Murat BELGE
Türkiye’nin siyasi tarihinin son yirmi, otuz yılında gerçekleşen bir yenilik "orta sağ"ın sahneden silinmesi oldu diyebiliriz. Bir toplumun siyasi hayatında çok önemli bir değişim bu.
"Sağda ne olduğu, neyin değiştiği bir solcu olarak seni neden ilgilendiriyor?" diye sorabilirsiniz. İlgilendiriyor, çünkü hasmınızın kimliği, varoluş tarzı, siyaset yapma üslubu aynı şeylerin sizin cephede alacağı biçimi de önemli ölçüde etkiler, hatta belirler.
Sağ, bütün dünyada, normal olarak, kurulu düzenin ürünüdür ve kendini onun sahibi olarak görür. Türkiye "cumhuriyeti"nin kuruluşunda böyle olmamıştır. Daha doğrusu, yeni düzenin erken aşamalarında böyle olmakla birlikte tarihi süreç içinde "kurucu" CHP Türkiye koşullarında "sol" olmayı (belki "görünmeyi) seçti ve toplumda da böyle kabul edildi. Bundan önce, "çok-partili" rejime geçildiğinden beri "sağ" olarak ortaya çıkan çizgi, Demokrat Parti, sonra da onu devam ettiren partiler, hegemonyalarını kurdular. Türkiye, seçimden "sağ" bilinen partinin zaferiyle çıkmasının normal karşılandığı bir ülke oldu. Ancak bu arada, "sağ" içinde, ciddi değişimler oldu.
12 Mart bir önemli noktadır, önemli değişikliklerin başlangıç noktasıdır. 27 Mayıs sarsıntısından sonra, Demokrat Parti’den boşalan yeri doldurmak üzere başlayan yarışı Adalet Partisi kazanmış, kendini DP’nin meşru mirasçısı olarak kabul ettirmişti. 1965’te seçimi açık farkla kazanmıştı. 1969’da "kim mirasçı?" sorusunun cevabı belli olmuştu. Ama 1973’te işler karıştı. Önemli yenilik Milli Selamet Partisi’nin varlığıydı. İdeolojisinde İslamcı ögeler ağır basan kesim bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı.
Hükümet olmadan iktidar olabilen (ordu sayesinde) Kemalist kesime olduğu kadar, sağın "şemsiye" partisine hayat veren DP-AP çizgisine de "Ben kendi ayaklarımın üstünde buradayım" diyordu. Öte yandan, Demokratik Parti de kurulmuştu. Sağda, daha ileriki yıllarda artarak devam edecek ayrışma, en azından AP’nin kuruluş çabalarında kendini göstermişti. Saadettin Bilgiç, Demirel’e karşı daha "alaturka" bir sağcılığı temsil ediyordu. Ama o günlerin, o çatışmaların AP’lileri Demirel’i tercih ettiler. Bilgiç ise "Yön" gibi sol yayın organlarını dolaşıp Demirel’in Mason olduğunun belgelerini göstermekle meşguldü.
Demirel, 12 Mart sonrası durumda, "birinci parti" olma ayrıcalığını Ecevit’e kaptırmış olarak, kaybettiği oyları geri kazanmaya çalışmaktan geri duracak değildi. Bunu ne gibi araçlar veya "silahlar"la yapacaktı? Oldukça bayağı bir "anti-komünizmi" seçti. Bu onu ve sağı "Milliyetçi Cephe" çizgisine kadar götürdü. Demirel kariyerinde o güne kadar edindiği "liberal" ögeleri "yaprak dökümü" gibi döktü üstünden. Bir biçimde, "Ben varken Bilgiçler’e ihtiyacınız yok" demiş oldu. MHP’yi de kucaklamaktan sarfınazar etmedi. En gönülsüz olduğu, MSP çizgisine kucak açmaktı ama bunu da yaptı.
Bütün bunları yaptı ama 12 Eylül’ü savuşturamadı. Kenan Evren’in bizleri terbiye ettiği yıllar boyunca sağ yeni dönüşümler geçirdi. Büyük bölünme, Demirel ile Turgut Özal’ı karşı karşıya getirdi. Özal, toplumun belirli kesimlerine "Bu adam bizden" dedirtmekte daha başarılı çıktı.
Dolayısıyla sağın önemli bir kısmını aldı götürdü. Özal kendi dilinde "dört eğilimi birleştirmek"ten söz ediyordu ama belirleyici başarısı sağın önderliğini kapmak oldu. Bu zaferi mutlak değildi elbet. Demirel ve onu izleyenler direniyordu. Ama başında Tansu Çiller’in bulunduğu bir direnişin ciddi bir direniş olduğu herhalde söylenemez. Kişilerden bakacak olursak, Hüsamettin Cindoruk gibi bir önderi seçmeyi başaramayan bir sağ liberal de olamazdı.
Özal ve Demirel cumhurbaşkanı seçilmeyi başardılar ve böylece belirli bir şan-şeref aylasına sarınmış olarak politikadan çekilmiş oldular. Onlardan sonra partileri tutunamadı. Türkiye yüzyılı İslamcı çizgiyle (ben buna "Milli Sebat Partisi" diyorum) kapattı. İki binde gözümüzü AKP ile açtık. "Post-modern darbe"yi yapanlar bunu yaptılar ama düşmanı oldukları çizginin başarısını engelleyemediler.
Siyaset bilimi kuralıdır: bir toplumda "iktidar bloku"nu oluşturan güçler arasında önceden pek bilinmeyen biri "zuhur" etmişse, bloktan biri de büyük bir ihtimalle yerinden edilmiştir.
İktidar blokunda -görünen o ki- eski "Kemalist küme" yok. Bunu söylerken Kemalizm’le "makul" denecek bir ilişkisi olan kitleleri kastetmiyorum: Kemalizmi bir din gibi yaşayan ve darbeciliği savunan kesimden söz ediyorum. Bunlar direndiler ve kaybettiler. Peki, kim kazandı?
AKP çizgisi, belirli kayıplara uğramasına rağmen, şu son seçim dahil, iktidara tutunmayı başarmış gibi görünüyor. Ama onun dayanağı nerede? Hangi güçler bu iktidarın devamından yana?

Ben bunun ağırlıkla Anadolu burjuvazisi olduğu kanısındayım. Seçim sonrasında yayımlanan oy dağılımı haritalarında da durum böyle görünüyor zaten. Anadolu burjuvazisiyle birlikte yıllardan beri büyük kentlere göçüp yerleşen yoksul kesimi de hesaba katmak gerekiyor. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın "yerli ve milli" sınıflamasına uyuyorlar. Böylece AKP kendi içinde paradoksal bir sınıfsal ittifak taşıyor: denebilir ki parayla en fazla tanışık kesimle en az tanışık kesimin ittifakı. Ama bu arada ufak sermaye sahibi ve ideolojik düzeyde AKP’ye yabancı olmayan kesimleri de hatırlamalıyız; onlar da, teşvik vb., bugünkü durumdan memnun olanlar arasında. Bu koşullarda AKP’nin en büyük düşmanı muhalefetin davranışlarından çok, kendi yanlış politikaları. Ama onların da arkası gelmiyor. Ciddi bir iktidar şımarıklığı yaşanıyor.
Ekonomik-sınıfsal olgular her zaman olduğu gibi uzun vadede belirleyici; ama ön planda, göz önünde, çelişkiler, tavır alışlar "hayat tarzı" alanında birikiyor, düğümleniyor. Buna göre, üçlü bir yapısı var toplumun: a) dindar kesim; b) seküler hayat yaşamaktan yana olan kesim; c) Kürtler. Aslında Kürtler de aynı zamanda ilk iki kesim arasında ayrışıyor, birinde ya da öbüründe yer alıyor.
Karmaşık bir durum. Gelişme, yönelme ihtimalleri bir değil, beş değil. Yüz küsur yıl önce yapılıp bir karara bağlanması gereken hesabı bunca yıldır kapatamadık; bu işi yapmak bugüne kaldı. Onun için çok çetin bir dönemeçteyiz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları

































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.12.2025
1.12.2025
24.11.2025
25.08.2025
6.08.2025
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025