Alper GÖRMÜŞ
İlk bakışta pek anakronik göründüğü, “nereden çıktı şimdi bu” denebileceği için üçüncü bölümünü okumakta olduğunuz “Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu” dizisine bir “sabitlenmiş sunum” yazmış, bu sunumun her bölümün sonunda tekrarlanacağını söylemiştim. Fakat -güncel olaylar gerektirdiğinde- bu sunuma ilave bazı taze-güncel gerekçeler yazmanın yerinde olacağını düşündüm. Doğrusu, dizinin ikinci bölümünü yayımladığım 26 Aralık’tan bu yana geçen iki haftada yaşananlar, bunun şart olduğunu söylüyor bana. O nedenle üçüncü bölüme geçmeden önce bu çerçevede birkaç şey söylemek istiyorum.
Yüksel Çetkin adlı bir X platformu kullanıcısı bu diziyle ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
“Yazdıklarınızı birebir yaşadık zaten, anlattıklarınız malumun ilanı, başlatmak istediğiniz yazı dizisi anlamını kanaatimce yitirmiştir, bugün yazdıklarınız sıkıcı dahi geldi bana, bu minvalde devam edecekseniz emeğinize yazık derim. Anakronik bir yazı dizisi olma yolunda.”
Doğru, yazdıklarım ve yazacaklarım malumun ilamı, fakat ben esasen olgusal bir döküm yapacağımı baştan söylemiştim… Bunları hatırlatmanın faydasız bir anakronizm olduğu eleştirisine gelince: Şu son iki haftada yaşananlar, laik kesimin bu dizide örneklerini gösterdiğim ve göstereceğim propaganda ve ‘eylemlilik’ çizgisinin nelere mal olduğu hakkında hiç düşünmemiş olduğunu göstermiyor mu? Ben bu diziyi, hakikatin ‘faydalı’ çarpıtılışı üzerine kurulmuş propaganda ve eylem çizgisinin sadece kendisiyle mücadele edilene yaradığını, onu mağdur haline getirdiğini ve buradan büyük bir siyasal kazanç elde ettiğini göstermek için yazıyorum.
AK Parti artık mağdur değil, fakat ona karşı hakikatin ‘faydalı’ çarpıtılışı üzerinden mücadele yürütenlere teşekkür edecek ve bunu kendi kitlesi nezdinde gole çevirecek kadar mahir. (“Olguların ‘faydalı’ çarpıtılışı konusunda AK Parti’nin eline kim su dökebilir” diyenler tamamen haklı fakat burada konumuz o değil; o konudaki örnekleri yazılarımda zaten yeri geldiğinde aktarıyorum, burada konumuz AK Parti’nin aynı yöntem kendisine karşı uygulandığında bunu nasıl gole çevirdiği ve laik kesimin bunu bir türlü anlamaması. Ayrıca şu da var: Muhalefet, iktidarın ‘faydalı’ çarpıtmalar temelinde yürüttüğü propagandayı bırakın gole çevirmeyi geri çevirmekten bile aciz bir görünüm sergiliyor.)
Son iki haftada yaşanan iki büyük olaya bakalım… Süper Kupa finali üzerinden yürütülen ‘faydalı’ çarpıtmalar geldi bir duvara tosladı; en son Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç muhalefetin konuyu çarpıtarak siyasallaştırmasının iki kulübe büyük zarar verdiğini söyledi. Koç, bu süreçte “en az sıkıntılı” tarafın Suudlar olduğunu da ilave etti sözlerine.
