Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
Kim bu Ümmet?
19.07.2025
16
İslâmiyet’in Hanefî fıkhının ve Maturidî kelâmının, Sünnî gelenekle uyumlu tasavvufun tamamı, ortak paydanız olabilir: Aynı kıble, aynı peygamber, aynı kitap, aynı tefsir, aynı fıkıh. Bunlar yeterli değil, eğer muhalif iseniz ümmetten değilsiniz. Ümmete mensubiyetin tayin edici yegane ölçüsü bu.

Müflis tüccarın eski defterleri karıştırırken bulduğu bir nota benziyor. Düşman bulmakta zorlanan Batı’nın 90’lardaki “Medeniyetler Çatışması”nın ve 28 Şubat’ın generallerinin irtica ile mücadele kampanyalarının reaksiyona sokup yükselttiği İslâmcılığa dair silik bir iz. “Ümmetin birliği” deyince hatıralar canlanıyor, İslâmcılık mezarından çıkıyor, hayaleti aramızda dolaşmaya başlıyor.

Halbuki biz bu ümmet sorununu ne güzel çözmüştük. AK Partili olanlar ve liderine biat edenler, hemen birliğini tesis etmiş ümmetin hâkim sınıfına terfi ediyordu. Müslümanlık için tek ölçü, bu siyasî içtihada tabi olmaktı, itiraz edenlerin imanları bile şüpheliydi. Delili ortada: İktidara muhalif Müslüman toplulukların ve alimlerin tamamı baskı altında, hatta cezaevine girip çıkıyor. Gülen Cemaati, Süleyman Hilmi Tunahan’ın takipçileri, Alpaslan Kuytul Hocanın sevenleri, İhsan Eliaçık, Mustafa Öztürk gibi deniz derya alimler, şu çok faydalı ümmet dairesinin dışında, ağır resmî baskılar altında nefes almaya çalışıyorlar. İslâmiyet’in Hanefî fıkhının ve Maturidî kelâmının, Sünnî gelenekle uyumlu tasavvufun tamamı, ortak paydanız olabilir: Aynı kıble, aynı peygamber, aynı kitap, aynı tefsir, aynı fıkıh. Bunlar yeterli değil, eğer muhalif iseniz ümmetten değilsiniz. Ümmete mensubiyetin tayin edici yegane ölçüsü bu.

Özgür Özel bilindik Kemalist laiklik kalıplarını tekrarlarken yanılıyor. “Sünni Müslümanlık üzerinden yeni bir ittifak kuracak ve aklı sıra bunun üzerinden yeni bir ittifakla yürüyecek” derken Özel’in Sünniliğe yüklediği anlam da gerçeklikle bağını kaybediyor. “Ümmetin birliği” Sünni inancı takip etmiyor, sadece siyasal bir hedef gözetiyor. Dine değil, sadece siyasetin ihtiyaçlarına cevap veriyor, siyasî bir hesap güdüyor.

Ümmet efsanesi:

“Ümmet” aslî anlamına ve tarihsel kullanımına bakarsanız “topluluk” anlamına geliyor. İslâm Ansiklopedisinin “Ümmet” maddesinde aktarılan, Kur’an’daki farklı kullanımlardan ve sonrasındaki bağlamlardan çıkartılabilecek en basit ortak karşılığı bu. Hatta bu kavram özelliği olan bir topluluğu değil, “vasat” yani sıradan bir kalabalığı ifade ediyor. “Okuma yazması olmayan”, “cahil” anlamına gelen “ümmî” kelimesi ümmete mensubiyeti ifade eden bir sıfat.

19. yüzyıldan itibaren bilimi, teknolojiyi üreten ve üzerlerinde askerî-siyasî hakimiyet sağlayan Batı ile karşı karşıya kalınca, Müslüman aydınlar İslâmiyet’e, üstünlük duygusu veren yegâne güç kaynağı olarak dört elle sarıldılar. İslâmcılık, Müslümanların içine düştükleri geri durumu tedavi edecek bir ilaç gibi zihinlerde kök saldı. İslâm son dindi ve modern zamanlara gelene kadar arkasında bilimde, felsefede zengin bir miras bırakmıştı. Batıya ve kendi geçmişlerine karşı dinlerini bir kurtuluş ideolojisine çevirme arayışına giriştiler. Geleneğin bağlı olduğu kavramları modern çağın ihtiyaçlarına göre yeniden tanımladılar. Ümmet de bu kavramlardan biridir.

Gelenekte, aynı dine inanan insan topluluğuna “millet” denirdi. Ümmet, tam olarak bugün kullandığımız “topluluk” kelimesi gibi nötr çağrışımlara sahipti. Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî’si bu karşılıkları tekrarlar. Fazladan “ümmet” kelimesi Ali Suavi referans alınarak “kavim” veya “nation” anlamında da kullanılmıştır. Bu kullanım Türkiye’de 20. Yüzyılın ortalarına kadar fikir eserlerinde sürmüştür.

