürütmesi önlenir. Politik tartışmanın format dışına çıkması böylece engellenir. Daha da önemlisi tartışmanın sınırlanmasıyla toplumun geleceğe ilişkin beklentilerinin ufku da şekillendirilmiş olur. “Çağdaş medeniyetler seviyesine” çıkılacaksa, alternatif modernleşme yollarını gündeme getiremezsiniz. “İslam toplumu” olunacaksa, insan haklarını, özgürlükleri, kadınların eşitliğini, LGTBİ haklarını ağzınıza alamazsınız.
Bu topraklarda demokrasinin gelişmemiş olmasının sebebi, ne eğitimsizlik ve cahillik, ne de sosyal ve ekonomik geri kalmışlıktır. Din de değildir. İnsanların tartışmasının imkân ve alanlarının, politik tartışmanın konu ve kapsamının şu da bu şekilde dar tutulmuş (es kaza biraz genişleyince de gene zorla daraltılmış) olmasıdır. Bunalımın en sonunda “kimliğimiz haline gelmiş” olmasının temel sebebi de budur.
Ne kadar çok fatura ödedik bu yüzden. Aramızda dün ya da bugün mağdur olmamış bir kimse var mı? Yerinden yurdundan sürülmemiş, malına mülküne el konmamış, işkencelerden geçirilmemiş, darağaçlarında sallandırılmamış, Sansaryan’da tırnakları sökülmemiş, yıllarca hapislerde çürütülmemiş? Konuşması, yazması yasaklanmamış? Korkutulmamış? Bildiğimiz solcu yok da, sağcı var mı? Kürt ya da İslamcı? Liberal? Hep birbirimizi yemedik mi? Ve hangimiz masumuz?
***
31 Mart yerel seçimlerinde ilk politik performansına tanık olduğumuz yeni yaklaşım – henüz filiz halinde de olsa – toplumun bölünmüşlüğünü aşmanın başka yolu olmadığı için çok önemli.
Bugün dünya çapında artan karmaşıklık ve karşılıklı bağımlılık bizden açılmamızı—aklımızı, kalbimizi, irademizi açık tutmamızı—talep ediyor. Bugün politik olarak da her yerde iki zihniyet karşı karşıya geliyor: bir yanda insanların aklını kapalı tutma, onları cahilleştirme, kalplerini ötekilere karşı nefretle doldurma, iradelerini korkuyla köreltme peşindeki kapalı rejim yanlıları var. Öte yanda aklı merak ve ilgiye, kalbi merhamete, iradeyi cesarete açık tutmayı savunan açık toplum yandaşları yer alıyor. 31 Mart yerel seçimleri de öncelikli olarak bu iki zihniyetin karşı karşıya gelmesi şeklinde yaşandı.
Şimdi politik tartışmayı güvensizlikten, öfke ve nefretten iyice temizlemek için toplum olarak bir ve aynı tarihi paylaştığımızı görmeliyiz.
Biz bu toprakların çocuklarıyız. Bizi bu topraklar besliyor. Ölülerimizi bu topraklara gömüyoruz. Bizi karşıt kamplara yerleştirdiğini varsaydığımız uluslar, dinler, medeniyetler, ideolojiler yokken de bu topraklarda yaşayanlar vardı. Tarihimiz ne 19 Mayıs 1919’da ne de 29 Mayıs 1453’te ya da 1071’de başladı. Ta Göbeklitepe’den bu yana, 12-15 bin yıl öncesinden, belki de daha öncesinden beri buradayız. Bu topraklarda yaşamış, çalışmış, eser bırakmış herkesin üzerimizde hakkı var. Hepsi bizim atamız.
Etnik kökenlerimiz, konuştuğumuz diller, dini inançlarımız, metafizik görüşlerimiz hepsi bu topraklarda yeşermiş ve benimsenmiş şeyler. İnsanlık onuru, özgürlük, eşitlik, dayanışma fikirleri de buraya ait. Sahipleri burada. Hepsi yerli.