1 Ocak’ta Galata Köprüsü’nde yapılan mitingde “Hilafet çağrısı” yapıldığı iddiaları da Hilafeti gerçekten de isteyen ve savunan Hizb-ut Tahrir grubunun ondan iki hafta önce düzenlediği yürüyüşün bu mitingin parçası gibi sunulması sayesinde mümkün oldu. Türkiye’de Hizb-ut Tahrir dışında Hilafet isteyenlerin sayısı belki ancak bu örgütün üyeleri ve sempatizanları kadardır ve o da ancak 70-80 bin kişi eder. Günlerdir, “Hilafet çağrısı yapan adama yumruk atan pırıl pırıl yurtsever genç” propagandası yapan laik kesimin gazetecileri, kanaat önderleri Türkiye’de bir Hilafet tehlikesinin olmadığını elbette bilir, fakat ne gam? Değil mi ki bu sayede laik bir kabarma mümkün hale geliyor, o halde koyver gitsin.
Muhalefetin “gerçek sorunlar dururken Hilafet çağrılarıyla uğraşıyoruz” mırıldanmaları ise bunu gündem yapanın bizatihi muhalefetin kendisi olduğunu düşününce çok tuhaf kaçıyor. Ama şikâyet haklı: Evet, bu iş iktidara yarıyor. İktidar bu sayede ülkenin gerçek sorunlarının arka plana itildiğinin farkında ve tabii ki çok memnun.
Hele hele yumrukçunun savunulması… Henüz yara taze ve etkisi hissedilmiyor fakat laik kesim bu işten çok büyük bir ahlaki hasarla çıkacak. Kabarmış duygular sakinleşip de “Rejim düşüp Hilafete dönmek üzereyken bir yumrukla tehlikeye dur diyen Atatürk genci” anlatısının saçmalığı ortaya çıktığında geriye Oya Baydar’ın tespit ettiği şey kalacak:
“Bu kertede bölünmüş, cepheleşmiş, nefret söylemiyle kirletilmiş, öfkesi burnunda, şiddete meyyal kılınmış bir toplumda, -kime olursa olsun- yumruk atanı alkışlarsanız, eline sağlık der, desteklerseniz; LBGT+’nın gökkuşağı flamasını veya Atatürk fotoğrafını taşıyana, DEM Parti flaması veya bir Kürt liderin, siyasetçinin posterini taşıyana, partinizin bayrağını, amblemini taşıyana, herhangi bir dinî simge taşıyana, kısa etekliye veya çarşaflıya yapılan / yapılacak saldırıları eleştirme, kınama, lanetleme hakkınız kalmaz. ‘Benim yumrukçum iyi, ellerin dert görmesin ama ‘öteki’nin yumrukçusu bana vurursa yaygarayı kopartırım’ zihniyeti; ‘benim katilim /teröristim iyi, ötekininki kötü’den nitelik olarak değil, sadece nicelik olarak farklıdır.”
Ya da Nihal Bengisu Karaca’nın tespit ettiği şey:
“Ege Akersoy’un uyguladığı şiddete kurumsal düzeyde sahip çıkan bazı ‘muhalefet’ siyasetçileri tabana şu tehlikeli mesajı vermiş oldular: Lafa cumhuriyet diye girmek koşuluyla hayatının baharında olan her genç babası yaşındaki adamı dövebilir.”
Bunları hatırlatıyorum, çünkü bu dizide anlattıklarım bir anlamda “bugün ne yapılmamalı” sorusunun cevabını veriyor, dolayısıyla kesinlikle ‘anakronik’ değil.
Belki kendime şöyle bir eleştiride bulunabilirim: “Görüyorsun ki geçmişi hatırlatmak faydasız; kimsenin geçmişten ders almaya niyeti yok, o halde hâlâ neden hatırlatıyorsun bunları?”