Kısaca İslâm Ümmeti tabiri yenidir, modern zamanlara aittir.

Siyaset ve inanç:

Siyaset böler, inanç birleştirir.

Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir anında siyasî rekabetin inancın sağladığı güce ve üstünlüğe sırtını döndüğü görülmemiştir. Dinler, iktidarların halkı dize getirmek için kullandıkları ağır silahlar gibidir. Yine bütün dinler ve mezhepler için tarih boyunca geçerli kural: Genel kabul gören din yorumu, iktidarların benimseyip onayladığı ve kurumlaştırdığı din yorumudur.

Bütün mezhepler inanç farklılıklarından değil, siyasî çatışmalardan doğmuştur. Şia, Mürcie ve Haricî mezheplerin doğuşu Ali ile Muaviye arasındaki iktidar mücadelesinin eseridir. Hanefî Mezhebinin gerçek kurucusu Kadılar kadısı Ebu Yusuf, fıkhı etkili bir yönetim aracı haline getirdiği için devlet katında destek bulmuştur.

İnsanın özgür iradesini konu alan kader tartışmalarında insana muhtariyet tanıyan görüşlerin Muaviye tarafından, iktidarın suçlarını ilahî otoriteye yükleme bahanesi bırakmadığı için yasaklanması, felsefenin bile nasıl cendereye alındığını gösterir. Tarih boyunca iktidarlar, itikadi alanlarda bile resmî görüşten farklı tezler öne sürenlere ağır zulümler etmişlerdir. “Ku’an mahlûk mudur?” tartışmasından çıkan “Mihne” zulmü, bunun tipik örneklerinden biridir.

Tarih boyunca siyasî ihtilafların ve çatışmaların Ümmetin Birliği gözetilerek çözüldüğüne dair tek bir örnek bile yoktur. Tersine rakipler dinin zıt yorumlarını arkalarına alarak birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırken, yeni inanç ihtilaflarının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Tekrarlamaktan zarar gelmez. Ana akım İslâm mezheplerinin tamamı siyasî ihtilafların ve çatışmaların eseridir.

O zaman bir mü’minin duası şöyle olmalıdır: “Siyasetin sağlayacağı birlikten, Cenab-ı Hak, Ümmet-i Muhammedi korusun!”

Ümmetin Birliği Çözüm Süreci’ne nasıl bir katkı sağlar?

PKK ile mücadele 90’ların başında helikopterlerden atılan Cihad bildirileri ile ümmetin birliğine vurgu yapılmıştı. Kürtler, Kürt olarak talep ettikleri temel hak ve özgürlükleri önerilen bu din kardeşliğinden çıkartamadıkları için laik bir ulus bilinci geliştirmeye giriştiler. Bugün en üst düzeyde muhatap kabul edilen Kürt siyasetinin Öcalan ve DEM’de temsil edilen aktörleri bütünüyle laik bir siyaset takip ediyorlar. Talepleri laik bir toplum tasarımı üzerine inşa edilen demokrasi ve hukuk. Bu taleplere ümmeti referans alarak cevap veremezsiniz.

Çok daha tehlikeli bir durum: Ümmetin birliği referansı, ülkenin ihtiyacı olan hukukun üstünlüğü ve demokrasi talebini suyu fazla kaçmış dünden kalan lapa bir pirinç pilavı gibi ısıtıp temcit pilavı olarak masaya servis etmeye benziyor.

Son yıllarda siyasetin aşırı kullanımına konu edilip yıpratılan kutsallarımız yüzünden dindarlıkta gözle görünür bir gerileme yaşanıyor. Müteaddit sosyolojik araştırmalar bu durumu kanıtlıyor. Camilerimiz lüks ve şatafat anıtları olarak çoğaldı ama içindeki cemaat azaldı. Ümmetin birliği yara aldı. Daha fazla yara almasın.

Laiklik, tam olarak dinin siyasî istismar konusu yapılmasını, iktidar çatışmasının malzemesi olmasını engellemek için bulunmuş etkili bir formüldür. Siyaset üstün çıkmak için çatışma yaratır ve eline geçen her aracı kullanır. En çok da dinî inançları. 1648’e kadar süren iktidar savaşları inanç bağını topyekûn cepheye sürdüğü için kitleselleşerek yayılmış ve Avrupa nüfusunun üçte birini 30 yıl boyunca bu din savaşlarında kaybetmiştir. Laiklik prensibi, bu acı tecrübeden damıtılmış din ile siyasetin sabıkalı bağını kesen yegane çözümdür.

Sonuç olarak Ümmetin Birliği, tarihin her çağında güç sahiplerinin din siyaseti olarak sahneye çıkmış ve daha fazla bölünme ile sonuçlanmıştır. Sebep siyasetin bölerek ve düşmanlaştırarak sonuç alma çabasıdır.

Tarihte aksine tek örneğini bulamazsınız: Siyaset birleştirmez, din kardeşleri arasında fitne çıkartır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar