Alper GÖRMÜŞ
Öncelikle dün T24'te yayımlanan yazımla ilgili pek haksız bir eleştiriye cevap vermeliyim...
“Ataerkil siyasetin sonu” başlıklı yazıda, 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'a televizyonda sorduğum bir soruya aldığım cevabı hatırlatmıştım...
Erdoğan, belediyeye ait bir salonda resim sergisi açan bir ressamın verdiği kokteylde içki sunulmasına izin vermemiş, gerekçesini de “Ben bu şehrin imamıyım aynı zamanda, dolayısıyla İstanbul'da yaşayanların günahlarından da sorumluyum” diye açıklamıştı.
Bazı internet siteleri, yazımın sadece bu paragrafını alıntılayarak “şimdi mi aklına geldi bunu hatırlatmak” sorusunu sordular.
İma ettikleri şey açıktı: Onlara göre, ben bunu ancak şimdi, herkesin Tayyip Erdoğan'a hücum ettiği koşullarda hatırlatmış, böylece korkaklara has bir “belaltı vuruş” gerçekleştirmiştim.
Onlara hatırlatmak isterim: Bu sözleri ilk kez 1994'te genel yayın yönetmenliğini yürüttüğümAktüel dergisinde yayımladım ve kınadım.
Yine, 2008'de Aktüel için kaleme aldığım portreler dizisinde bir kez daha uzun uzun anlattım.
Sonraki yıllarda da Taraf gazetesindeki yazılarımda çeşitli vesilelerle defalarca hatırlattım.
Bu sözlere referans verdiğim son iki yazım, geçtiğimiz yıl tam bu günlerde Taraf gazetesinde yayımlandı:
“1994’ten 2012’ye Erdoğan... 1994: ‘Ben bu şehrin imamıyım’”, Taraf, 5 Haziran 2012.
Ve,
“1994’ten 2012’ye Erdoğan... 2012: ‘Ben her şeyden sorumluyum’”, Taraf, 8 Haziran 2012.
Bu yazılar, geçtiğimiz yazın büyük gürültü kopartan iki tartışmasına dairdi: Sezaryen ve kürtaj.
Yazılarda, Erdoğan'ın, bireylerin tercih haklarına yönelik kaba müdahale çabasının ve yeni toplumsal yaşam modelleri ihdas etme hevesinin, toplumu “daha önce benzerine hiç şahit olmadığımız çok büyük bir gerilimin eşiğine” taşıyacağını savunmuştum.
Bu iki yazıyı peşpeşe bir kez de T24 okurlarının dikkatine sunmak istiyorum.
Böylece hem “Korkak liboş, şimdi mi cesaret edebildin Tayyip Erdoğan'ı eleştirmeye”diyenlere bir cevap vermiş olacak, hem de “Gezi ruhu”nun biçimlenmesinde hatırı sayılır bir rol oynayan Başbakan Erdoğan'ın ataerkil-otoriter tavrının bugün unutulmuş görünen başka tezahürlerine dair bazı hatırlatmalarda bulunmuş olacağım.
Taraf'ta yayımlanan 5 Haziran 2012 tarihli ilk yazı ile 8 Haziran 2012 tarihli ikinci yazı aşağıda...
*****
1994’ten 2012’ye Erdoğan... 1994: ‘Ben bu şehrin imamıyım’
(Taraf, 5 Haziran 2012)
27 Mart 1994 ara seçimlerinin sonuçları açıklanıp da İstanbul’un artık Refah Partili (RP) bir belediye başkanı tarafından yönetileceğinin ortaya çıkmasıyla birlikte şehirde büyük bir panik havası doğmuştu. O günleri, bazı meslektaşlarımın bana yaşattığı bir “travma”dan dolayı (birazdan açıklayacağım) belki en net hatırlayan gazeteciyim...
Sonraki yıllarda sık sık tekrarlanacak olan, “Böyle giderse, şu kadar yıl sonra bu şehirde içki içecek tek bir meyhane bile kalmaz” dizisinin başlamasına neden olan yeni belediye başkanı, son yıllarını RP İstanbul İl Başkanı olarak geçirmiş, 40 yaşında, fazla tanınmayan bir politik figürdü. Adı, Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Şehirdeki “hava”dan söz etmiştim; gerçekten çok tuhaf günlerdi. “Korku” matbaası bütün makinelerini “fısıltı gazetesi”nin emrine vermişti. Şurada bir mini etekli kız sakallı birkaç kişi tarafından otobüsten indirilip ölesiye dövülmüş, burada bir başka mini etekli kızın yüzüne kezzap atılmıştı. Yeni başkan daha şimdiden Nevizade’nin kapatılması talimatını vermişti, yakında Yüksek Kaldırım’daki genelev de kapatılacaktı.
“Laikliğin elden gitmekte olduğu” yönündeki korkular, bütün kesimleri çılgın, zaman zaman da gülümseten tepkilere yöneltiyordu. Aralarından birini hiç unutamıyorum: Bir grup manken, kuvayı milliye kıyafetleriyle podyuma çıkmış, “laiklik mesajı” vermişti, bazılarının arada gazetecilere verdiği beyanatlar da ertesi günkü gazetelerde genişçe yer almıştı: O zamana kadar iç çamaşırı defilelerine çıkmamışlardı, fakat artık çıkacaklardı!
İnternet ahalisinin arayıp da bulamayacağı günlerdi, lâkin o zamanlar internet yoktu!
'Düşünsene; her dört kişiden biri dinci!'
İstanbul’da Tayyip Erdoğan yüzde 25 oy almıştı. Bir arkadaşım, “Düşünsene” demişti bana yüzünde bir dehşet ifadesiyle, “sokakta karşılaştığım her dört kişiden biri dinci!”
27 Mart seçimlerinden birkaç hafta önce Aktüel’in genel yayın yönetmeni olmuştum. İşte o koşullarda, herkesin “nasıl olur, nasıl oldu” diye sorduğu günlerde biz de iki formalık bir “Refah Partisi” ilavesi vermeye ve bu soruları cevaplamaya çalıştık.
Hazırladığımız ilave gerçekten çok doyurucuydu. İyi bir gazetecilik yaptığımıza inanıyordum.
Ne saflık! Öyle günlerde gazeteciliğin gazetecilik kriterleriyle değerlendirilemeyeceğini hesaplayamamıştım! Fakat işin, yakın arkadaşlarım olan rakiplerimiz tarafından, doğrudan “patron”a yazılmış “suç duyurusuyla” Aktüel’den atılmam talebine kadar vardırılacağı aklıma bile gelmemişti: Yediğim halt, RP’li olduğumun açık deliliydi. Peki, bu durumda ben, laiklik konusundaki hassasiyetiyle öne çıkan Sabah grubunda çalışmaya nasıl devam edecektim?Dinç Bilgin ve Mehmet Emin Karamehmet (Akşam grubunun şimdiki patronu o zamanSabah grubuna ortak olmuştu) bunu nasıl içlerine sindireceklerdi? (Abartmıyorum, patronların ismini anarak yapmışlardı “suç” duyurularını.)
Aradan altı ay geçti. Memleketteki hava hiç değişmemişti. İstanbul’un yeni belediye başkanının gazetecilere “icraat”ının ilk altı ayının hesabını vermesi amacıyla düzenlenen televizyon programı için “Kanal 7” stüdyosuna gittiğimde, bunu bir kez daha anladım. “Laik basın”dan sadece ben vardım. Sordum: Birçok ismi çağırmışlardı fakat hiçbiri gelmemişti. Size bugün tuhaf gelebilir, fakat o zamanlar gazetecilerin gözünde ne tek muhafazakâr televizyon olan Kanal 7’nin, ne de seçilmiş de olsa Tayyip Erdoğan’ın bir meşruiyeti vardı. Bu manzaraya ve altı ay önce arkadaş-meslektaşlardan yediğim vurguna rağmen ben hâlâ böyle bir toplantıya katılmanın cesaret gerektiren bir tavır olduğunun farkında değildim. Ta ki, karşımızdaki Erdoğan’a soru soracak gazeteciler arasında yer alan tıp doktoru Hüsrev Hatemi’nin (yeterince gazeteci bulunamamıştı!) küçük bir kâğıda oracıkta yazıp bana uzattığı minik şiiri okuyana kadar: “Alper’deki kalp imiş / Hem alp hem de er imiş...”
'Ben bu şehrin imamıyım'
Recep Tayyip Erdoğan’la bu ilk ve son karşılaşmamızı da anlatmalıyım size...