Doğrusu şu iki haftada yaşananlar, işte bu nedenle diziye devam etmedeki motivasyonumu hayli azalttı. Fakat devam edeceğim, belki yanılıyorumdur, belki bunları hatırlamak yine de bir biçimde anlamlıdır diye… Belki bugün değilse bile yarın bir zamanlar ülkede neler olduğunu merak edenler olur diye…
Bu uzun parantezden, taze gerekçeden sonra artık üçüncü bölüme geçebiliriz…
Önceki bölümlerde söylediğim gibi bu dizi 2012’de yazmaya başladığım fakat bitirdiğimde yayımlamayı uygun bulmadığım ‘2007’ başlıklı kitabın tefrika edilmiş hali. Kitabın kurgusu kronolojikti fakat başlangıçta 2005’te ülkede birdenbire başlayan olayları anlatmayı uygun bulmuş, sonra 2003-2004’e dönmüştüm, burada da aynı kurguyu sürdüreceğim. (Dizinin önceki bölümlerini okumamış olanlar 2012’de kitabı neden yayımlamadığımı bu bölümün sonundaki, ‘sabitlenmiş sunum’dan öğrenebilirler.)
***
Ülke 2005’ten itibaren ısıtılıyor, ceketler çıkartılıyor
2005’ten itibaren ülkede ilginç bir şey olmaya başladı… Sanki, 2003-2004 darbe girişimcilerinin günlüklerinde anlattığı, arzu ettiği şey olmaya başlamış, ülke, içlerinden kesif provokasyon kokusu yayılan birtakım eylemlere, gösterilere sahne olmaya başlamıştı.
Bu dönemin başlangıç tarihi olarak, 21 Mart 2005’teki Nevruz gösterilerinden bir gün sonra Mersin’de gerçekleştirilen “bayrak yürüyüşü”nü almak yanlış olmayacaktır… Nevruz gösterilerinde, çocukların gerçekleştirdiği bir “bayrak yakma” girişimi önce Mersin’de (22 Mart 2005), ardından yurt çapında büyük bir “milliyetçi öfke”ye ve “bayrak mitingleri”ne yol açmıştı. Mersin olaylarından iki hafta kadar sonra Trabzon’da ortaya çıkan (6 Nisan 2005) linç girişimi ve onu izleyen benzer olaylar da ülkede birdenbire beliriveren provokatif gösteriler kuşağının ikinci halkasını oluşturuyordu.
Radikal gazetesi 11 Nisan 2005 tarihli sayısında, süreci şöyle özetledi:
“Olaylar, 21 Mart’ta Mersin’deki Nevruz kutlaması sırasında birkaç çocuğun Türk bayrağını yere attığına ilişkin haberle başladı. ‘Bayrak hassasiyeti’ bahanesiyle yapılan ilk eylemin adresi 22 Mart’ta Mersin’deydi. Ülkü Ocakları üyesi bir grup, Tevfik Sırrı Gür Lisesi’ne saldırdı, yolda uzun saçlı bir genci tartakladı.
“Gerginlik, 22 Mart’ta yapılan Genelkurmay açıklamasıyla ‘resmiyet’ kazandı. Açıklamada, ‘sözde vatandaşlar’ ifadesi kullanılırken, RTÜK de TV’lerin, ekranlarına Türk bayrağı koymasını istedi. Kamu-Sen Ankara’da bayrak dağıtırken, Üsküdar’da MHP’liler, DEHAP ilçe binasını bastı. DEHAP, ‘Türk bayrağı bizim de bayrağımızdır’ dedi. Bayrağı ‘yaktıkları ve yere attıkları’ ileri sürülen, dördü 15 yaşından ve biri de 18 yaşından küçük altı çocuk tutuklanırken, 24 ve 25 Mart’ta tüm kentlerde bayrak eylemleri başladı.
“Olaylar, Konya’nın Çumra ilçesinde doruğa çıktı. MHP’liler, İç Çumra beldesinde Kürtlerin oturduğu yere, ‘Kürtler defolun’ sloganıyla yürüdü, ev ve işyerlerini taşladı. Ertesi gün evleri taşlananlardan üçü dövüldü. 28 Mart’ta Isparta’dan bir ‘milli hassasiyet’ haberi daha geldi. Sütçüler Kaymakamı Mustafa Altınpınar, ilçedeki tüm Orhan Pamuk kitaplarının toplatılmasını ve imha edilmesini istedi. Ancak ilçede Pamuk’un kitabı bulunamadı.”
