Münir AKTOLGA
Evet, devrim nedir?
En genel anlamda, bir durumdan bir başka duruma geçiştir devrim! Peki ama, durum nedir o zaman, kim, nasıl geçiyor bir durumdan bir başka duruma?..
Almanca ve İngilizce’de “object”, Türkçe’de ise “obje”, ya da “nesne-cisim” olarak ifade ettiğimiz “şey”ler-varlıklar, karşılıklı ilişki-etkileşme süreci içinde birbirlerini yaratarak, birbirlerine göre varolurlarken sürekli bir durum değişikliği içinde gerçekleşirler. Yani, bizim “varolmak” dediğimiz şey-hal, daima, bir durumdan bir başka duruma geçerken ortaya çıkan izafi bir oluşumdur. “Doğa, insanla kendi bilincine varıyor” derken kastedilen de, aslında bütün bu olup bitenlerin bilgisinin üretilmesinden ibarettir. Her anın içinde (bütün bir evreni kapsayan değişim sürecinde) objektif-izafi bir gerçeklik olarak yeniden varolma diyalektiğinin insanla birlikte bilince çıkmasıdır...
Büyük tabloyu bu şekilde ortaya koyduktan sonra iş biraz daha basitleşiyor gibi! Ancak daha ileri gidebilmek için önce karşımıza çıkan şu soruya cevap verebilmemiz lazım:O, her anın içinde değişerek-değişirken varolan, bizim bazan “şeyler”, bazan da “nesneler-objeler” dediğimiz varlıkların özü varoluş gerçekliği nedir?
Bu soruya daha önce şöyle cevap vermişiz:
“Bu evrende var olan her şey, kendi içinde bir AB sistemi iken, aynıanda, sistem merkezinde temsil olunan varlığıyla, bir başka AB sisteminin içinde A ya da B olarak da yer alır, var olur (buradaki A ve B rasgele-sembolik ifadelerdir)[1].
Aynı oluşumu şöyle de ifade edebilirdik: Her sistem, ya da her varlık, “dışardan” -çevreden-gelen madde-enerjiyi-enformasyonu kendi içindeki bilgiyle değerlendirerek işlerken (bu bilgi daima A ile B arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulur), dışardan gelen etkiye karşı bir cevap-reaksiyon olarak varolur; bu enformasyona kaynak teşkil eden nesneyle birlikte oluşturulan bir AB sisteminin içinde, bu sistemin bir parçası şeklinde izafi bir gerçeklik olarak ortaya çıkar...
Özetlersek:
1-Her durumda, önce, bir A ve bir B, karşılıklı ilişki-etkileşme içinde sıfır noktasıyla temsil olunan izafi bir denge hali oluşturarak[2] dışardan, çevreden gelen etkiyi -kendi aralarındaki ilişkiyle kayıt altında tutulan bilgiyle- değerlendirip işleyecek potansiyel bir varoluş zeminini yaratmış olurlar[3].
2-Bizim, “iki karşıt unsurun birliği” olarak tanımladığımız bu potansiyel varoluş zemininin belirli bir kimlikle objektif izafi bir gerçeklik olarak ortaya çıkışı ise, ancak, aynı anda çevreyle ilişkiye bağlı olarak gerçekleşen bir değişim süreci içinde ortaya çıkar[4]...
3-Bu durumda, objektif-izafi bir gerçeklik olarak varolmak, daima, bir durumdan, yani A ile B ’nin oluşturduğu belirli bir denge halinden bir başka duruma, bir başka denge haline geçerken -ki biz buna “devrim” diyoruz- değişimle birlikte gerçekleşiyor. O halde, varoluşun-yaşamın kendisi aslında devrimci bir süreçtir, yani bir durumdan bir başka duruma geçiş halidir. Bu anlamda hepimiz, her şey, her an “devrim yaparken” “devrimciler” olarak varoluyoruz, gerçekleşiyoruz!.. Yani “devrim” ve “devrimcilik” öyle, pozitivizmin tanımladığı gibi, varlığı kendinden menkul insanların düşünerek icat ettikleri, yukardan aşağıya doğru doğa’yı ve toplumu “değiştirmeye” yönelik toplumsal bir mühendislik faaliyeti değildir!.. Doğa’nın -toplum dahil bütün sistemlerin- varoluş diyalektiğinin özü budur. Bize düşen ise, sadece, “bilincimizin” dışındaki bu evrensel oluşumu -yani “doğa’nın diyalektiğini”- kavrayabilmek oluyor. Niye mi? Çünkü, “önbeyinin” (prefrontal cortex) gelişmesiyle birlikte hayvanlar aleminden ayrışan insanın varoluş gerekçesidir -fonksiyonudur- bu da ondan! “İnsan, doğa’nın kendi bilincine varışıdır”, bu bilinci üretmesidir de ondan...
Şimdi soru şu: Peki bu geçiş -yani, devrim adınıverdiğimiz, bir durumdan bir başka duruma geçiş- nasıl gerçekleşiyor?.. “Devrim” denilen olay, pozitivizmin iddia ettiği gibi, sadece, bir dış kuvvetin sistemi etkileyerek onu zorla “değiştirmesi” olmadığına göre, bir durumdan bir başka duruma geçişnasıl gerçekleşiyor?..
Her durumda -gene ister bir atom olsun, ister bir insan, ya da toplum- bütün sistemlerde, dış kuvvetler, daima, sistemin” iç dinamikler” adınıverdiğimiz onun içyapısını oluşturan unsurlar aracılığıyla (yukardaki şekilde A ve B olarak ifade edilen temel parçalar) bütünleşerek etkide bulunurlar.
Örneğin, bir atomun (bunu, A olarak bir proton ve B olarak bir elektrondan oluşan basit bir Hidrojen atomu olarak düşünelim) belirli bir durumdan, yani “kuantum seviyesinden” (bunu A1 B1 olarak gösterirsek) bir üst seviyeye-duruma (şekilde A2 B2) çıkması için gerekli olan dış etken-enerji, foton (girdi), önce mevcut sistemle (A1 B1 ile) bağlaşır, onun içinde değerlendirilerek işlenir ve sistemin içinde bir ürün, potansiyel yeni bir durum olarak ortaya çıkar... Öyle ki, bir süre sonra artık sistemin bulunduğu enerji seviyesinin sınırları bu yeni durumu-enerji kapasitesini muhafaza edemez hale gelir. Bir üst seviyeye geçişin ön koşulu budur. Ve mevcut durumun içinde oluşan yeni sistemin güçleri, onun çerçevesini, sınırlarını aşarak, kendi enerji kapasitelerine uygun yeni bir seviyeye çıkarlar. Olay budur...
[Bir atom söz konusu olduğu zaman, atomun içindeki dışardan gelen etkiyi değerlendirip işleyen bilgi A1 ile B1 arasındaki elektro-magnetik ilişkiyle kayıt altında tutulmaktadır! Yoksa nereden bilecekti o atom dışardan gelen bir fotonun onu A2 B2 seviyesine çıkaracak özelliklere (frekansa) sahip olduğunu!.. Yani öyle her gelen foton bir atomu bir üst seviyeye çıkaramaz! Ohalde, “bilgi” denilen şey hiçte öyle insana ve biz canlılara özgü diye böbürlenmeyelim! Bu evrende varolan her “şey” belirli bir bilginin maddeleşmişşeklidir; bir atomdan bir galaksiye, bir bakteriden insana kadar... Adına “evrim süreci” denilenşey ise, en basitten en karmaşık olana kadar gelişen bu maddeleşmiş bilginin insanla birlikte adeta aynaya bakarak kendisinin farkına varmasından ibarettir! İsterseniz siz de bu gözle-anlayışla şöyle bir aynaya bakın bakalım! ne demek istediğim belki o zaman daha iyi anlaşılacaktır!! Her şeyin bilgisi “sizinle” kendini ifade ediyor aslında! Ama ne ilginçdeğil mi, bu sır öyle bir gizlemişki kendini, bu gerçeği farkettiğiniz anda büyü bozuluveriyor ve kendi nefsinizle “siz” “o”nu gizleyen bir maske haline dönüşüveriyorsunuz!..]
Yoksa öyle mekanik bir geçiş olamaz. Dışardan bir foton geliyor da, atom bir üst seviyeye çıkıyor. Tamam ama nasıl oluyor bu? Gelen o foton önce nereye geliyor? Enerji yoğunlaşması nerede oluyor? Mevcut-varolan sistemin içinde bu girdi nasıl değerelendirilerek işleniyor? Ortaya çıkan reaksiyonun gerekçesi nedir? Yeni bir durum-çıktı nasıl oluşuyor?Ancak bu sorulara cevap verdikten sonradır ki, problemi çözülmüşolarak görebiliriz. Neden ve nasıl sorularını atlayarak yapılacak açıklamalar eksik kalmaya mahkumdur. Bir problem ancak Enformasyon İşleme Bilimi zemininde açıklanarak çözüldüğü zaman tam olarak çözülmüşkabul edilebilir...
Demek ki, her yeni sistem, önce eskinin içinde bir yoğunlaşma (gelişme diyelim buna) olarak oluşuyor. Ve ancak bu yoğunluk (Marksist literatürde “üretici güçlerin gelişme seviyesi” diyoruz biz buna) eski, yani mevcut sistemin sınırları içinde taşınamaz hale gelince doğum olayı gerçekleşiyor...
Her durumda, AB yi A temsil ettiğinden[5], A’B’ de B nin içinde-ana rahminde geliştiğinden (ana rahmindeki gelişme süreci boyunca çocuk dışardan görülmez), sürece mekanik-yüzeysel olarak bakınca, bütün olup bitenler A ile B arasındaki ilişkiye indirgenir ve denilir ki; “her durumda, A mevcut sistemi temsil ederken, B de onun zıttı olarak, onun “diyalektik devamı” olan başka bir sistemi temsil etmektedir. Sistem -üretici güçler- geliştikçe, yeniyi temsil eden B, A yı ve onun temsil ettiği sistemi yok ederek onu yerine kendisinin temsil ettiği sistemi egemen kılacaktır”! İşte, 1917 Sovyet Devrimi de dahil, 20.Yüzyıl’daki devrimlerin çoğu işçi sınıfının ergenlik dönemine özgü bu “diyalektik materyalizm” anlayışından kaynaklanmıştır[6].
“Marksizm işçi sınıfının ergenlik çağı ideolojisidir” derken ne demek istediğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor sanırım! Marksizm, işçi sınıfının “kendisi için bir sınıf” olmaya başladığı dönemin ideolojisiydi. Ama artık o dönem sona erdi! İşçi sınıfı, burjuvazinin inkârını gerçekleştirirken, yeni bir durumun yaratılmasına da katkıda bulunarak, kendisinin de içinde bulunduğu eski durumun topyekün inkârına neden olmaya başladı. İçinde yaşadığımız 21.Yüzyıl artık kapitalizmin modern sınıfsız toplumu -Bilgi toplumunu- yaratma, doğurma dönemidir. Bu dönem, burjuvazinin yerini bilgiyi-beyin gücünü temsil eden “insanların”, işçilerin yerini de adım adım robotların almaya başladığı bir dönem olacaktır. Kapitalizmden modern sınıfsız topluma geçiş, bilginin demokratikleşmesi süreciyle birlikte, üretici güçlerin gelişmesine ve sivil toplumun gücünün artmasına bağlı olarak gerçekleşecektir...
“ÜRETİCİ GÜÇLER” NEDİR, “ÜRETİCİ GÜÇLERİN GELİŞMESİNİN” ANLAMI NEDİR?
Bir sistem olarak toplum söz konusu olduğu zaman, en genel anlamda, „üretici güçler“, belirli bir üretim ilişkisiyle birbirlerine bağlanmış durumda olarak üretim faaliyetinde bulunan sistemin elementleri insanlardır[7]...
Bir bütün olarak toplumla çevre arasındaki ilişki söz konusu olduğu zaman, „üretici güçler“ çevre ve toplum iken, toplumu bir AB sistemi olarak ele aldığımız zaman (çünkü, sistemin elementleri olan insanlar, her durumda, kendi aralarında kurdukları ilişkilerle toplumu bir AB sistemi şeklinde gerçekleştirirler) „üretici güçler“, sistemi oluşturan esas unsurlar olarak “sistemin iç dinamikleri” dediğimiz bu A ve B dir.
[Toprağıbir üretici güçolarak değil de bir üretim aracıolarak ele alan bütün o “sağcı-solcu” teorilere buradan meydan okuyorum! İnsanın görevini “doğaya sahip olmak-egemen olmak” olarak ifade eden bütün o köleci toplum artığıteorileri çöpe atmanın zamanıgelmiştir artık! Hep o sakat devrim anlayışının sonucudur bunlar. Biliyorsunuz ,köleci toplumda da insan bir üretici güç sayılmazdı, basit bir üretim aracıydı o. Sınıflı toplumların, “egemen olma”, “sahip olma” tutkusunun en son biçimini temsil eden kapitalizm de “doğaya egemen olacağım” derken onu tahrip ederek yok etmenin eşiğine getirmiştir insanları. Doğa bir üretim aracı değildir, tıpkı insan gibi bir üretici güçtür...]
Örneğin, ilkel komünal toplumda komün çevre ilişkisini ele alalım, bunların ikisi de birer üretici güçtür. İklim, coğrafya, toprak vs. bunların hepsi buradaki “çevre” kavramının içine girerler ve bunlar üretim aracı değil birer üretici güçtürler. Toplumun -komünün- içinde de, birbirlerine „kan“ ilişkisiyle bağlı olan komün üyeleri ve merkezi varlığı temsil eden komün şefinden oluşan insanlar, çevrenin karşısındaki toplumsal üretici güçleri oluştururlar. Sınıflı toplumlarda da bu gerçek değişmez. Toplumsal dokuyu oluşturan her iki sınıf da üretici güç olarak faaliyet gösterirler.
[Evet, sınıflı toplumlar sürecinde „egemen sınıflar“ da „üretici güçlerin“ bir parçası olarak ele alınmalıdır? Örneğin, Marksist teoriye göre, üretim faaliyeti içinde „hiç bir emek sarfetmiyor“ olarak görünse de, işçilerle belirli bir üretim ilişkisi içinde bulunan burjuvazi de bir üretici güçtür? Burjuvazi, sermayenin -üretim araçlarının- sahibidir. Sermaye ise, kapitalist üretim ilişkilerini temsil eder, onun kendisidir. Siz burjuvaziyi, yani sermayeyi ortadan kaldırıverirseniz, ne kalır ortada, sadece işçiler! Ama tek başına işçiler bir üretim ilişkisi sistemini oluşturmazlar ki! Burjuvazi, kapitalist toplumun oluşmasının vazgeçilmez bir bileşenidir. Neyin üretileceğini, nasıl üretileceğini belirleyerek toplumsal kimliğin oluşmasına katkıda bulunur ve onu “temsil eder...]
İşte bu toplumsal „üretici güçler“, kendi aralarında ve çevreyle kurdukları üretim ilişkileri içinde, çevreden alınan ham maddeyi (madde-enerjiyi-enformasyonu) sahip oldukları bilgiyle işleyerek toplumun maddi hayat şartlarını üretirlerken, aynı zamanda, yeni bilgilerin üretilmesine de yol açarlar ve bu şekilde kendi kendilerini de üretmiş olurlar. Bu nedenle, toplumsal gelişme süreci, aynı zamanda üretici güçlerin gelişmesi sürecidir. İlkel komünal toplumdan sınıflı topluma geçiş bu gelişmenin sonucudur. Bugün, kapitalizmden modern sınıfsız topluma geçiş de böyle olmaktadır. Yani değişme, ilerlemeyle gelişmeyle oluyor.
“İlkel komünal toplum mücahidi atalarımız” sınıflı topluma doğru gidişi durdurmak için çok uğraştılar! Nice Şeyh Bedreddin’ler geldi geçti bu dünyadan, nice Spartaküs’ler geldi geçti! Köylü ayaklanmalarının o yiğit insanları haksız mıydılar feodallere karşı baş kaldırmakta? Paris Komünü’nü kuran işçiler haksız mıydılar? 1917’nin işçileri haksız mıydılar, baskıya sömürüye karşı isyan ederken, savaşa karşı çıkarken? Haksız mıydılar sınıfsız bir toplumu hayal ederken?.. Ama olmuyor işte, sadece haklı olmak yetmiyor! Tarihsel olarak ileriyi temsil ediyor olmak da lazımdır. İşte, o beğenmediğimiz burjuvaziyi, “işçi sınıfı ihtilalcilerinin” karşısında vazgeçilemez toplumsal bir gerçeklik konumuna sokan bu kahredici diyalektiktir! Ve bunu kavramadan da daha başka hiçbir şeyi kavramak mümkün değildir! Ölmek, ölümüne mücadele etmek, bir dava için hayatını feda etmek ne yazık ki tek başına hiçbir şey ifade etmiyor! Ne yiğitler gelmiş geçmiş bu dünyadan. Ne Köroğlu’lar gelmiş geçmiş! Bütün bir sınıflı toplum tarihi bunların haykırışlarıyla doludur...
ÜRETİCİ GÜÇLERİN GELİŞMESİ...
Peki, toplumsal üretici güçlerin “gelişmesi“, gelişerek var olmaları ne demektir?..
“Var olmaktan” kasıt, toplumsal üretici güçlerin, belirli bir üretim ilişkisi içinde, kimliklerini-fonksiyonlarını muhafaza ederek, varlıklarını sürdürmeye devam etmeleridir. “Gelişmek” ise, sürekli yeni bilgilere, daha ileri tekniklere sahip hale gelerek, bunları üretim sürecinde kullanmak, böylece, daha kolay, daha az enerji harcayarak, daha çok ve çeşitli ürünler elde edebilmektir. Tek başına üretim araçları hiçbir zaman üretici güç olmazlar, onlar -hangi biçimde olurlarsa olsunlar- son tahlilde insanın uzuvlarının uzantısı durumundadır. Bir sabandan traktöre, fabrikaya, bilgisayara kadar bütün bu aletlerin hepsi, beyin ve diğer organlarıyla -motor sistemiyle- insanın uzuvlarının uzantısı durumundadır. Üretici güç olan insanı, kendi yarattığı bütün bu üretim araçlarıyla birlikte düşünmek gerekir...
İşte tam bu noktada, bu gelişmenin mevcut üretim ilişkilerinin sınırları içinde nereye kadar devam edebileceği sorunu önem kazanıyor. Çünkü, üretici güçler (yani insanlar) etkileşmenin dinamik unsurlarıdır. Üretim ilişkileri ise öyle değil. Bunlar (bu ilişkiler), insanlar arasında, belirli gelişme konaklarındaki üretim biçimlerine uygun olarak oluşurlar. İnsanlar (üretici güçler) üreterek gelişipte artık mevcut üretim ilişkileri içerisinde daha fazla üretemez, gelişemez hale gelince, yeni duruma uygun yeni üretim ilişkilerinin kurulması zorunlu hale gelir.
O halde önce, o „ilk durumla“ birlikte (ilkel komünal toplum), belirli bir üretim ilişkileri sistemi içinde (komünal ilişkiler içinde) doğuyor toplum. Ve o andan itibaren de, bu üretim ilişkileri sisteminin içinde, üretici güçler, yani insanlar kendi kendilerini üreterek gelişiyorlar. Bu gelişme boyunca, belirli bir noktaya kadar üretim ilişkileri değişmeden kalırken, “minare” (yani üretici güçler) hep büyüyorlar var olan “kılıfın içinde”! Ne zamana kadar devam ediyor bu durum? “Minare kılıfına sığamaz hale gelinceye” kadar! Sonra da, “minareye yeni bir kılıf” uydurularak sınıflı topluma geçiliyor...
Soru şu şimdi: İlkel komünal toplumun, yani ilkel sınıfsız toplumun sınırları nerede başlar, nerede biter? İlkel komünal toplumun üretici güçleri nereye, hangi noktaya kadar mevcut komünal üretim ilişkilerinin içinde gelişmeye devam etmişlerdir?..
Her yeni toplum biçimi, yani üretim ilişkileri sistemi, eskinin-var olanın içinde gelişir demiştik. Bu nedenle, üretici güçlerin gelişmesi süreci, aynı zamanda, yeni bir toplumun, yeni üretim ilişkileri sisteminin, eskinin içinde potansiyel olarak gelişmesi sürecidir de”. Eski üretim ilişkilerinin içinde gelişmelerini sürdüren üretici güçler, bu gelişmenin ancak en son aşamasındadır ki, artık var olan ilişkiler içinde gelişmeyi sürdürmenin imkansız hale gelmesinin sonucu olarak, eski ilişkilerin içinden sıyrılırlar, yeni ilişkiler içinde yeniden doğarlar. Yani “yeni”, daima, eskinin-var olanın içinde, üretici güçlerin gelişmesi sürecine paralel olarak gelişir, olgunlaşır. Bu süreç boyunca, toplumsal sistemin dokusunu oluşturan her element (her insan), hem var olan sistemin içinde, objektif bir üretici güç olarak mevcut fonksiyonunu gerçekleştirerek varlığını sürdürürken, hem de aynı zamanda, yeni doğacak sistemin- ilişkilerin potansiyel bir unsuru olarak da gelişir.
Örneğin, Osman Gazi’nin aşiretindeki her komün üyesi, hem var olan aşiretin-komünün bir üyesidir, hem de, bir süre sonra ortaya çıkacak „Osmanlı Devleti’nin“ potansiyel bir unsuru, yani sınıflı toplumun bir ferdidir. Eğer bu süreç (sınıflaşma süreci), daha önceden, aşiretin-komünün içinde gelişmiş olmasaydı, öyle pat diye birden ne devlet kurulabilirdi ne de sınıflı toplum! Düşünebiliyor musunuz, daha ortada doğru dürüst bir devlet bile yokken, yani kuruluşun başlarındayken Osman’ın oğlu Murat kendi adına para bastırıyor!Demek ki, o göçebe barbarlar, yani „sınıfsız toplum“ üyeleri, sınıflı toplumun-medeniyetin işareti olan parayla çoktandır haşır neşir oluyorlardı! Onu tanıyor ve kullanıyorlardı. Yani o göçebe-barbar şef-Murat hem sınıfsız toplumun bir elementidir, hem de kendi içinde potansiyel olarak gelişen bir Osmanlı Sultanıdır! Aynı şekilde, kapitalist toplumun üretici güçleri olarak burjuvazi ve işçi sınıfı da, bir yandan sistemin içindeki kimlikleriyle sistemle birlikte gelişirlerken, diğer yandan da, kendi içlerinde kendi inkârlarını, yani bilgi toplumunun üretici güçlerini de potansiyel olarak barındırarak geliştirmiş olurlar. Ve öyle olur ki, burjuvazi kendi inkârı olarak bilgiyi temsil eden beyin gücüne dönüşürken, işçiler de robotlara yerlerini bırakırlar...
Her şeyin (her AB sisteminin) kendi içinde potansiyel olarak
kendi inkârını (A’B’) ürettiğinin-yarattığının resmidir!..
Ne zaman ki, insanlar kendi ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeye başlamışlardır, ki bu, insanlık tarihinde ilk kez, insanların hayvanları ehlileştirmeyi öğrenmeleriyle birlikte başlar, o andan itibaren, adım adım sınıflı topluma geçiş süreci de başlıyor demektir. Ne orta barbarlık, göçebe toplum, ne de yukarı barbarlık, tarımsal faaliyette bulunan yerleşik toplum, bunların hiç birisi saf komün-sınıfsız toplum değildir. Ama ne var ki, gene de biz bunları ilkel komünal toplum-sınıfsız toplum konağının içindeki aşamalar olarak ele alırız. Neden? Çünkü bu toplumlar, henüz daha sınıflı toplum bebeğine hamile bir kadın gibidirler de ondan! Çocuk henüz daha doğmamış olduğu için, biz var olanı, yani anneyi görürüz ortalıkta, onun varlığıyla nitelendiririz bu toplumları. Ama, eğer ana rahmindeki çocuğu da işin içine katarsak, ki katmamız gerekir, o zaman, hala „komünal üretim ilişkilerinin“ -„kan ilişkilerinin“- geçerli göründüğü bu toplumları, artık öyle sadece, „sınıfsız toplum“ olarak tanımlayıp geçemeyiz. Her toplum biçimi, hem o an var olan, geçerli olan üretim ilişkilerinin maddeleşmiş bir şekli olarak belirli bir toplumsal durumu temsil eder, hem de, aynı anda, tıpkı hamile bir kadın gibi, kendi içinde daha ileri üretim ilişkilerini taşıyan, bir durumdan başka bir duruma geçiş halinde olan bir geçiş toplumudur o.
TEKRAR “ÇELİŞKİ” KAVRAMI VE TOPLUMSAL DEVRİM...
Üretici güçlerin gelişmesiyle üretim ilişkileri arasındaki ilişkiyi açıklarken burada çok önemli bir nokta var. Örneğin, ilkel komünal toplumdan sınıflı topluma geçilirken, bu geçiş, üretimin bireysel karakteriyle, mevcut komünal üretim ilişkileri arasındaki çelişkiden kaynaklanmak-tadır. Buradaki “çelişki” (ilkel komünal toplumun temel çelişkisi olarak ifade ettiğimiz “çelişki”), eski-var olan toplum biçimiyle (yani ilkel komünal toplumla), onun bağrında gelişen yeni (yani sınıflı toplum) arasındaki çelişkidir. Yoksa, bir sistem olarak “ilkel komünal toplumun iç çelişkisi” diye bir şey söz konusu olamaz! İlkel komünal toplum, üretimin toplumsal karakteriyle komünal üretim ilişkileri arasındaki uyuma dayanır.
Aynı şekilde, “üretimin toplumsal karakteriyle üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişki kapitalizmin temel çelişkisidir” derken, bunun da ne anlama geldiğini gene iyi kavramak gerekiyor!İnsanlığın son yüz elli yılına damgasını vuran “işçi sınıfı ideolojisine” göre bunun anlamı şudur: “Kapitalist sistemde üretim çok sayıda işçi tarafından yapılan toplumsal bir faaliyet haline gelmiştir ve bu da, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalist üretim ilişkileriyle çelişmektedir. Bu yüzden, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilerek, üretimin toplumsal karakterine uygun, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini esas alan yeni bir üretim ilişkileri sistemi kurulmalıdır”. Ve nitekim aynen böyle de yapılır! Dünyanın üçte birinde, “üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırıldığı”, bunun yerine “toplumsal mülkiyetin” konulduğu “sosyalist ülkeler” kurulur. Ama sonuç ortada! Neden?.. Yanlış olan, “kapitalist sistemin temel çelişkisi, kapitalist üretim ilişkileriyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki çelişkidir” sözü mü idi? Hayır, yanlışlık burada değildir! Yanlışlık, bu ifadenin anlaşılma tarzında yatıyordu!
Birinci yanlış; “kapitalist sistemde, büyük sanayi çok sayıda işçiyi bir arada üretim yapmaya zorladığı için üretim toplumsal bir faaliyet haline gelmiştir” sözünden kaynaklanıyordu![8]Bu doğru değildir. Üretimin toplumsal bir karaktere sahip olması fabrikalarda çok sayıda işçinin bir arada üretim faaliyetinde bulunmasıyla açıklanamaz! Çok sayıda işçi bir arada çalışıyor da olsalar, bu yüzden zamanla aralarında bir sınıf bilinci de gelişse, gene de, bu ayrı bir şeydir, işçilerin toplum için toplumsal üretim yapmaları ayrı bir şeydir. Çünkü, objektif olarak, bir işçi toplum için değil, iş gücünü satarak kendisi için, bireysel olarak üretim yapmaktadır. Onu, toplum için üretim yapan bir komün üyesinden ayıran da budur zaten. Sonra, bilimsel olarak, “işçinin mülk sahibi olmadığı”, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyinin bulunmadığı” da doğru değildir.[9] İşçi, kendi iş gücünün sahibidir! Ve sahibi olduğu bu iş gücünü satarak, bunun karşılığında kapitalistten aldığı ücretle varlığını sürdürmektedir. Yani, işçi de, mülk sahibi olarak, kendisi için, bireysel olarak varlığını devam ettirebilmek için üretim yapmaktadır. Halbuki bir komün üyesinin, bireysel olarak sahip olabileceği (kendi iş gücü de dahil!) hiçbir şeyi yoktur. “Sahip olmak” kavramının kendisi zaten sınıflı toplumla birlikte ortaya çıkar. Bu yüzden de, komün üyesi bir insanın bireysel varlığı oluşmaz. Onun “bireysel varlığı” komünün varlığının bir uzantısıdır.
Peki o zaman sorun nerede? Kapitalist sistem altında, üretici güçlerin gelişmesiyle üretim ilişkileri arasındaki çelişki, uyumsuzluk nereden kaynaklanıyor?
Kapitalist sistem içinde üretici güçler geliştikçe, bununla birlikte, üretimin toplumsal olarak yapıldığı modern komünal toplumun üretici güçleri de potansiyel olarak gelişirler diyoruz. İlk bakışta paradoksal gibi görünen bu gelişme diyalektiği evrensel diyalektiğin toplumsal plandaki yansımasıdır. Çünkü “yeni”, daima, “eski”nin içinde, onunla et ve tırnak gibi içiçe varolan potansiyel bir güç olarak gelişir. Yani, üretim faaliyetinin bireysel olarak yapıldığı kapitalist toplum, kendi içinde, potansiyel olarak modern komünal toplum bebeğini oluşturmaya başlar. Çünkü, üretici güçlerin gelişmesi olayının özü, bilginin gelişmesi olduğu kadar, aynı zamanda bu bilginin maddi bir gerçeklik haline dönüştürülmesinin sonucu olan teknolojinin (üretim araçlarının) gelişmesi olayıdır da. Burjuvazi ve işçi sınıfı, üretim faaliyetini birlikte gerçekleştiren toplumsal varlıklar olarak sistemin içindeki objektif üretici güçlerdir. İnsanları “üretici güç” yapan şey, onların temsil ettikleri, sahip oldukları toplumsal varlıkları ve fonksiyonlarıdır. Her yeni buluşla (bilgiyle) birlikte bu “üretici güçler gelişirken”, gelişen aslında sistemin sahip olduğu bilgidir. Kapitalizmin gelişmesi olayının özü budur. Üretim sürecine dahil olan her yeni makinayla-teknikle (üretim aracıyla) birlikte, “üretici güçlerin de geliştiğinden” bahsederken aslında bu gerçeği ifade etmiş oluruz! Sistemi kendi inkârına götüren, modern sınıfsız toplumu yaratan diyalektik budur.
[O halde öyle, “önce işçi sınıfıdevrimi yapar, iktidarıalır, ondan sonra da üretim araçlarınıdevletleştirerek üretim ilişkilerini değiştirir -sosyalist devrimi yapar- görüşü doğru değildir! Pozitivist devrim anlayışının -ideolojik toplum mühendisliğinin- işçi sınıfıversiyonu diyoruz buna! ]
Bilginin toplumsallaştığı, yani, eskiden olduğu gibi, bilgiye sahip çıkarak, bireysel üretim yapıp kâr elde edebilmenin anlamsız hale geldiği bir süreç düşününüz! Öyle ki, giderekten, bu toplumsallaşmış bilgiyi temsil eden insanların organize ettiği -kontrol ettiği- üretim birimlerinde, ürünü de -büyük ölçüde- işçilerin yerine robotlar gerçek-leştirmeye başlıyorlar!.. İşte, modern komünal bilgi toplumu budur. Üretim araçlarının özel mülkiyetiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki çelişkinin ortadan kalkması olayının özü budur. “Üretim araçlarına sahip olmanın” bireylere bir ayrıcalık sağlamadığı, bunun, birey olarak varoluşun ön koşulu olmaktan çıktığı bir toplumu düşünün o zaman olay daha iyi anlaşılır...
(Hadi bakalım, o çok “devrimci toplum mühendisliği faaliyetleriyle gerçekleştirin böyle bir toplumu da görelim!!)
Bütün bunlar hayal mi diyorsunuz!..
Bu sürecin bugün bizzat burjuvazi tarafından da desteklediğini unutuyorsunuz galiba (aynen bir zamanlar feodallerin kendi diyalektik inkarlarını yarattıkları o süreç gibi!) Evet, küreselleşmenin, küresel rekabetin hızlanmasıyla birlikte bugün genel olarak dünyanın her yerinde burjuvazinin de bütün gücüyle desteklediği bir süreçtir bu! Çünkü, rekabetin olağanüstü hızlandığı dünya pazarlarında, artık bir malı en ucuza ve en iyi kalitede kim üretebiliyorsa o üstünlük kazanıyor. Daha çok artı değere el koymaktan başka bir amacı bulunmayan burjuvazi de, başka çıkar yolu kalmadığı oranda üretim maliyetlerinin düşeceğini hesaplayarak çözümü makinelerde, robotlarda buluyor! En önemlisi de işçilerden, sınıf mücadelesinden kurtulacaklarını düşünüyorlar bu şekilde!Ama şunu hiç düşünmüyorlar ki, işçilerin yerini robotların aldığı bir toplumda kendilerinin de yeri olmayacaktır! İşçi olmayınca kâr, artı değer olur mu? Ne için bireysel üretim yapacak o zaman burjuva!..
İşte olay budur! Bu nedenle, kapitalist toplum zorunlu olarak bilgi toplumuna, modern komünal topluma doğru evriliyor. Ve üretici güçlerin bu evrimi kapitalist üretim ilişkilerinin içinde gerçekleşiyor. Üretim araçlarının özel mülkiyetine gerek kalmadan üretimin toplumsal olarak yapıldığı yepyeni bir toplum biçimi oluşuyor kapitalizmin içinde. Bu süreç geliştikçe üretimin toplumsal karakterine uygun yeni toplumsal ilişkiler de bununla birlikte gelişecekler, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalist üretim ilişkileri ise buna paralel olarak yok olup gidecektir. Toplumsal anlamda devrim olayı budur. Yeninin eskinin içinde gelişmesi olayı budur. Marx’ın, “çok sayıda işçiyi bir araya toplayarak üretimin toplumsallaşmasına yol açıyor” dediği o “büyük sanayiin” kendisi bile yok oluyor bugün artık! Hem de içinde çalışan o işçilerle birlikte!..
Özetlersek; çelişki, kapitalizmle, kapitalist toplumun inkârı olarak onun içinde gelişen bilgi toplumu arasındadır. Kapitalizmin temel çelişkisi sorununu, “burjuvazi özel mülkiyeti, işçi sınıfı da üretimin toplumsal karakterini temsil ediyor, bu nedenle, bu iki sınıf arasındaki çelişki kapitalizmin temel çelişkisidir, işçi sınıfı burjuvaziyi alaşağı ederek iktidarı alınca bu çelişki de çözülmüş olur” şeklinde düşünmek doğru değildir!!
[1]www.aktolga.de4. Çalışma
[2]Dengeden kasıt, karşılıklıetkilerin belirli bir sıfır noktasını oluşturarak belirli bir varoluş-sistem zeminini yaratmalarıdır...
[3]Hem A ve B ’nin, hem de bu ikisinin ilişkisinden doğan sistem adınıverdiğimiz ortak zeminin potansi-yel varlığıkimliği böyle ortaya çıkıyor. Ama aynıanda bir de çevreyle olan ilişki-etkileşme var ki, sürece katılan bütün unsurlara objektif -izafi bir kimlik- varoluşhalini kazandıran da budur.
[4]Bütün sistemler “açık sistemdir” anlayışıburadan kaynaklanır.
[5]„Her durumda AB’yi neden “dominant” unsur olarak A nın temsil ettiğini 4. Çalışma’da ayrıntılıolarak ele almıştık . Konuyu buraya tekrar taşımıyorum... http://www.aktolga.de/t4.pdf
[7]“Bilişsel Tarih ve Toplum Bilimlerinin Esasları”, www.aktolga.de5. Çalışma..
[8]Bu anlayışhem Marks’ta-Engels’te, hem de Lenin’de aynıdır.
[9]Burada tartışılan, „mülkiyet“ kavramının özüdür. “Sahip olma” olayıdır.
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023