Mümtazer TÜRKÖNE
Muhalefetin payına acılar düşüyor. Özgürlükten mahrum kalma acısının üzerine bir de sağlık sorunları binince, hayat bir acılar yumağına dönüşür.
Murat Çalık’ın yerine koyun kendinizi.
Koyamazsınız, onun acısını hissedemezsiniz. “Başkasının acısı hissedilmez, sadece düşünebilirsiniz.” Böyle diyor kavram burçlarında tek başına bekçilik görevini sürdüren Dücane Cündioğlu.
Aslında iki büyük aralık var. Birincisi aynı acıları tecrübe etmişseniz, kendi acılarınızın hatırasını çağırarak başkasının acısı ile güçlü bir empati kurabilirsiniz. Onun acısını olduğu gibi hissedemezsiniz, ama kendi acılı geçmişinizden hatırladıklarınızla kendiniz için tekrar kedere boğulurken onun acısını kısmen de olsa yaşamış olursunuz.
Sabahları kalabalık bir kadro ile sayıma gelen memurların büyük gürültülerle demir kapıyı açmaları, küçük mazgaldan aldığınız sınırlı kantin malzemeleri, avlunun dört köşesine yuva yapan serçelerin sesleri, görüş günü bir an hayatın ışığını görüp sonra tekrar o kasvetli karanlığa dönüşü, zamanın bazen bozuk bir saat gibi olduğu yere çakılı kalması, bileğinize takılan kelepçelerle, itilip kakılarak sistemli aşağılanmanız ve dışarısı ile ilgili doluya sığdıramadığınız, azı dolduramadığınız düşünceler ve hayaller. Bir de kronik beslenme ve hareket alışkanlıklarınız değiştiği için ortaya çıkan rahatsızlıklar, artan sindirim probleminiz, kas tutulmaları ve en çok da depresyona bir adım mesafede sizi durduran boşluk ve saçmalık duygunuz. Sık sık anafor gibi içinde kaybolduğunuz nefs muhasebeniz.
Murat Çalık fazladan hayatî riskleri olan sağlık sorunları ile boğuşuyor.
Lösemi riski altında, lenfomanın sınırlarında dolaşıyor, bağışıklık sistemi çökmüş, aşırı kilo kaybetmiş ve başka ciddi sağlık sorunları ile 20 metrekarelik bir hücrede aksayan hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bu genç ve parlak politikacının hayattan beklentileri ile yaşadıkları arasındaki derin ve karanlık uçurumun tetiklediği kâbuslar, duygusal travmalar ve psikosomatik sonuçlar, inanın sizin çok uzağınızdadır. Ancak bir Bergman filminde veya duyguları panayır sergisi gibi ortalığa saçan Dostoyevski romanlarında yine de dışardan seyredebileceğiniz acılar bunlar.
Acıyı hissetmenin ikinci yolu ise çok genel bir özdeşlik kurmaktan geçiyor. Acı çekeninin acısını birebir yaşamıyorsunuz; ama siz de başka acıların esirisiniz. 4 yaşında işitme engeli olan oğlunuza, çok istediği plastik Spiderman oyuncağını alamadığınız için kendinizi eksik hissediyorsunuz, çocuğu mecburen azarlayıp terslerken içinizde büyüyen öfkeyi yansıtacak bir düşman, mahrumiyetinizi paylaşacağınız bir benzerinizi arıyorsunuz. Murat Çalık’ın cezaevinde çektiği sıkıntılarla, parasızlıktan oğlunuza alamadığınız işitme cihazı arasında bir benzerlik kuruyorsunuz.
Çok iyi bir üniversiteden mezun, iki dil bilen, bilgisayarı canavar gibi kontrolüne almış genç delikanlı, bir marketler zincirinde satış elemanı olarak aldığı maaştan biriktirdiği elinde-avucunda ne varsa sevdiği kızı mutlu etmek için harcamış. Kız ise gururuna prim vermemiş, yoksulluğuna takılmış ve delikanlıyı terketmiş. Genç ve yetenekli bir politikacının cezaevi hücresinde çektiği yalnızlık ve çaresizlikle bu genç delikanlının o kadar emek harcadığı halde ele geçiremediği hayaller ve elindeki gerçekler arasındaki uçurum Murat Çalık ile sağlam bir özdeşlik kurmaya yeterli değil mi?
İkisi ergenlik çağına girmiş dört çocuğunu doyurmak için, mutfak parasını her aldığı malzemeyi on kere düşünüp harcayan, kocasının çaresizliğini kanıksamış, ama sofraya koyduğu yemeği gına gelmiş vaziyette kaşıklayan yavrularına bakarken çektiği acı da öyle. Muhtemelen Murat Çalık da cezaevinin palmiye yağı kullanılan yemeklerini aynı isteksiz ve zoraki yüz ifadesiyle yemeye çalışıyordu.
Liste çok uzun. Mahrumiyet ve mağduriyet acısını yaşayanlar kimle özdeşlik duygusu yaşarlar, kimin acısını içten ve yürekten hissedebilirler veya Cündioğlu üstadın dediği gibi “düşünürler”?
Duyguların siyaseti
İktidar için babasını, evlatlarını öldüren, annesinin öz be öz dört kardeşini ve babasını, yani dayılarını ve dedesini idam eden Yavuz Sultan Selim’i düşünün. Herkes onu, Osmanlı ülkesini kısa devr-i saltanatında tam üç kat büyüten adam olarak bilir. “Bu kadar acımasız olmasaydı, bu kadar başarılı olabilir miydi?” diye sorabilirsiniz. Bu sorunun cevabını bilemeyiz, sadece siyasî rekabette içinden geldiğimiz gelenek hakkında fikir sahibi olabiliriz. Çok sert, acımasız, ahlâk-vicdan gibi bir kriteri, hatta Allah korkusu olmayan bir dünyadan bahsediyoruz.
Siyaset duygularla yapılmaz, duygular olan biteni çoğu zaman engeller. Duygular hesap-kitap işinin basit birer malzemesidir. Duygulara hitap eden demagogun bile, gün sona ermeden elde etmeye çalıştığı bir sonuç vardır. Hesaplar ise akılla yapılır. Siyaset söz konusu olunca hislerinizle gerçeği yakalayamazsınız, sezgi bile bir yetenek olarak aklın uzantısıdır, duyguların değil.
Tarih, iktidar rekabetinde büyük haksızlıklara uğramış, mağdur olmuş, zulme ve işkenceye uğramış, yok edilmiş birçok mükemmel insanın hatırası ile dolu. “Kral olacak” suçlamasıyla çarmıha gerilen Hz. İsa’nın hikâyesinden koskoca bir din çıkartanlar bile, takipçileri değil ona resmî din unvanı veren Konstantin gibi iktidar sahipleri oldu. İslâmiyet, muzafferlerin dini olarak doğdu ve yayıldı. Hikâyeler hep avcılar tarafından anlatıldığı için aslanların duygularından ve son düşüncelerinden geriye kalan fazla bir iz yok.
Çıkartmanız gereken sonuç şu: İktidar rekabetinde olup biten haksızlıkları, zulümleri ve adaletsizlikleri insaf duygusuna hitap ederek ortadan kaldıramazsınız. “Sizde hiç vicdan yok mu?” sorusu bir duvara çarpıp geri dönerken, bu sözü işiten halk bile bir eziklik durumuna hükmeder. Siyaset güç oyundur, tek çareniz sizi ezen gücü, karşı güçle frenlemek ve durdurmaktır.
Demirtaş’ın mağduriyeti
Selahattin Demirtaş, “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için 9 yıldır hapisteydi. Çözüm sürecinin üzerine bal-kaymak olarak gelen AİHM kararı ile hepimiz “fırsat bu fırsat” beklentisine girdik. Yukarılardaki hesabın ısrarı ile karşılaştık. Suriye’nin karışması, sürecin muacceliyet kazanması, Bahçeli gibi sağlam bir pusulanın kenarda hemen müdahaleye hazır beklemesi eninde sonunda Demirtaş’ın tahliyesini getirecek.
Neden? Siyasetin nesnel şartları, bilhassa bölgesel dinamikler Demirtaş’ı içeride tutan gücü Saray’ın elinden aldığı için. Demokrasi ve hukuka da geri dönülecek. Neden? Milletin âlî menfaatleri ve devletin bekası ancak ve ancak demokrasi ve hukukla korunabileceği için.
Yargı sopası, baskı ve sindirme yöntemleri ile iktidar tekeline koruma sağlıyor. Burada kin, öfke, kıskançlık gibi bir duygu yok, sadece ve sadece korku var: İktidarı kaybetme korkusu. Korkan, sadece kendisini korkutanı yok etmeye odaklanır, başka hiçbir şeyi önemsemez. Siyasî tarihin kanlı trajedileri hep bu korkunun eseridir. Rakibini ezip yok etmeden iktidarını sürdüren güç sahibi neden zulme, haksızlığa, adaletsizliğe sapsın?
Bugün Türkiye’de yaşanan siyasete bulaşmış trajedilerin tamamı bir güç oyunu meselesi, duygusal olaylar değil.
Şayet güç sahipleri, toplum nezdinde çok acımasız görünmeyi mesele ediyorlarsa, çok da güçsüz olmadıklarını ispatlamak için sembolik anlamda Murat Çalık’ı elektronik kelepçe ile cezaevinden ev hapsine alabilirler. Kısaca bu karar, duygusal bir tepkiyle değil bir hesabın ürünü olarak verilir.
Muhalefeti tasfiye edip ülkeyi otoriter bir rejime sürükleme teşebbüsü yüzünden CHP’li politikacılara yaşatılan trajedilerin sona ermesi de duygusal itirazlardan ve “vicdan” arayışından gelmez. Duygular dünyasının dışında iki sağlam dayanağımız var.
Birincisi gücü güçle frenlemek. CHP’nin arkasındaki halk desteği bu güç için fazla bile. Duygusal olarak kurulan yaygın mağduriyet özdeşlikleri, CHP’nin kullanacağı karşı güce yeteri kadar meşruiyet sağlıyor; nitekim meşruiyet açığı iktidarın problemi, CHP’nin değil.
İkincisi ise ülkenin zorunlu ihtiyaçları, bölgesel dinamikler ve devletin milletin beka sorunu, yani Türkiye’nin sürüklendiği nesnel şartların gereği olan akıl ve irade. Bu şartlarda Selahattin Demirtaş’ı içeride tutan iktidar asası gerilimi taşıyamayıp kırılabilir, CHP’yi tasfiye etmeyi de tarihin bir dalga olarak yükselttiği demokrasi ve hukuk ihtiyacı engeller.
Yazarlar
-
Cemile BayraktarVatandaşlık tanımı değişmeli mi? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖzgür Özel’in özgül ağırlığı 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİltica ve mülteciler 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUİslam Dünyası’nın kayıp yılları… 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİyi yönetim üzerine düşünceler 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.07.2025
21.07.2025
19.07.2025
16.07.2025
10.07.2025
4.07.2025
1.07.2025
24.06.2025
21.06.2025
17.06.2025