Alper GÖRMÜŞ
Hafta sonunda, Türkiye’nin iki büyük toplumsal sorununun neden bir türlü çözülemediğine dair iki metin okudum: Etyen Mahçupyan’ın kaleme aldığı AK Parti Alevi sorununu niye çözemiyor? başlıklı yazı (Karar, 25 Şubat) ile Kübra Par’ın Ahmet Türk’le gerçekleştirdiği Barışın zamanı olmaz başlıklı söyleşi (Habertürk, 26 Şubat).
Her iki metinde de, Kürt sorunu ile Alevi sorununun bugüne kadar çözümsüz kalması, en temelde Kürtlerin ve Alevilerin somut taleplerinin karşılanmasındaki devlet direncine bağlanıyordu... Her iki sorunun çözümüne ilişkin çabalar, iş talepleri konuşmaya gelince birdenbire tavsamaya başlıyor, “anlayış” havası dağılıyor, yeniden gerilimli, çatışmalı bir dönem başlıyordu. (Ahmet Türk’ün sözleriyle: “Kürtleri kazanmaya, taleplerini dinlemeye yönelik bir anlayış olmadığından, her nedense zaman zaman bu sorunun çözümü için adım atılıyor, sonra bu olmayınca sindirme, susturma politikaları esas alınıyor.”)
Kürt sorunundaki barış süreçleri ile Alevi sorununu çözmeye yönelik çalıştayların başlangıç ve bitiş anlarındaki ruh hallerine baktığımızda, söylenenlerin ne kadar yerinde olduğunu anlayabiliriz.
Fakat burada asıl, her iki sorunun çözümünde karar mevkiinde olan tarafın (iktidarın, devletin) başlangıç ve bitiş anlarındaki ruh hallerini karşılaştırmak gerekir; bu çok daha anlamlı olacaktır.
Bu mukayeseyi yaptığımızda göreceğimiz şey şudur: Kürt ve Alevi sorunlarını çözmek için iktidar bir adım attığında, sorunun nihayet gerçekten de çözüleceğine samimiyetle inanıyor ve bunu yansıtan bir iyimserlik ve coşku içine giriyor; bu aşama henüz taleplerin masaya konmadığı zaman dilimine denk geliyor...
Sonra taleplerin telaffuz edildiği o can sıkıcı an geliyor ve o andan itibaren de devletin, iktidarın sinirleri bozulmaya başlıyor. Çözüm süreçleri ve çalıştaylar boyunca defalarca “kardeşi” olarak gördüğünü beyan ettiği Kürtlerin ve Alevilerin olmayacak (!) taleplerle karşısına çıkması, devletin sigortalarını attırıyor ve bu da süreçleri başlattığı andaki iyimserliğinin ve coşkusunun kaybolmasına yol açıyor.
Çünkü “talep” her şeyden önce eşitlik imâ eder. İktidar işte bunu kaldıramamaktadır, çünkü o, sorunu “eşitlik” temelinde değil “kardeşlik” temelinde çözmek istemektedir.
Kardeşlik ve sevgi değil, eşitlik ve saygı
Oysa Kürtler ve Aleviler, kendi sorunlarının, eşitlik içermeyen “kardeşlik” yaklaşımlarıyla çözülemeyeceğini çok uzun bir zaman önce öğrendiler. Artık onların istediği kardeşlik ve sevgi değil, eşitlik ve saygı.
Bir kardeşlik ilişkisi salt “şefkat” temelinde kurulabileceği gibi eşitliği kapsayacak biçimde de kurulabilir (“eşitlerin kardeşliği”). Ne var ki ikincinin nadirattan olduğunu biliyoruz: Kardeşlik esasen hiyerarşik “abi-kardeş” ilişkisi olarak yani şefkat içerse bile özgürlüğü ve eşitliği kapsamayacak biçimlere bürünüyor.
Dikkat edin, ailelerde “kardeşliği” ve “birliği” hep büyükler vurgular... Buna karşılık ailenin gençleri hep “eşitlik” ve “farklılıklarının kabul edilmesi” üzerinde durur.
Nedeni basit: Bir ucundan ortak bir kaderi paylaşanlar gayet iyi bilirler ki, “kardeşlik” ve “birlik” vurguları her zaman birlikte yaşayan unsurlardan daha güçlü olanına yarar.
Büyüklere göre, ailenin gençlerinin sorunu ya akıllarının bir karış havada oluşu; ya birileri tarafından kandırılmaları; ya da özgür fakat yanlış tercihleri nedeniyle “öz”lerinden kopmalarıdır.
Yine büyüklere göre, gençlerin bu “savruluşları” hiç kimse için iyi sonuçlar doğurmamaktadır; çatışma çıkmakta, ailede huzur diye bir şey kalmamaktadır.
Oysa, gençler, sadece onların iyiliklerini ve ailenin ortak menfaatlerini düşünen büyüklerini dinleseler ortada hiçbir sorun kalmayacak, birlik ve beraberlik içinde mutlu bir hayat süreceklerdir.
“Kart-kurt-Kürt”teki sevecenlik!
Ben “şefkat kardeşliği”nin küçük kardeş için içerebileceği anlamların çok çarpıcı bir örneğine yıllar önce Kürt meselesi bağlamında, yazar Alev Alatlı'da rastlamıştım: “Sana Dağ Türkü demişsem birtanem, kendimden ayırmamak için demiş olamaz mıyım?'”
Alev Alatlı, 2009’da Fatih Altaylı’ya verdiği bir söyleşide de tekrar etti bu görüşünü... Altaylı programın sonlarına doğru Alatlı’dan “Kürt yoktur, karda yürürken çıkardıkları kart-kurt sesi nedeniyle kendilerine öyle denilmiştir, dağ Türküdür onlar” diyenlerin bu yaklaşımını yorumlamasını isteyince, şu cevabı vermişti Alatlı: Bu, Türklerin Kürtleri kendinden bildiğini, ayrılmak istemediğini gösteriyordu; Türkler o nedenle onların farklı bir kimlikle tanıtılmasına karşı çıkıyorlardı. “Kart-kurt” yaklaşımında açık bir “sevecenlik” vardı ve biz onu “atlamamalıydık!”
“Şefkat kardeşliği”ne eşitlik zerk ederseniz...
AK Parti iktidarında Kürtlerle ve Alevilerle kurulan “kardeşlik” ilişkisinin eşitliği kapsamayan bir “şefkat kardeşliği” olduğu açık değil mi? (Bu arada, kendisine şefkat duyulan kardeşlerin zaman zaman dayak da yediğini unutmayalım; şimdilik onu ihmal ediyor, Kürtlerin ve Alevilerin kardeşlik hukukundan yararlanan kesimler olduğunu varsayıyoruz.)
Bir “şefkat kardeşliği”ne eşitlik zerk etmeye kalkarsanız, istisnalar hariç karşılaşacağınız şey, şefkatin azalmasıdır. Çünkü şefkat, eşitsizliğin tarlasında boy atan bir duygudur ve yönü kuvvetliden zayıfa doğrudur.
2009 yerel seçimlerinde İzmir’de Kürtlerin legal partisinin konvoyunun taşlandığı olayları hatırlayacaksınız... O zamanlar dile getirilen, “İzmirliler Kürtlerle bu şehirde yıllardan beri yan yana kardeşçe yaşıyorlardı, bu kardeşlik duygusunu hükümetin ‘Kürt açılımı’ bozdu” izahları tamamen doğruydu... “Kürt açılımı” onların gözünde, şehirlerinde yoksul hayatlar yaşarken görüp üzüldükleri Kürtlerle kendilerini eşit sayan bir girişimdi ve bunu kaldıramıyorlardı. İzmir’in taş atan kadınları, “Kardeştik, ‘açılım’ bizi bozdu” derken, “Beni, eşitim görmediğim fakat sevip şefkat duyduğum Kürt kardeşimle eşit kılarsanız, ona olan sevgim ve şefkatim azalır” demiş oluyorlardı. İzmirliler, Kürtleri Türklerle eşit kılmayı hedefleyen politikalar söz konusu olduğunda neden zona çıkardıklarını irdelemedikleri sürece, “Kürt kardeşleriyle” aralarına “eşitlik mikrobu” sokan ve böylece onlara karşı şefkatlerinin azalması sonucunu doğuran “açılım” sürecini lanetlemeye devam edeceklerdi ve ettiler de. (Nasıl ki, okulda başörtüsüyle hademelik yapan kadın değil de, onun okuyup öğretmen olmuş ve başörtüsü takmaya devam eden kızı problem teşkil ediyorduysa... Birinci durumda başörtülü kadın “şefkat kardeşi”ydi, ikinci durumda ise “şefkat kardeşliği”ne “eşitlik” zerkediliyor ve böylece şefkat de ortadan kayboluyor.)
Kürtlerle barış süreçleri gibi Alevilerle çalıştayların başlangıç ve final bölümlerindeki iki ayrı ruh durumu bu örneklere benzemiyor mu? Süreçlerin başında iktidarın “şefkat kardeşi” olan Kürtler ve Aleviler ne zaman ki taleplerini ortaya koyup eşitlik imâ ediyorlar, işte o zaman onlara duyulan “şefkat” da azalıyor ve yeni bir sürece ya da çalıştaya kadar yeni bir gerilim dönemi başlıyor...
Kardeşlik önemsiz bir şey değil, tam tersine özellikle Türkiye’deki Kürt ve Alevi sorunlarının çözümünde dayanılacak en sağlam noktalardan biri... Fakat kardeşliğin, sorunların nihai çözümünde etkili bir araç haline gelebilmesi için onun eşitlikçi bir kardeşlik olması gerektiğinin anlaşılması gerekiyor.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025