Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
“Barış Süreci”nde beklentiler-sorular
18.03.2013
3565

 Toplumsal sistemde mevcut dinamik dengeyi değiştirmeye dönük bir adımı ne zaman nasıl atacağınıza siyasi bir aktör olarak karar verebilirsiniz,  ama o adımın nasıl bir süreci tetikleyeceğini tam olarak önceden bilemezsiniz. Muhtemelen süreç uzak görüşlü olduğunuz ve hazırlıklı olduğunuz oranda beklentileriniz doğrultusunda, diğer müdahillerin beklenmedik hareketliliği oranında da sizin kontrolünüz dışında gelişecektir.

AKP Hükümeti terörü, şiddeti, akan kanı durdurmak için Öcalan’la görüşmeye başlayarak aynı şeritten geri dönemeyeceği bir sürecin içine girdi. Türkiye’de öyle. Bu adım barışa, huzura susamış gönüllerde olduğu kadar nefret söyleminden beslenerek ayakta duran taraflarda da hemen karşılığını buldu. Süreç siyasi, hukuki, kültürel etik bir dizi tartışmaya yol açarak, “PKK terörünü bitirme” hedefinin de ötesinde bir “Barış Süreci” haline geldi.

Eğer süreç gerçekten bir “barış süreci” olacaksa, anayasası, hukuksal çerçevesi, idari, yönetsel yapısı ile sonuçta ortaya yeni bir Türkiye çıkacak demektir. Devletin toplumuyla barış aradığı böyle bir süreçte hükümetin muhatabı sadece Öcalan, Kandil, BDP olamaz. Böyle bir Türkiye kapalı kapılar ardında hazırlanamaz. Düşünen, yazan, özleyen demokrat beyinlere kamuoyuna haksızlık, saygısızlık olur bu. Süreç açık ve şeffaf olmak durumundadır. Herkes görüşünü ortaya koymalıdır. Tutanakların basına sızması bu açıdan yararlı olmuştur. 

Sürecin İmralı-hükümet arasında sıkışıp kaldığını söylemek de haksızlık olur. Basında, televizyonlarda son derece verimli tartışmalara tanık oluyoruz. Bu tartışmalar kamuoyunun geleceğe hazırlanması açısından son derece önemlidir.

Süreç kamuoyunda barışa dönük bir iyimserliğin kapısını araladı. Bazen siyaset cambazlığı, bazen etnik milliyetçiliğe dayalı nefret söylemi, bazen statüko özlemi temelli itirazlar olsun, bazı provokasyon denemeleri olsun kamuoyunda yükselen barış özlemi karşısında tutunamıyorlar, cılız kalıyorlar. Bu, sürecin olumlu sonuçlanacağına olan iyimserliği destekleyen bir gelişmedir.

Cevabı merak edilen soru şu: Sayın Erdoğan ve hükümeti “terörü bitirme” iddiası ile başlattığı barış sürecini sonuna kadar götürecek kararlılığa ve derinliğe sahip mi? Kürt, Türk demokrat kamuoyunda sürecin genişlemesiyle oluşan beklentilere cevap verecek bir hazırlığı, bir programı gerçekten var mıydı? Sürecin başarılı ya da başarısız olması durumunda ülkede ve bölgede olası etkileri ve değişmeyi yeterince öngörebiliyorlar mı?

Sistem Başkanlık sistemine dönüşecekmiş, tamam dönsün. Erdoğan başkan olacakmış, ona da eyvallah.

Peki, ama nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız. Nasıl bir anayasaya, nasıl bir başkanlık sistemine sahip olacağız? Devlet Türk devleti olmaktan çıkıp Türkiye Devleti olabilecek mi? Hala bu ülkenin vatandaşı olabilmek için ille de “Türk” mü olmak gerekecek? Mevcut anayasadaki “değişmez” maddeler korunarak bu nasıl olacak? Yerel yönetimleri güçlendirecek özerkleştirecek misiniz? İnsanlar çocuklarının ana dilinde eğitim aldıklarını görebilecekler mi? Okullarda okutulan tarih, edebiyat bu ülkede yaşayan her kültürün tarihi, edebiyatı haline gelebilecek mi? Devlet bütün insanlarını kucaklayacak, onların haklarını güvence altına alacak mı?

Sürecin başarılı olup olmaması da aslında bu köklü adımlara bağlı değil mi? Aklı başında olan herkes bunu görebilir. İlginç olan “Terörist Başı” ilan ettiğimiz Abdullah Öcalan’ın da süreçten PKK adına beklentileri, koşullarının iyileştirmesine ek olarak aşağı yukarı bunlar. “İmralı Tutanakları” bunu ortaya koyuyor.

PKK’nın kullandığı şiddet yöntemine başından beri karşı çıkan, ancak bu gün taleplerinin Öcalan’ınkilerle örtüştüğünü gören bir demokratın bu durumda ne demesi gerekiyor? “Hal böyleyse Abdullah Öcalan’la, Kandille sorunları görüşerek çözün, sizi destekliyoruz” mu demeli? Gayet makul, savunulabilir insani haklar olan, fakat geçmişte iki toplum arasında onca acıya, onca gözyaşına, maddi manevi onca kayba mal olan bu taleplerin hala şiddet tehdidi üzerinden konuşuluyor olması, sizce de yeterince yüz kızartıcı değil mi?

İyi de sürecin böylesine kangrenleşmesinin, bunca cinayetin, işkencenin, katliamın, maddi manevi yıpranmışlığın hesabını kimden soracağız? İçtiğimiz kan değil, kızılcık şerbetiymiş mi diyeceğiz? İşlediğimiz suçları kabul edip, çocuklarımızdan af dilemeyecek miyiz?