Her şey Mersin’le başlamıştı ama 6 Nisan’da Trabzon’da ortaya çıkan linç girişimi, kaynatılmaya çalışılan kazanın altındaki ateşe atılan yeni odunlar olarak algılandı ve bu niteliğiyle “bayrak mitingleri”nden daha büyük bir tedirginliğe yol açtı.
O günlere biraz daha yakından bakalım…
7 Nisan 2005 tarihli Hürriyet gazetesinin manşetine yerleşen “’Öfke’ sokağa taştı” manşeti Mersin mitinginin Trabzon’daki yankılarına dairdi:
“Mersin’de bayrağa yönelik saldırı, sokaklardaki tansiyonu yükseltti. Dün Trabzon’da tutuklu yakınları adına izinsiz bildiri dağıtan grup polise direnince, 2 bin kişinin saldırısına uğradı.”
Olayların ortaya çıkış ve gelişme biçimi, şayet polis de eski refleksleriyle hareket etseydi, “devletinin” yanında “devlet düşmanları”na hadlerini bildirmek üzere hareket eden kalabalığın, kıstırdığı dört kişiyi linç edeceğini gösteriyordu.
Neden böyle olacağını ve Trabzon’daki olayın gerçek karakterini daha iyi anlayabilmek için, Hürriyet‘in haberinin içinde biraz daha ilerleyelim:
“Kalabalık, ‘Türkiye, Türkiye’, ‘Burası Trabzon, burdan çıkış yok’, ‘Burası Mersin değil’ ve ‘Bayrağı yakanı biz de yakarız’ sloganları atarak, bildiri dağıtan 4 kişinin kendilerine verilmesini istedi. Takviye polis ekipleriyle birlikte olay yerine gelen Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, bir binanın penceresine çıkarak megafonla kalabalığı sakinleştirmeye çalıştı. İstiklal Marşı ile Gençlik Marşı’nı söyleyen öfkeli kalabalık, ‘Onları bize verin’ sloganları atarak polisin 4 kişiyi sakladığı iş hanının çıkışını tuttu. Bunun üzerine olay yerine gelen Çevik Kuvvet ve Özel Harekât ekipleri, 4 kişiyi arka kapıdan çıkararak zırhlı araçla bölgeden uzaklaştırdı.”
Saldırıya uğrayanlar, cezaevlerindeki siyasi tutukluların durumunu protesto etmek amacıyla hazırladıkları bildirileri dağıtmak isteyen Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) üyeleriydi… Olayları canlı bağlantılarla izleyen yerel televizyonlar, manipülatif ve gerçek dışı yayınlarıyla kalabalığı kışkırtıcı bir rol oynamıştı. Bu yayınlara göre bildiri dağıtan grup PKK bayrağı açmış, Türk bayrağını ise yakmıştı.
Yerel televizyonlardan birinin altı özellikle çizilmeli… Eski adı Kadırga olan Kasırga televizyonu bu türden provokatif yayınlarıyla ünlüydü çevrede. Sahibi, daha önce Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) “millîci” olduğu gerekçesiyle övülen “İslamcı” bir tarikatın da lideri olan Haydar Baş’tı. Kasırga televizyonu, TAYAD’lılar henüz bildiri dağıtmaya başlamadan önce alt yazıyla üç kez çarşıda bildiri dağıtıldığına dair alt yazı geçmişti.
Trabzon’da gösteri yapan TAYAD üyelerinin PKK bayrağı açtıkları yalanı da burada not edilmeli… Çünkü daha sonra TAYAD’lıların gerçekleştirdikleri bazı gösterilerde de “PKK bayrağı” iddiası ortaya atılacak ve halk linçe çağrılacaktı. Belli ki, TAYAD’lıların benimsediği “sol” ideoloji üzerinden, “komünizm tehlikesi” üzerinden “fonksiyonel” bir öfkenin üretilemeyeceği, el altından bu işleri planlayanların hesaba kattıkları bir bilgiydi… “Kızıl bayrak” artık iş görmüyordu ama “PKK bayrağı” öyle değildi!
Erdoğan: “Halkımızın hassasiyetlerine herkes saygı duysun”, Arınç: “Dört kişi bildiri dağıtmak istiyor, izin verilmiyor, olay çıkıyor. Bu nasıl özgürlük?”
Olaylara AK Parti’nin en tepesinden iki farklı yorum geldi.
Başbakan Erdoğan, bildiri dağıtanları suçlayıp “halkın milli hassasiyetleri”nin zorlanmaması gerektiğini savunurken, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç, tam tersine bildiri dağıtanların “demokratik hak”larını savunuyor, saldırganların eylemlerinin hükümete ve onun Avrupa Birliği (AB) hedeflerine yönelik olabileceğini savunuyordu… Arınç’a göre, Trabzon olaylarının ardından, “toplumda panik yaratacak başka olaylar da olabilir”di.
İktidarın tepesinden gelen iki zıt görüş, ayrıntılarıyla şöyleydi.
Erdoğan: “Özgürlükler ve demokrasi kimsenin kötüye kullanamayacakları kadar yüce ve evrensel değerlerdir. Trabzon’da olan olaylarda, tabii ki halkımızın hassasiyeti çok ama çok önemli. Halkımızın bu hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak herkes kendi tavrını belirlemelidir ve halkımızın bu milli hassasiyetlerine dokunulduğu zaman, şüphesiz ki bunun tepkisi farklı olacaktır.”
Arınç: “Trabzon’da linç etmeye varan olaylar yaşandı. İşin çığırından çıkma eğilimi ve siyasi sorumluluğu var. Olayları kullanarak, AB’ye üyelik süreci ve hükümete karşı başka siyasi amaçlar güdenler olabilir. Bu süreci baltalayacak başka olaylar da olabilir. Milliyetçiliği şovenizme kaydırmak isteyenler hükümeti, Meclis’i yıpratmak, AB sürecini engellemek, Meclis’te parçalı siyaseti amaçlıyor olabilirler. Dört kişi bildiri dağıtmak istiyor, izin verilmiyor, olay çıkıyor. Bu nasıl özgürlük? Arkadan başka şeyler de yaptırıyorlar. Toplumda panik yaratacak başka olaylar olabilir. Bunlardan ders çıkarmak gerekir.”
Başbakan Erdoğan’ın tavrı gerçekten de ilginçti… En azından, bir gün ihtiyaç duyabileceği kaygısıyla, toplumdaki “milli hassasiyet sahibi” kesimlerle ilişkileri her zaman “dostane” bir seviyede tutma çabasını yansıtması açısından…
Başbakan ertesi gün de Trabzon’daki olayların “planlı olduğunun söylenemeyeceğini” ifade ederek katıldı tartışmaya… Başbakan belli ki birilerinin “odayı ısıtmaya” koyulduğunu, ısınan odada bunalan “milli hassasiyet sahibi” başka birilerinin de “gömleklerini çıkarmaya” başladığını, bu işlerde “plan”ın böyle kurulduğunu ve böyle işlediğini henüz anlayamamıştı o günlerde…
Başbakan Erdoğan’ın en tepeden yaptığı “milli hassasiyet” uyarıları, aşağılara doğru gidildikçe “milli hassasiyet sahibi vatandaşların linç hakkı”nı savunma noktasına kadar varabiliyordu… Bu olaylardan 7 ay kadar sonra, bu kez Rize’de yine TAYAD’lılara yönelik linç girişimi sırasında bir AK Parti milletvekili ile Rize’nin AK Parti’li belediye başkanının sözleri, o günlerde “odayı ısıtma”nın en gözde araçlarından biri olan linç girişimlerini arka planda ellerini ovuşturarak izleyen birilerini pek memnun etmiş olmalıdır…
AK Parti Rize Milletvekili Abdülkadir Kart’ın sözleri:
“Devletine ve milletine son derece bağlı Karadeniz insanı onlara gerekli dersi verdi. Derslerini aldılar. Bir daha buraya gelmeye cesaret edemezler.”
Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı da olaylardan hemen sonra şöyle konuşmuştu:
”Pencereden, belediye binası önünde birilerinin tartıştığını gördüm. Sonradan öğrendim ki, TAYAD üyeleri pankart açmaya çalışmış. Eğer onlar olduğunu bilsem, inip ben de vururdum. Kimsenin, insanımızın sabrını taşırmaya hakkı yok. Halkımız gereken cevabı verdi. Gelirlerse çok farklı olur. Bir daha kolay kurtulamazlar.”
Başbakan Erdoğan’ın zihniyet dünyasının her zaman bir bölümünü işgal eden “milliyetçiliği”, 2005’te Arınç’ın gördüğünü onun görmesini engellemişti…
Benzer bir durum -yeri geldiğinde ayrıntısıyla inceleyeceğimiz gibi- yine o yıllarda doğrudan kendisini, partisini ve hükümetini hedef alan “anti-misyoner faaliyetler”in gerçek içeriğini algılayamamasında ortaya çıkmıştı. Bir farkla: Bu defa gerçeği görememesine yol açan şey “milliyetçiliği” değildi; zihniyet dünyasının en geniş bölümünü oluşturan “İslamcılığı” yol açmıştı aynı sonuca.
(Şimdi kitaptan ayrılalım ve bu bölümü, Etyen Mahçupyan’ın beni bu diziyi yazmaya kışkırttığını söylediğim cümlelerinden birini hatırlatarak bitirelim… Söylemeye gerek yok ama, lütfen bu cümleyi, Erdoğan ve Arınç’ın 2005 olaylarını değerlendirmesindeki farkı aklınızda tutarak okuyunuz:
“Kendi kabahatinle yüzleşmek istemezsin. Laik kesim ne yapıyor şimdi, bugünkü AK Parti’yi geriye projekte ederek kendini aklamaya çalışıyor: AK Parti zaten böyleydi, Tayyip Erdoğan zaten bu kafadaydı diyor. Şurası doğru, Erdoğan büyük ölçüde aynı kafadaydı ama AK Parti’yi Tayyip Erdoğan yönetiyor değildi, çok başka bir koalisyon yönetiyordu. [Laik kesim bunu idrak edebilseydi] AK Parti’de yaşanan bütün tasfiyelerin sonucunda neyi kaybettiğimizi de anlayabilirdi.”)
——————————
SABİTLENMİŞ SUNUM
“Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu” başlıklı bu dizi çok uzun sürecek, çünkü aşağıda okuyacağınız gibi 10 yıl önce kaleme alınıp yayımlanmayan bir kitabın yeni ilavelerle tefrika edilmiş hali bu…
Dizi arasına zaman zaman güncel yazılar da girecek, dolayısıyla diziyle ilk kez karşılaşacak olanların “nereden çıktı bu” dememesi ve önceki bölümlerle bağlantısını kurması için böyle bir “sabitlenmiş sunum”u gerekli gördüm. Bu sunum her bölümün sonunda tekrar edecek.
***
Demokratlık ve liberallik Türkiye’de ne zamandır küfür terimi olarak tedavülde… Küfrü daha da okkalı kılmak için onlara kestirmeden “yetmez ama evet”çi deniyor. Bu damganın ne kadar işlevsel olduğu, yeni bir TV dizisinde yer alan “O vatan haini ‘yetmez ama evet’çi içerde mi” repliği etrafında sosyal madyada düzenlenen şenlik üzerinden bir kez daha ortaya çıktı.
