A.Turan ALKAN
Bir kış akşamüstü kapı önünde merhabalaştık. Memleketin eski esnaflarından biri. Yaşıtları çoktan emekliye ayrılıp köşesine çekilirken o hâlâ her sabah çarşıya çıkıp dükkânını açıyor ve belli ki dinlemeye hazır bir ahbab görünce eski defterleri karıştırıp sohbet etmeyi seviyor.
Bundan elli sene önceydi. Ailenin en küçüğü, kızkardeşime çarşıdan okul için bir papuç almıştım. Hatırlarsın, eskiden yeni ayakkabı alınca illâ ki insanın ayağını vururdu birkaç gün. Birkaç gün sonra kızcağız ayakkabıdan sızlanınca baktık ki topuğun sırtı, aşil tendonunun hemen altında deri açılmış, biraz da kanamış.
Ayakkabıcıya kalıba verdik, düzeldi. Birkaç gün sonra da yara kapandı ve biz mesele orada kapandı zannettik.
Meğer ondan sonra başlayacakmış sıkıntılar. Aradan iki sene filan geçti. Kızcağızın ayak bileğiyle dizi arasındaki, -baldır mı diyorsunuz?- derinin gözeneklerinden sarı renkli bir ter sızmaya başladı. Siliniyor, tekrar akıntı başlıyor. İçten içe de ağrımakta. Bir-iki derken doktora götürdük. Doktor baktı, film çekti, dedi ki, “Bu ayakta iç kanama olmuş ve iltihaplanmış; vaktiyle bir yara varmış demek ki. İltihap içeri doğru yürümüş ama yara kapandığı için fark edilmemiş. Şimdi de kemiğe sirayet ediyor.”
-Aman bir çare!
Çaresi yokmuş; doktor, kesilecek diyor fakat yine de başkalarına gösterin. Neticede bu bir kız çocuğu, bacağın birini kestirmek kolay karar değil.
Sorduk soruşturduk, dediler ki, Isparta'da memleketin en büyük kemik hastanesi varmış; oradaki uzman doktorlar bu gibi hastalıkların en iyi tabibleri. Bir de onlar görsün, ezbere hareket etmeyin...
Peki dedik, düştük yollara. Isparta bir uzun yol. Uzatmayalım, doktordan muayenehanesinde hususi randevu aldık. Doktor vaziyete baktı, filmleri inceledi, dedi ki, “Öyle az buz değil, ok yaydan çıkmış; yapılacak tek şey var, iltihabın yayılmasını engellemek için hemen kesmemiz lazım, hatta diz kapağından da yukardan almak lazım. Durum fenâ!”
Siz olsanız ne yaparsınız; 10-12 yaşında el kadar sabî. Bindik otobüse, döndük memlekete... Bir de büyüklerin onayını almak lâzım; kolay karar değil.
Esnafım, gencim. Ara sıra şehrin tabibler birliğine uğrar, vakit geçirirdim. İşte o sıkıntılı günlerden birinde gençten bir doktorla tanıştım. Ortopedi uzmanı imiş. Hâliyle kardeşimin meselesinden bahsedince, ‘Yarın bir ara getir, bir de ben bakayım' dedi. İçimde hiç ümid yok, onca uzmanın ‘kesilir' dediği bacağı, çiçeği burnunda genç bir doktor mu kurtaracak; velâkin denemekle ne kaybederiz diye ertesi gün kardeşimi alıp götürdüm hastaneye.
- O dedi, siz mi geldiniz? Götürüp bir film çektirin dışardan, filmi de bana getir. Kardeşini de eve götür.
- Muayene etmeyecek misin doktor, en azından dışardan olsun hastanın durumuna bakmayacak mısın?
- Yok yok, şimdi gerekmez dedi; sen dediğimi yap.
O zamanlar sigorta hastanesinde röntgen servisi yok. Dışarda röntgen çeken bir doktor var. Şehrin bütün hastaları oraya gidip film çektiriyor. Gittik, parasını verdik. Filmi aldım, kardeşimi eve bırakıp filmi doktora yetiştirdim.
Şöyle bir baktı pencereye doğru tutup. Hmm dedikten sonra ekledi. “Sen bir ay sonra bir film daha çektir getir bana.”
Bir şey söyleyemedim ama adama kızdım içimden. Yahu insan bir iğne, ilaç, serum bilmem ne verir de öyle çektirir filmi. Feda olsun, kıymeti yok, kazanıyorum fakat film çektirmek de az para değil o günlerde. İnancım sarsıldı, bir şey demedim. Peki doktor deyip çıktım dışarı.
Bir ay geçti, aynı işlem. Filme baktı, bir ay sonra bir film daha çektir getir diyor. Yine kızdım içimden, yine bir şey söylemedim.
İnanır mısın, bu sıkıntılı getir-götür işleri dört-beş ay sürdü zannediyorum. Bu esnada hastanın yüzünü gördüğü yok doktorun. Filmi getirince ışığa tutup bakıyor, o kadar...
Son seferinde filmi zarfıyla götürdüm. Yine ışığa tutup baktı,
- Hemen dedi, dakika sektirmeden kızcağızı alıp getiriyorsun buraya; ameliyathaneye talimat veriyorum. Bir saat içinde ameliyata alıyoruz!
Sevineyim mi, şaşırayım mı bilemedim. İçimde tatlı bir ümit eve koşturdum. O günlerde taksi kıt, araç bolluğu yok öyle. Bir taksi tutup kardeşimi hastaneye yetiştirdik.
Doktora dedim ki ameliyata girerken, iznin olursa ben de ameliyatı seyretmek istiyorum.
Tuhaf tuhaf baktı, ‘Âdet değildir ama olur' dedi. Köşende oturacak, ağzını bile açmayacaksın. Dayanamaz, ses çıkarırsan attırırım dışarıya, tamam mı?'
Tamam dedim, ameliyathaneye girdik, uzakça bir yere oturttular beni.
Doktor evvelâ bismillah bilek hizasından diz kapağına kadar bir neşter çekti. Eti de tıpkı kasaplarda gördüğümüz gibi iki yana doğru sıyırıp kemiği görünür hale getirdi. Kemik sanki olmuş bir sünger! Delik deşik vaziyette. Evvela bilmediğim bir sıvı ile yıkayıp temizledi, ardından eğeye benzeyen bir ameliyat aletiyle başladı kemiğin yüzünü eğelemeye...
- Bu arada dedim, sendeki cesarete de maşallah, ben olsam bakmaya bile cesaret edemezdim.
- Biraz meraktan, biraz da böyle şeylere karşı cesaretli oluşumdan herhalde dedi ve anlatmaya devam etti,
- Kemiği güzelce temizledikten sonra tıpkı yorgan yüzü diker gibi iğne iplikle baldırın etini dikti. Yarayı sardı, kızı dışarı çıkardılar. Çıkışta karşılaştık,
- Bir hafta yatacak dedi. İki hafta sonra isterse çıkıp bahçede top bile oynayabilir!
- Peki dedim, niçin onca gün bekleyip bekleyip de bugün alelacele ameliyata aldın?
‘Ee, her işin bir püf noktası var' der gibi gülümsedi, dedi ki, “Filmlerden durumu takib ediyordum. İyiye gidişi görünce vaktini beklemeye başladım. O vakit bugündü, haydi geçmiş olsun!
Aradan on gün geçmedi, küçük bacım ayağa kalktı; sanki yeni doğmuş gibi sevindik. Babam iyi kazanıyordu o zamanlar. Doktora gidip hayli kalın bir para destesi koymuş önüne, “Sen benim kızımı kurtardın; ellerin dert görmesin. Ne kadar istersen al bu desteden, helâl ü hoş olsun' demiş. Bizim doktor, ‘almasam da olur ama gönlün yerine gelsin' deyip desteden bugünün parasıyla yüz lira civarında bir para alıp gerisini bırakmış...
- Bacım şimdi iki torun sahibi dedi, evlendi, çoluğa çocuğa karıştı. O doktor birkaç yıl sonra ayrıldı buralardan, güneye bir yerlere gitmiş.
...
Bana anlattığı hikâye gerçek olabilir mi diye şüphelenmedim değil hani. Eve gidince –doktorun ismini vermişti- kısa bir internet taraması yaptım. Evet öyle bir doktor vardı ve güneyin meşhur turistik merkezlerinden birinde bulunduğuna dair haberler okudum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.07.2016
13.07.2016
11.07.2016
10.07.2016
8.02.2016
7.02.2016
6.02.2016
4.02.2016
3.02.2016
2.02.2016