Melezliğimizi—türlü çeşitli dillerden, inançlardan, zihniyetlerden, yaşam tarzlarından, cinsel tercihlerden, damak tatlarından—insanlar olduğumuzu, hiçbirimizin saf ve değişmez bir özelliği temsil etmediğini nihayet—ve bütün zamanlar için—kabul etmeliyiz. Ve birbirimizle konuşmaya başlamalıyız.
Aslında biz insanlar ilginç, tuhaf şeylerizdir. İçinde yaşadığımız evren de öyledir. Dünyamızın çekirdeğinde düzen ve düzensizliğin birlikteliği vardır. Gezegenler, yıldızlar ve hayat, hepsi düzenlerini düzensizliğin üzerinde kurar. Düzen ile düzensizlik konusunda biz insanlar da çelişkili bir ilişki içindeyizdir hep. İkisinden sadece birini tercih edemeyiz. Bir biri, bir diğeri bizi çeker. Bazen ilke, kural, yasa ve düzenlemeleri benimser, neden ve sebepler ararız, öngörülebilirlik isteriz. Bazen de kendiliğindenlik, belirsizlik, yenilik ve kısıtsız özgürlük peşinde oluruz. Öngörülebilirlik ararız ama yeniyi de özleriz.
Doğru olan bu kaçınılmaz çelişkileri kucaklamaktır. Politik bölünmede karşı kampta olduğunu düşündüğümüz insanların her şeyinin bizden farklı olduğu sanmaktan vazgeçmeliyiz. Onları her bakımdan karşımıza almaya, üzerinde konuşabileceğimiz müşterek hiçbir konu olmadığını var saymaya son vermeliyiz. Konuşmazsak birlikte bir şey yapamayız.
Ülkenin kaderini belirlemek için aynı sandıklara oy atan insanların, önceden, sözgelimi oy attıkları mahallenin, yaşadıkları semtin müşterek sorunları ve bunların çözüm imkânları üzerine aralarında konuşamamasının anlamlı bir gerekçesi olabilir mi?
Bugün Türkiye’de melez bir toplumda yaşamakta olduğumuzu kabul etmek, geçmişte bu topraklarda var olmuş bütün medeniyetlerin ve halkların tarihini kendi tarihimiz olarak görebilmemizi sağlar.
Toplumumuzun melezliği aynı zamanda tüm dünya nüfusunun çeşitliliğinin bir yansıması değil midir? Bu toprakların tarihinin, bu coğrafyanın kültürel birikiminin her bir parçası kendi içinde dünyanın farklı bir köşesindeki bir halka, bir topluluğa uzanan bir barış ve işbirliği çağrısı taşır.
Toplumumuza ve geçmişimize böyle bakmak, birlikte sınırsız, özgür —hiçbir şekilde formatlanmamış — karşılıkla saygıya dayalı bir politik tartışma yürütebilmek için “müşterek bir dünya”ya sahip olduğumuz anlamına gelir. Bu, birlikte geleceği kurmaya, kendimize yeni dinamik bir kimlik inşa etmeye başlamak demektir. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan politik tartışmayı ülkemizde yeniden canlandırmak demektir.
Böylece kutuplaşmanın zirve noktasını geride bırakabilir ve krizden çıkış yoluna koyulabiliriz.
Fikirlerimiz elbette farklı farklı olacaktır. Birlikteliğimiz elbette çok çeşitli çelişkiler içerecektir. Ama bu sefer ortak kararlar almak, çelişkilerin uzlaşmaz hale gelmesine izin vermemek mümkün olabilecek. İki yüz yıllık tarihsel bölünmelerimizi birlikte aşmamız mümkün olabilecek. Hakikatin, doğrunun ne olduğuna birlikte karar verebileceğiz.
***
1 Nisan sabahı oluşan ve 17 Nisan günü İstanbul’da mazbatanın alınmasıyla biraz daha renk kazanan sahnede ben böyle bir resmin ilk fırça darbelerini gördüm.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.12.2023
21.08.2020
5.06.2020
5.04.2020
21.01.2020
2.02.2019
21.11.2019
19.10.2019
13.10.2019
10.10.2019