“Yetmez ama evet”çilere karşı yıllardır sürdürülen saldırganlık, futbol kulübü yöneticilerinin kendi başarısızlıklarının faturasını hakemlere yıkmasına çok benziyor. Aynı onun gibi, seçimle gelmiş bir iktidarı başta TSK olmak üzere ‘kurumlar’ üzerinden hal’etmeye girişerek Türkiye’yi feci bir otoriterliğe sürüklemede oynadıkları rolü görünmez kılmak isteyenler, faturayı “yetmez ama evet”çi dedikleri demokratlara ve liberallere ciro etmek için yıllardır -kabul edelim- başarılı bir performans sergiliyor.
AK Parti demokratların ve liberallerin başlangıç yıllarında kendisine açtığı krediden muhakkak ki faydalandı, fakat onun katbekat fazlasını kendisini ‘iç düşman’ olarak kodlayan modern-laik kesimlerin husumetinden türettiği mağduriyet algısından elde etti; ne var ki demokratlar ve liberaller bitmez tükenmez bir “sizin yüzünüzden” saldırısına maruz kalırken meselenin bu yanı yokmuş gibi davranıldı.
2012 yılının ortalarında, başlığı ‘2007’ olan bir kitap çalışmasına başlamıştım. Niyetim, geniş gazete taramalarıyla ‘her şeyin belirlendiği’ o kırılma yılını ve oraya nasıl gelindiğini anlatmaktı. Olguları peş peşe sıralayınca doğal olarak karşımıza seçimle gelmiş bir iktidarı ‘kurumlar’ı kışkırtarak hal’etme hikâyesi çıkıyordu, yani bir mağduriyet hikâyesi… Ne var ki kitabın yazımını bitirdiğimde artık bizzat AK Parti birilerini mağdur eden bir iktidar kurmaya başlamıştı ve o koşullarda kitabı yayımlamak içimden gelmedi. Ve aradan 10 yıl geçtikten sonra, Etyen Mahçupyan’ın Gülsüm Ekinci’ye verdiği söyleşide (Serbestiyet, 15 Aralık 2023) yer alan şu iki paragraf düşüncemi değiştirdi.
“(…) Çok kısa bir süre AK Parti’nin belki de demokratlığa da gidebilecek bir istekliliği vardı. Ama laik kesimin destek vermemesi AK Parti içindeki dinamiği tekrar eski hamuruna, eski damarına geri döndürdü. Dolayısıyla AK Parti’nin ilk on yılı Türkiye açısından kaçırılmış çok çok büyük bir fırsat. Fakat aslında bunu ne AK Partililer ne de karşısındaki laikler idrak etti.”
(…)
“Kendi kabahatinle yüzleşmek istemezsin. Laik kesim ne yapıyor şimdi, bugünkü AK Parti’yi geriye projekte ederek kendini aklamaya çalışıyor: AK Parti zaten böyleydi, Tayyip Erdoğan zaten bu kafadaydı diyor. Şurası doğru, Erdoğan büyük ölçüde aynı kafadaydı ama AK Parti’yi Tayyip Erdoğan yönetiyor değildi, çok başka bir koalisyon yönetiyordu. [Laik kesim bunu idrak edebilseydi] AK Parti’de yaşanan bütün tasfiyelerin sonucunda neyi kaybettiğimizi de anlayabilirdi.”
İşte bu iki paragrafı okuduktan sonra, 2013’te yayımlamadığım kitabı özetleyerek ama bazı ilaveler de yaparak Serbestiyet’te tefrika etmeye karar verdim.
Bu dizide geçmiş yılları hatırlatıyorum, fakat iktidar bu geçmişi artık bir mağduriyet öyküsü olarak kullanamaz… Geçmişi, laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğunu, ‘kabahatlerini’ hatırlatmak için deşiyorum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025