Sorumu sormadan önce, meslektaşlarım adına bir özeleştiri yapmak istediğimi belirttim: Başkan seçilmesinin öncesinde ve sonrasında kendisine en fazla sorulan sorunun “genelevi kapatacak mısınız?” olmasından ve bunun da “laiklik ve yaşam tarzı” hassasiyeti çerçevesinde dile getirilmesinden duyduğum rahatsızlığı dile getirdim.
Çok memnun oldu. “Böyle gazetecilere canım feda” falan dedi ama, sorumu sormamla birlikte hava birden değişti. O günlerde, Fransa’da yaşayan bir kadın ressamımızın sergisiyle ilgili bir tartışma vardı. Sergi için Belediye’nin bir mekânı kiralanmış, fakat kokteylde konuklara içki sunulmasına izin verilmemişti.
Ben, çiçeği burnunda belediye başkanına, “kendi davetlerinde içki sunmama haklarına saygı gösterdiğimi, fakat sırf mekânın sahibi diye başkalarının davetinde kendini söz sahibi sayma tavrının tehlikeli bir özgürlük kısıtlaması olduğunu” hatırlattım ve şöyle sordum: “Günah olduğuna inanıyorsunuz, peki neden insanları kendi günahlarıyla baş başa bırakmıyorsunuz?”
Gelen cevap biraz “kan dondurucu” türdendi: “Çünkü ben aynı zamanda bu şehrin imamıyım. İnsanların günah işlemesine engel olmak da görevlerim arasındadır.”
Bereket, “korku”dan başka tahlil araçları da olan bir insan ve bir gazeteciydim. Aksi takdirde bu feci cümleyi beynime nakşedip, “bunlar yakında hepimizi keser” çizgisine gelmem işten bile değildi.
'Ben her şeyden sorumluyum'
Buraya kadar yazdıklarımı, Aktüel dergisinde 2008 yazında yayımlanmış Recep Tayyip Erdoğan portresinden aldım.
O portreyi, bilhassa da 18 yıl öncesine dair Kanal 7’deki toplantıyı zihnime yeniden düşüren şey, Başbakan Erdoğan’ın sezaryen ve kürtaj tartışmaları sırasında sarf ettiği, “Bu ülkenin başbakanı olarak her şeyden sorumluyum” cümlesi oldu.
Öz olarak “Ben bu şehrin imamıyım” cümlesiyle hiçbir farkı bulunmayan ve 18 yıl sonra gelen bu yeni çıkış ne anlama geliyordu?
Başbakan Erdoğan’ın, insanların özel hayatlarıyla ilgili olarak düşünce, tavsiye ya da “tebliğ”çerçevesini çok aşan; düşüncenin, tavsiyenin ya da “tebliğ”in dilinden çok uzak, otoriter bir dille bir süredir kamuoyunun tepesinden boca ettiği toplumsal yaşama modellerinin kaynağı neydi?
Toplumu yeniden biçimlendirmeye yönelik bu modeller, kendisini “başkalarının günahlarından da sorumlu” gören bir politik liderin sorumluluk anlayışının ve duygusunun neticesiyse eğer, daha önce benzerine hiç şahit olmadığımız çok büyük bir toplumsal gerilimin eşiğindeyiz demektir.
Peki, Başbakan Erdoğan’ın özel hayat, toplumsal hayat çerçevesinde son seçimlerden bu yana dile getirdiği “model”lerin kaynağı, kendisini “başkalarının günahlarından da sorumlu sayan” bir dindarlık algısının ürünü olabilir mi gerçekten? Doğrusu bugün, bir başka vesileyle 2010 yazında yine sorduğum bu soruya o zaman verdiğim cevabı verebilecek kadar rahat hissetmiyorum kendimi. Şöyle yazmıştım o zaman:
“(...) Erdoğan hiç kuşkusuz başbakanı olduğu ülkede ‘içki içme günahı’ işleyen yurttaş sayısının mümkün olduğu kadar az olmasını ister. Hatta mümkünse hiç içki içilmesin ister. Fakat bugün artık kendisini ‘ülkenin imamı’ olarak görmediğini, ‘herkesin günahı kendi boynuna’ noktasına geldiğini düşünüyorum.”
Eski inanç ve eylem çerçevesine mi dönüyor?
Bugün, 2010 yazındaki kadar rahat olmadığımı ifade ederken neyi imâ ettiğimin farkındayım... Evet, Tayyip Erdoğan’ın 1994’te açık yüreklilikle ortaya koyduğu inanç ve eylem çerçevesinden gerçek anlamda kopmadığını, siyasi pozisyonunu konsolide ettikten sonra o çerçeveye yeniden dönmeye karar vermiş olabileceğini bugün ciddi ciddi düşünüyorum.
Beni bu yönde düşünmeye sevk eden şeylerden biri de, Erdoğan’ı yakından tanıyan ve ona sempati duyan dindar bir arkadaşımın, ona yönelttiğim “Erdoğan’daki değişimi nasıl açıklıyorsun” soruma verdiği cevap oldu. Arkadaşım, benim bu yazıda ifade ettiğim düşüncelerimden habersiz olarak, “Yanılıyor olabilirim ama” deyip devam etti: “Benim algılamam, Tayyip Bey’in kendisini aynı zamanda bir dinî figür olarak gördüğü yönünde... Dolayısıyla siyaseti yönetmek onu kesmiyor olabilir.”
İnşallah o arkadaşım da ben de yanılıyoruzdur, şüphelerimiz geçersizdir ve Erdoğan kendisini, yönettiklerinin günahlarından (da) sorumlu gören bir dindarlık anlayışına sahip değildir.
*****
1994’ten 2012’ye Erdoğan... 2012: ‘Ben her şeyden sorumluyum’
(Taraf, 8 Haziran 2012)
Aslına bakarsanız, Başbakan Erdoğan’ın kürtajla ilgili olarak sarf ettiği, “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, altında “dinî inanç imalı çapanoğlu”aranacak bir cümle değildi. Fakat biliyorsunuz, ben salı günkü yazımda aradım!
Çünkü bu cümle bana, Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yeni başladığı günlerde sarf ettiği bir başka cümleyi hatırlatmıştı.
Size de hatırlatayım: Erdoğan, bundan 18 yıl önce Belediye’nin mekânlarından birinde açılan bir resim sergisinin kokteylinde içki sunulmasına izin vermemiş, bunu da, “Ben bu şehrin yalnızca belediye başkanı değilim, aynı zamanda imamıyım ve başkalarının günahlarından da sorumluyum” diye savunmuştu.
Bu savunma, çiçeği burnunda Belediye Başkanı’na bizzat benim sorduğum bir soruya cevaben geldiği için onu hiç unutmamıştım ve ilk bakışta hiçbir sorun içermiyormuş gibi görünen “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, benim için bir anda alarme edici bir cümle hâline gelivermişti.
Nedeni açık: Başbakan’ın bu cümlesi, tıpkı 1994’te ifade ettiği gibi kendisini “yönettiklerinin günahlarından da sorumlu” bir lider olarak gördüğü anlamına geliyorsa, bunun derin toplumsal gerilimlere yol açacağı kuşkusuzdu.
Geçen yazıda, bunun hiç de yabana atılamayacak bir ihtimal olarak önümüzde durduğunu söylemiş, kesin ifadeler kullanmaktan özellikle kaçınmıştım. Elbette şu anda da sadece bir “ihtimal”den söz ediyorum ve bu ihtimalin gerçek olmamasını diliyorum.
Fakat söylemek zorundayım ki, “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, hiçbir dinî referans içermiyor olsa dahi sorunlu bir cümledir ve tek başına bu cümle bile Başbakan’ın otoriter yönelimlerin fâş edecek bir içeriğe sahiptir.
İşte bugünkü yazının konusu, Başbakan’ın o cümlesi...
Otoriter zihniyet – demokratik zihniyet
Başbakan Erdoğan’ın cümlesi sorunlu, çünkü bu cümle bireysel kararlar ve bireysel ilişkiler çerçevesindeki “meseleler”e dair olarak sarf edildi... Yoksa, makro siyasi ve iktisadi meseleler çerçevesinde söylenmiş olsaydı, bundan kimse rahatsızlık duymazdı.
Tek tek bireysel kararlar ve ilişkiler, içinde yer aldıkları toplumun yaşam biçimini de belirliyor. Bu bireysel karar ve ilişkiler ne kadar zenginse, toplumsal yaşamın yelpazesi de o kadar geniş oluyor.
Siyasi iktidarların bireysel kararlar ve bireysel ilişkiler alanına karışmamaları çok sık tekrar edilse ve bu demokratik bir standart olarak benimsense de, hepimiz biliyoruz ki bütün iktidarların bir de toplumsal yaşam tahayyülleri vardır. Her iktidar, nihai başarısını oradaki değişikliklere bakarak ölçer.
Bu söylediğim, otoriter ya da demokratik, bütün zihniyetlerden iktidarlar için geçerlidir.
Fark şuradadır: Otoriter zihniyet sahibi iktidar yapıları, kendi toplumsal yaşam tahayyüllerini, ellerinde tuttukları siyasi iktidarın gücünü kullanarak gerçekleştirmeye çalışırlar.
Buna karşılık demokratik zihniyet sahibi iktidar yapıları, kendi toplumsal yaşam tahayyüllerini tartışma, ikna vb. gibi araçlarla hayata geçirmeye gayret ederler.
Yani sorun, iktidarların bir toplumsal yaşam tahayyülüne sahip olmalarında değil, iktidarların onu gerçekleştirmeye çalışırken başvurdukları araçlardadır.
Tahayyülün hâlisliği konusunda hiçbir tartışma olmasa bile, onu siyasi iktidarın gücünü kullanarak hayata geçirmeye kalktığınızda “demokratik haklılığınız” biter... Mesela kabilinden: Diyelim bir partinin, her ikisi de çalışan eşlerin ev işlerini eşit olarak paylaşması yönünde bir tahayyülü vardır. Bu parti iktidara gelsin ve söz verdiği gelişmeyi sağlamak üzere, evlerdeki durumu denetlemek amacıyla “aile müfettişliği” kurumu ihdas etsin. Buyurun size, son derece demokratik bir talebin, onu gerçekleştirmek için devreye sokulan aracın antidemokratik niteliği nedeniyle bütün meşruiyetini kaybetmesine dair bir örnek...
Başbakan’ın 'toplumsal iyi'si...
Geçmişin sosyalizm deneyleri, tartıştığımız konu açısından öğretici örnekler teşkil ediyor... Oralarda da birtakım “hâlis” amaçlar uğruna devlet iktidarları bireysel ilişkiler alanlarına müdahale etti ve sonuç hepimizin bildiği şekilde tezahür etti.
Yani, “bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesini, dindar bir başbakan olan Tayyip Erdoğan değil de tümüyle seküler kaygılarla hareket eden bir başbakan sarf etseydi de durum değişmeyecekti. Çünkü “her mesele”nin bireysel kararlar ve ilişkiler çerçevesini de kapsaması durumunda, bu sözün otoriter yöntemler ve sonuçlar üretmemesi imkânsızdır.
Sâikleri ister dinî olsun ister seküler, Başbakan Erdoğan’ın bireysel ilişkileri kendi toplumsal tahayyülü doğrultusunda biçimlendirme yönünde güçlü bir arzusunun ve iradesinin olduğu bence açık.
Acaba Tayyip Erdoğan’ın çevresinde, bu türden arzuların demokratik bir yönetim tarzıyla bağdaşmayacağını söyleyecek cesarette danışmanlar var mı?
Acaba Adalet ve Kalkınma Partisi’nin nomenklaturasında, Başbakan’la aynı toplumsal tahayyülü paylaşsalar bile, o tahayyülü “emir komuta zinciri içinde ve emirle” hayata geçirmenin toplumun hiç değilse bazı kesimleri için “zulüm” anlamına geleceğini bilen parti büyükleri var mı?
Nihayet, eskiden kendilerini dışlayan siyasi iktidarlar tarafından tesbit edilen “toplumsal iyi”yi benimsemeleri için zorlanan Türkiye’nin dindarları... Acaba Türkiye’de, kendilerine yakın bir iktidar tarafından tesbit edilen yeni “toplumsal iyi”nin zorla yerleştirilmesinin toplumun hiç değilse bazı kesimleri için “zulüm” anlamına geleceğini haykıracak ve buna karşı çıkacak dindar entelektüeller var mı?
Bakalım önümüzdeki dönem, bu sorular ne türden karşılıklar bulacak?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025