Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Halk İslâmı
29.06.2014
2761

 Osmanlı tarihi boyunca, Müslüman ahali arasında, “halk İslâmı” diye adlandırabileceğimiz bir din anlayışı egemen oldu. Ama bu, aslında, “din”den öte bir şeydi. Şüphesiz aynı zamanda “etik”ti, insanı insana bağlayan “ahlâk”tı; ama bundan da geniş ve kapsayıcı bir şeydi: “hayat tarzı” mı demeli, “yaşama kültürü” mü demeli, böyle bir şeydi. Herhangi bir “içsel” çelişkisi olmadığı söylenemez, vardı; her zaman da olur. Her ideoloji son analizde “heterojen”dir. Ama bu “halk İslâmı”, ortodoks olmayan (ama aklı kurcalayan) şeyleri Nasreddin Hoca’ya veya “Bektaşi”ye söyleterek, o heterojen yapının sivri uçlarını yumuşatmayı, sevimlileştirmeyi de başarıyordu. Örneğin Timurleng’in dini değildi bu İslâm; Timur’un ancak bir karikatür olarak içine girebildiği bir dindi.

Cumhuriyet’in ilk uygulamalarından biri, “tekke ve zaviyeler”in yasayla kapatılması... Neydi burada hedef? “Halk İslâmı”ydı elbette. “Hurafeler ve batıl itikatlar”, yani “ulusun ilerlemesi”ne engel çıkaran o yapı, Halk İslâmı’ydı. Cumhuriyet’in kurduğu yeni örgütlenmelerden biri de Diyanet İşleri’ydi. Bu da, Osmanlı’daki “ulema”yı Cumhuriyet bünyesinde yeniden örgütleme girişimiydi. Cumhuriyet’in modernleşmeci uygulamalarına “caizdir” diyecek bir neo- Şeyhülislâmlık makamı. Sonuç olarak, “Devlet İslâmı”.

Ama Cumhuriyet kendi milliyetçi/ modernleşmeci ideolojisini en tepeye yerleştirmişti. İslâm’ın devletlûsunu da, halkçısını da, kendi kumandası altında “astlaştırıyordu”. Müslümanların bir kısmı bunu görüp anladıkları için, kendilerine verilen bu işlevi reddettiler; uzun zaman, düzenin dışında kaldılar. Böylece “dindar” olmak bir tür “reddiyeci” olmaya dönüştü.

“Egemen ideoloji” olarak İslâm nasıl bir şeydir, bunu merak eden ille Osmanlı tarihini incelemek zorunda değil, şimdi Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarına bakarak da yeterli sonuç çıkabilir.

Sosyalist mücadele, Gramsci’nin gösterdiği gibi, son kertede insanların zihinlerindekazanılacak bir mücadeledir. Şunca yıl sürmüş Sovyet deneyimi, orada kazanılmamış bir “sosyalizm”in ne anlama geleceğini sergiledi.

İnsanların zihninde mücadele verilecek ve kazanılacaksa, önce orada ne olduğunu anlamakta yarar vardır. Neyi dönüştürmeye çalışacağım?

Ulusallaştırılmış bir pozitivizm demek olan Kemalizm orada ne olduğunu bildiğine inanıyordu: kendi çıkarlarını düşünen bir “ulema sınıfı”nın “cahil halk”ın kafasına tıka basa doldurduğu hurafeler, saçma sapan şeyler. Bu bakış açısına göre, bu asılsız esassız şeyleri daha fazla incelemeye de gerek yoktu.

“Uyuyanlar”, “koyun sürüsü” gibi aşağılayıcı bir sözlüğü vardı, bu modernleşmeciintelligentsia’nın. Başlıca metafor “aydınlık/ karanlık” üzerine kuruluydu. Elektrik çağında yaşıyoruz, çeviriyoruz düğmeyi, ortalık aydınlanıyor. Mum yakmak kadar dahi bir zahmeti kalmamış, aydınlanmanın.

Ama... Ah, o kötü niyetli yobazlar!

Altmışlardan itibaren sosyalizm Marksist kılığıyla girdi Türkiye’ye. “Tarihî maddecilik” vb. Beğenirsin, beğenmezsin, ama Marksizm toplumu analiz etmenin bayağı sofistike yöntemlerini geliştirmiş, parlak örneklerini de vermiştir. Bu basit pozitivist kalıplara hiçbir ihtiyacı yoktur.

Ayrıca, toplumsal olguları kavramak için tek araç da Marksizm değildir. Konusunu ciddiyetle incelemiş herkesten öğreneceğimiz şeyler vardır. Şerif Mardin’in Din ve İdeoloji kitabı yanılmıyorsam altmışların sonuna doğru yayımlanmıştı. Sözünü ettiğim “Volk- İslâm” üstüne yeterince ipucu vardı o kitapta. Marighella’dan “şehir gerillası” öğrenirken bir zahmet böyle kitaplara da bakılabilirdi.

O zaman, bu “din” konusu karşısında, Kemalizm’de ve pozitivizmde olmayan bir donanım elde edilebilirdi.

Ama zaten bütün bunlar, amaçlanan şeyler arasında yer almıyordu.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar