Kemal CAN
Son haftalarda siyasi gündem fazlasıyla hareketlendi. Hareketliliğin merkez üssü ise yine iktidar. Günlerdir iktidar cephesinde olanlar ve olabilecekler üzerine çok taraflı tartışmalar yaşanıyor. İhtimaller, senaryolar çeşitleniyor, tartışma heveslileri artıyor. Ortaya çıkan tabloyu tarif için yeni kavramlar üretiliyor, bildik kavramlar yeniden tanımlanıyor, bağlamları tazeleniyor. Siyasi gündemin aşırı hareketlenmesi, genellikle siyasi alanın açılması sonucu -en azından ihtimal- yaratır elbette ama bunun mutlak bir zorunluluk olmadığını hatırdan çıkartmamak gerekir. Bazen büyük hareketlilik hatta türbülanslar, beklenenin aksine siyasi alanın daha daralması, iyice kapanması gibi sonuçlar da yaratabilir. Erdoğan’ın siyasi becerisi (dehası) olarak gösterilen böylesi manevralarla yaratılan kontrollü hareketlilikler, defalarca böyle sonuçları üretti. Bazıları kurgulanmış olmayan sert savrulmalarda ise Erdoğan’ın hareketlenmeyi yöneterek kontrolü yeniden alabildiğini izledik. Ancak ben bunlarda yüksek bir beceri (deha) yerine, basit bir pragmatizm görmeye, zeminin kolaylaştırıcı yönüne de daha fazla pay vermeye yatkınım.
Gelelim şimdi yaşanmakta olanlar ve yaşanması muhtemel gelişmeler konusundaki tartışmalara ve diğer aktörlerin bu konuya nasıl dahil olduklarına. Elbette bu tartışmalarda hiç bitmeyen “muhalefetin zafiyeti” meselesi de yine gündemin üst sıralarına doğru tırmanıyor. Hafta başında yaptığım medyascope ve yenidentv yayınlarında biraz bu meseleyi tartışmaya çalıştım. Buradan devam edelim: Bir süredir çeşitli biçimlerde ileri sürülen -bazı emareleri beliren- ama bir türlü tam ikna edici bulunmayan büyük cümle: “İktidar iyice sıkıştı, zorlanıyor.” Bu cümleye en şüpheci yaklaşanlar bile “galiba” demeye başladı. Bunu çaresizlikle ilerlenen kaçınılmaz bitişin işareti sayanlar da var, iktidarın durumunu düzeltmek için bir şeyler yapacağına yoranlar da. Fakat hareketlenme, “asla değişmez”, kilitlenmiş bir siyasi tablo oluştuğu inancını hayli salladı. Kaçınılmaz olarak, gözler bu değişimin motoru olması beklenen muhalefete döndü ve bu cephedeki -iktidar tarafındakinden bile güçlü- tıkanma tablosu yeniden konuşulmaya başlandı.
Muhalefetin yetersizlikleri bahsi her açıldığında, yaygın eleştirilerin büyük bir çoğunluğu yine iktidarı merkeze alan argümanlara müracaat ediyor. “İktidar erirken, tıkanırken nasıl olur da muhalefet bir atak yapamaz”, en sık kullanılan ve belki de en haklı bulunanı. Ancak farklı kesimlerin fazlasıyla ortaklaştığı bu saptama, hem çıkış noktası hem de varılmak istenen (önerilen) hedef dikkate alındığında pek benzer şeyler söylemiyor. İktidar neden zorlanıyor ve onu nasıl -nereden- daha da zorlamak gerekir meselesi, bazen iktidarla muhalefet arasındaki farklardan daha derin çelişkiler içeriyor. Bu yüzden, muhalefete dönük -yaygın- eleştirilerin yola çıktıkları noktaları ve önerdikleri çözüm formüllerini de biraz tartışmak gerekiyor. Beklenen bazı şeylerin yapılmadığı, gerçekleşmediği için çok haklı şikayetlerde bulunmak, onların yapılabilir olduğunu kanıtlamaya yetmiyor. Memnuniyetsizlik bir potansiyel olabilir ama bir rota değil. Mesela “bu dünyada adalet yok, birileri çıksın ve bunu düzeltsin” şikayeti, adaletsizliğin kaynağını da, nasıl ortadan kaldırılacağını da açıklamaz. “Biri bunu yapsın” fikrinden faşizme de ilerleyebilirsiniz, devrime de koşabilirsiniz... Neyse biz meselenin gayet basit olduğu fikrinden bir türlü vazgeçememe sorununa temas edip konumuza dönelim.
Yaygın ve “hemen sonuç” sabırsızlığı etkisindeki görüşler, bu kadar olumsuz gelişme yaşanırken, bu kadar memnuniyetsiz varken, iktidar ciddi çözülme işaretleri verirken neden siyasi değişim umudu yeşermiyor serzenişinde. “Olmuyorsa, bunu yapamayanlar beceriksizdir; yapabilecek çıkarsa, neden olmasın” fikri kolay bir açıklayıcı olarak kullanılıyor. Yapamayanlar, gerçekten beceriksiz, yetersiz, korkak hatta işbirlikçi olabilir ama öyle olmasalar da bunun söylendiği kadar kolay olduğundan emin olmamızı sağlayan nedir? Yani toplumsal-siyasal süreçlerin “ol deyince olan” işleyişi yeterince ikna edici mi? Veya güç merkezlerinin bastıkları düğmelerle ihtiyaçlarına göre siyasal süreçler başlatıp bitirebildikleri, bunların iddia edildiği hızda gerçekleşmesi, tartışılmaz “bilimsel” hakikat olabilir mi? Bu akıl yürütme biçiminin bir başka sorunu da, “nasıl oluyor da böyle oluyor?” sorusunun cevaplarından birini de oluşturan “aktör odaklı” veya sosyo-ekonomik dinamiklerin yerine solo performansları zorlayan yaklaşımı aşamıyor olmaları. Siyasetin öznesi kimdir? Tercihler, nasıl bir süreçle kimliklerden daha belirleyici aktörler haline gelebilir? Muhalefet belediyelerinin son çıkışları ve Kılıçdaroğlu’nun bütçe konuşması, bu konuya biraz daha kafa yorulmaya başlandığını düşündürüyor.
Muhalefet performansı konusundaki tartışmalar daha pratik noktalarda da kendi açmazlarını üretiyor. İktidarın neden zayıfladığı ve nasıl yenilgiye uğratılacağı konusundaki yaklaşımlarda, aynı şeyi söylüyor gibi görünen çok alakasız iddiaları aynı anda duyabiliyoruz. Aslında bunun bir önceki paragrafta teorik bir tartışma gibi görünen basit sorularla da yakın ilişkisi var. Son hareketlilikte iktidarın “ittifak” tablosu çok konuşuldu. Epeydir unutulmuş “vesayet” kavramı da yeniden popülerlik kazandı. Yeni popüler yorum, AKP’nin (Erdoğan’ın) MHP ittifakı yüzünden kendini kurtaracak bazı hamleleri yapamadığı düşüncesine dayanıyor. Bahçeli’nin cenderesi veya onun temsil ettiği vesayetten bahsediliyor. AKP-MHP ittifakının kurulduğu andan itibaren -hatta resmi olarak oluşmasından bile önce- bir sayısal mesele olmadığını yazdım ve söyledim. O zamanlarda popüler yorum, tek taraflı “koltuk değneği” yaklaşımıydı. Şimdi Bahçeli’nin belirleyici etkisine herkes ikna oldu ama bu sefer olayı kişiselleştirme eğilimi baskın çıktı. Daha önce yine yazdım ve söyledim, tekrar edeyim: Bu ittifak, bir aritmetik birlik ve AKP ile MHP’den ibaret değil. Dolayısıyla, etkinliği de sorunları da bu dar kapsamda ele alınamaz. Erdoğan Bahçeli arasındaki ilişki de kaç-kovala ilişkisi olarak tanımlanamaz. İçerideki ve dışarıdaki bazı çevrelerin bu “zayıf” noktaya yüklenmesi, sanıldığı kadar büyük bir imkan yaratmıyor olabilir.
Muhalefete dönük eleştirilerin iç tutarlılık sorunları açısından çok başlık var ama -devam etmek üzere- şimdilik AKP-MHP ilişkisi ile muhalefet stratejisi arasında kurulan ilişkiye dair bir değinmeyle bitirelim. Daha çok liberal çevrelerde ama “sonuç almak için” onlara yakın akıl yürütmelere meyledenlere hakim olan görüş; iktidarın AKP-MHP arasındaki sorundan kaynaklı bir zayıflığı olduğu şeklinde. “Bir şeyler yapmak zorunda olan Erdoğan’ın Bahçeli engeline takıldığı, mecburiyetleri yüzünden ihtiyaç duyduğu hamleleri yapamadığı söyleniyor. Bir taraftan Erdoğan Bahçeli’den, AKP’yi MHP’den uzaklaştırırlarsa iktidarın sonunun gelebileceği veya güçlü bir pazarlık zemini doğabileceği iddia ediliyor. Diğer taraftan, Erdoğan için Bahçeli’den kurtulmadıkça çare olmadığına vurgu yapılarak AKP tabanının hareketlendirileceğine inanılıyor. Bunun epey uzun bir süredir alıcısı vardı, son gelişmelerle piyasası daha da yükseldi. Kurulan iktidar ittifakının hemen her parçasının belirli mecburiyetlerle birbirine bağlı olduğu hatta bu mecburiyetlerin yarattığı kararsız dengenin yapıştırıcı bir etkisi olduğu açık. Fakat bunun en başından itibaren gönüllü ve öngörülmüş -hatta pragmatik tarafları daha belirgin- bir mahkumiyet olduğunu düşünmek için daha fazla nedenimiz var. Artık pek de saklanma gereği duyulmayan hatta pornografik bir aleniyet kazanan bu resmin, muhalefette imkan iştahı yaratmak yanında iktidar için kuvvetli sığınaklar sağladığını da gözden kaçırmamak gerekir.
Yazarlar
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025