Bunları intikam duygularını bilemek amacıyla söylemiyorum. Tam tersi acılarımızı barış yoluyla dindirmekten, çocuklarımız için bu umudu gerçeğe dönüştürmekten başka çaremizin olmadığını görelim diyorum. Gün, suçumuzu kabul etme, borcumuzu ödeme günüdür diyorum. Daha fazla gecikemeyiz, çocuklarımıza huzur içinde yaşayacakları bir yarını hazırlamayı daha fazla erteleyemeyiz diyorum.

Bunları söyleyince bazılarından gene AKP’nin kuyruğuna takılıyorsunuz suçlamaları gelecek, biliyorum. 81 referandumunda “Yetmez ama evet” dediğimiz için bazı “yol arkadaşı” bildiklerimiz tarafından “aforoz” edildik. Ama o adımlar getirdi süreci bu noktaya, bu inkâr edilebilir mi?

Yargı sorunlu, eğitim sistemini Arap saçına, yapboz tahtasına döndü, doğru. Basına müdahaleler, dini referansa dayalı yaşam alanı müdahaleleri canımızı sıkıyor, bu da gerçek. AKP’nin yönetimi altında öğrencilerin, işçilerin, memurların, köylülerin hak arama çabalarına karşı yapılan sert müdahalelere, AB perspektifinden uzaklaşılmasına da hep karşı çıktık, gene çıkacağız. Ama refah, sosyal barış, çoğulcululuk, sivil toplum, hak arama, demokrasi, sosyal devlet göstergelerine baktığımızda, 2013 Türkiye’sinin 2002 Türkiye’sine göre daha geride olduğu söylenebilir mi?

Dahası bu göstergeleri daha da iyileştirecek, mevcut politikaları daha da ileriye götürecek gerçekleşebilir başkaca alternatif bir program da ortada gözükmüyor. Bazı CHP’lilerin MHP’lileştiği, bazı solcuların CHP’lileştiği, bir kısım dini referans alanların da demokrasi ile tanıştıkları karmaşık bir süreçten geçiyoruz. 2000’li yıllardan buyana kartların yeniden karılıp dağıtıldığı bir oyun bu.   

Anayasayı, idari, siyasi, hukuki yapıları yeniden yapılandıracak bir sürecin içine bu koşullar altında giriyoruz. Hal böyle iken AKP ve BDP dışında mevcut siyasi partilerin sürecin ciddiyetinin farkında olduklarına dair bir belirti de ortada görünmüyor. Yeni anayasa ile ilgili oluşturulan uzlaşma komisyonu uzatmaları oynuyor, oradan bir sonuç çıkmayacağı ortada. Şimdi gelinen bu nokta da AKP ve BDP başkanlık sistemi değişikliğini de öngören yeni bir anayasa teklifinde anlaşıp meclisten geçirirlerse, teklif referanduma gidip önümüze gelirse ne yapacağız? “AKP’den ne gelirse kötüdür” deyip gene “hayırcı” mı olacağız?

Elbette teklifin içeriğine bakacağız.Yerel yönetimlerin özerkliği“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na uygun bir biçimde kabul edilmiş mi edilmemiş mi? Vatandaşlık tanımı “Türklük” temelinde değil de  “Türkiye” ye bağlılık temelinde belirlenmiş mi belirlenmemiş mi? Kendi payıma ben bu iki temel göstergeye bakacağım. Yani yerelleşme, anayasal vatandaşlık, hukukun üstünlüğü, katılımcılık, sosyal devlet göstergelerinde 82 anayasasından daha ileri bir metne bazı olumsuzluklar içerse de gene “yetmez ama evet” diyeceğimi kendi payıma şimdiden açıklayabilirim.

Siyasette “sağduyu” denen şey, olabileceklerin içinden en mümkün olanı görebilmek ile ilgilidir. Siyaset kültürü bunu öğretir. Türkiye’de de bu halk bu sağduyuya sahip olduğunu, bu güne kadar eline geçebilen her fırsatta gösterdi aslında.

Gene geliyoruz aynı soruya. AKP hükümeti siyasi tabuları, geleneksel refleksleri kırabilecek; kapısını araladığı “barış süreci”ni devam ettirebilecek mi? Yoksa bütün bunlar geleneksel köşe kapmaca oyununun bir parçası mı? Erdoğan, “hele bir Başkanlık sistemini kotarayım, ipleri bir ele alayım, gerisi Allah kerim” mi diyor içinden. Bu kuşkularımızı giderecek veriler de ne yazık ki elimizde yok. Niyet okumak da bizim işimiz değil. Bildiğimiz bir şey varsa toplumsal yaşamın bir ekip elinde böylesine manipüle edilemeyeceği, edilirse de bu manipülasyonu yapan o siyasi hareketin bir daha iflah olamayacağı, insanların yüzüne bakacak cesareti bir daha bulamayacağı. İnsanımızın böylesine fütursuzca ateşle oynanmasına bir kez daha izin vermeyeceğine inanıyor olmamız.

Kesin olan bir şey varsa o da eskisi gibi yaşamanın mümkün olmadığı bir dönemece doğru yol aldığımızdır. Ya Türkler ve Kürtler bu topraklar üzerinde diğer halklar ile işbirliği içinde bölgede kader birliği etmesini, el ele, omuz omuza, gönül gönüle vermesini bilecek; Orta Doğudaki diğer kültürlere bir arada yaşanabileceğini gösterecek. Bölgede güvenli bir yaşamın, güç birliği içinde gelişmenin yollarını açacak. Orta Doğu üzerindeki oyunlara birlikte son verecek. Ya da Suriye’de tanık olduğumuz şiddet bütün bir bölgeyi içine alacak şekilde genişleyecek.

Siyasetin makul olanı düşünmek gibi bir sorumluğu var. Bu ülke hepimizin!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar