Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
"Ilımlı sağ" nereye gitti?
18.12.2023
285
Anadolu burjuvazisiyle birlikte yıllardan beri büyük kentlere göçüp yerleşen yoksul kesimi de hesaba katmak gerekiyor. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın “yerli ve milli” sınıflamasına uyuyorlar. Böylece AKP kendi içinde paradoksal bir sınıfsal ittifak taşıyor: denebilir ki parayla en fazla tanışık kesimle en az tanışık kesimin ittifakı

Türkiye’nin siyasi tarihinin son yirmi, otuz yılında gerçekleşen bir yenilik "orta sağ"ın sahneden silinmesi oldu diyebiliriz. Bir toplumun siyasi hayatında çok önemli bir değişim bu.

"Sağda ne olduğu, neyin değiştiği bir solcu olarak seni neden ilgilendiriyor?" diye sorabilirsiniz. İlgilendiriyor, çünkü hasmınızın kimliği, varoluş tarzı, siyaset yapma üslubu aynı şeylerin sizin cephede alacağı biçimi de önemli ölçüde etkiler, hatta belirler.

Sağ, bütün dünyada, normal olarak, kurulu düzenin ürünüdür ve kendini onun sahibi olarak görür. Türkiye "cumhuriyeti"nin kuruluşunda böyle olmamıştır. Daha doğrusu, yeni düzenin erken aşamalarında böyle olmakla birlikte tarihi süreç içinde "kurucu" CHP Türkiye koşullarında "sol" olmayı (belki "görünmeyi) seçti ve toplumda da böyle kabul edildi. Bundan önce, "çok-partili" rejime geçildiğinden beri "sağ" olarak ortaya çıkan çizgi, Demokrat Parti, sonra da onu devam ettiren partiler, hegemonyalarını kurdular. Türkiye, seçimden "sağ" bilinen partinin zaferiyle çıkmasının normal karşılandığı bir ülke oldu. Ancak bu arada, "sağ" içinde, ciddi değişimler oldu.

12 Mart bir önemli noktadır, önemli değişikliklerin başlangıç noktasıdır. 27 Mayıs sarsıntısından sonra, Demokrat Parti’den boşalan yeri doldurmak üzere başlayan yarışı Adalet Partisi kazanmış, kendini DP’nin meşru mirasçısı olarak kabul ettirmişti. 1965’te seçimi açık farkla kazanmıştı. 1969’da "kim mirasçı?" sorusunun cevabı belli olmuştu. Ama 1973’te işler karıştı. Önemli yenilik Milli Selamet Partisi’nin varlığıydı. İdeolojisinde İslamcı ögeler ağır basan kesim bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı.

Hükümet olmadan iktidar olabilen (ordu sayesinde) Kemalist kesime olduğu kadar, sağın "şemsiye" partisine hayat veren DP-AP çizgisine de "Ben kendi ayaklarımın üstünde buradayım" diyordu. Öte yandan, Demokratik Parti de kurulmuştu. Sağda, daha ileriki yıllarda artarak devam edecek ayrışma, en azından AP’nin kuruluş çabalarında kendini göstermişti. Saadettin Bilgiç, Demirel’e karşı daha "alaturka" bir sağcılığı temsil ediyordu. Ama o günlerin, o çatışmaların AP’lileri Demirel’i tercih ettiler. Bilgiç ise "Yön" gibi sol yayın organlarını dolaşıp Demirel’in Mason olduğunun belgelerini göstermekle meşguldü.

Demirel, 12 Mart sonrası durumda, "birinci parti" olma ayrıcalığını Ecevit’e kaptırmış olarak, kaybettiği oyları geri kazanmaya çalışmaktan geri duracak değildi. Bunu ne gibi araçlar veya "silahlar"la yapacaktı? Oldukça bayağı bir "anti-komünizmi" seçti. Bu onu ve sağı "Milliyetçi Cephe" çizgisine kadar götürdü. Demirel kariyerinde o güne kadar edindiği "liberal" ögeleri "yaprak dökümü" gibi döktü üstünden. Bir biçimde, "Ben varken Bilgiçler’e ihtiyacınız yok" demiş oldu. MHP’yi de kucaklamaktan sarfınazar etmedi. En gönülsüz olduğu, MSP çizgisine kucak açmaktı ama bunu da yaptı.

Bütün bunları yaptı ama 12 Eylül’ü savuşturamadı. Kenan Evren’in bizleri terbiye ettiği yıllar boyunca sağ yeni dönüşümler geçirdi. Büyük bölünme, Demirel ile Turgut Özal’ı karşı karşıya getirdi. Özal, toplumun belirli kesimlerine "Bu adam bizden" dedirtmekte daha başarılı çıktı.

Dolayısıyla sağın önemli bir kısmını aldı götürdü. Özal kendi dilinde "dört eğilimi birleştirmek"ten söz ediyordu ama belirleyici başarısı sağın önderliğini kapmak oldu. Bu zaferi mutlak değildi elbet. Demirel ve onu izleyenler direniyordu. Ama başında Tansu Çiller’in bulunduğu bir direnişin ciddi bir direniş olduğu herhalde söylenemez. Kişilerden bakacak olursak, Hüsamettin Cindoruk gibi bir önderi seçmeyi başaramayan bir sağ liberal de olamazdı. 

Özal ve Demirel cumhurbaşkanı seçilmeyi başardılar ve böylece belirli bir şan-şeref aylasına sarınmış olarak politikadan çekilmiş oldular. Onlardan sonra partileri tutunamadı. Türkiye yüzyılı İslamcı çizgiyle (ben buna "Milli Sebat Partisi" diyorum) kapattı. İki binde gözümüzü AKP ile açtık. "Post-modern darbe"yi yapanlar bunu yaptılar ama düşmanı oldukları çizginin başarısını engelleyemediler.

Siyaset bilimi kuralıdır: bir toplumda "iktidar bloku"nu oluşturan güçler arasında önceden pek bilinmeyen biri "zuhur" etmişse, bloktan biri de büyük bir ihtimalle yerinden edilmiştir.

İktidar blokunda -görünen o ki- eski "Kemalist küme" yok. Bunu söylerken Kemalizm’le "makul" denecek bir ilişkisi olan kitleleri kastetmiyorum: Kemalizmi bir din gibi yaşayan ve darbeciliği savunan kesimden söz ediyorum. Bunlar direndiler ve kaybettiler. Peki, kim kazandı?

AKP çizgisi, belirli kayıplara uğramasına rağmen, şu son seçim dahil, iktidara tutunmayı başarmış gibi görünüyor. Ama onun dayanağı nerede? Hangi güçler bu iktidarın devamından yana?

Ben bunun ağırlıkla Anadolu burjuvazisi olduğu kanısındayım. Seçim sonrasında yayımlanan oy dağılımı haritalarında da durum böyle görünüyor zaten. Anadolu burjuvazisiyle birlikte yıllardan beri büyük kentlere göçüp yerleşen yoksul kesimi de hesaba katmak gerekiyor. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın "yerli ve milli" sınıflamasına uyuyorlar. Böylece AKP kendi içinde paradoksal bir sınıfsal ittifak taşıyor: denebilir ki parayla en fazla tanışık kesimle en az tanışık kesimin ittifakı. Ama bu arada ufak sermaye sahibi ve ideolojik düzeyde AKP’ye yabancı olmayan kesimleri de hatırlamalıyız; onlar da, teşvik vb., bugünkü durumdan memnun olanlar arasında. Bu koşullarda AKP’nin en büyük düşmanı muhalefetin davranışlarından çok, kendi yanlış politikaları. Ama onların da arkası gelmiyor. Ciddi bir iktidar şımarıklığı yaşanıyor.

Ekonomik-sınıfsal olgular her zaman olduğu gibi uzun vadede belirleyici; ama ön planda, göz önünde, çelişkiler, tavır alışlar "hayat tarzı" alanında birikiyor, düğümleniyor. Buna göre, üçlü bir yapısı var toplumun: a) dindar kesim; b) seküler hayat yaşamaktan yana olan kesim; c) Kürtler. Aslında Kürtler de aynı zamanda ilk iki kesim arasında ayrışıyor, birinde ya da öbüründe yer alıyor.

Karmaşık bir durum. Gelişme, yönelme ihtimalleri bir değil, beş değil. Yüz küsur yıl önce yapılıp bir karara bağlanması gereken hesabı bunca yıldır kapatamadık; bu işi yapmak bugüne kaldı. Onun için çok çetin bir dönemeçteyiz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar