Murat BELGE
Türkiye’nin “Batılılaşma” sürecinin çok eski bir tarihi var, çünkü Türkiye Batı ile maddeten en erken karşılaşan birkaç toplumdan biri. Ve başından beri, bu yolda adım atmanın ilk örneklerinden beri, buna karşı çıkan bir cephe var. Uzun vadeli perspektifler içinde baktığımızda (yani bireysel olayların bireysel özelliklerinin kaybolduğu durumlarda) Patrona İsyanı dediğimiz olayı bir örnek olarak alabiliriz. Kabakçı Mustafa İsyanı’nı ikinci bir örnek sayabiliriz.
Hemen bazı açıklamalar gerekiyor: bir kere, adı “Batılılaşma” olan bir şey yoktu. Proje toplumun değil, devletin projesiydi ve devlet projesini toplumla konuşmamış, danışmamıştı. Devletin içinde bunu doğru bulan vardı ama yanlış bulanların (ve bu yolda gidilirse kendi iktidarlarını kaybetmekten korkanların) sayısı ve ağırlığı daha fazlaydı. Dolayısıyla anılan o iki isyan başarılı oldu ve “Batılılaşma” durdu. O tarihlerin entelektüel atmosferinde “Batılılaşma” ancak “Gâvurlaşma” olarak anlaşılabilirdi. Öyle de anlaşıldı. Onun için muhafazakâr güçler kazandı. Bu güçlerin silâhı, kullandıkları araç da yoksul halktı. İsyanları adlarıyla andığımız Patrona Halil ya da Kabakçı Mustafa o güçlerin manipüle etmeyi başardığı “popülist önderler”di. Kukla oldukları başarılı oldukları zaman anlaşıldı. Bir dünya görüşleri yoktu, bir projeleri yoktu. Kazandıkları gibi silindiler.
II. Mahmud dengeyi değiştirmeyi başardı: Vaka-i Hayriye (1826) ile Türkiye “modern” tarihine girdi. Bundan sonra Patrona-Kabakçı dizisinin yeni başarıları görülmedi. 31 Mart gibi olaylarda bu cenahın kazanımları çok kısa-ömürlü oldu. Cumhuriyet kurulduktan sonra Menemen gibi olaylar da bir plana programa dayanmayan, mevziî ve gözü kara çıkışlardan ileri geçmediler.
Geçmemeleri, toplumun durumundan hoşnut olduğu anlamına geliyor mu? Yani, diyelim “harf inkılâbı” oluyor ve halk bu vesileyle sevince mi kapılıyordu? “Batılılaşma” denen şeyin gelip hayatın merkezine oturması halkı mutlu ediyor muydu?
Hayır. Yeni, kurulan “Cumhuriyet Devleti” baskıcı bir devletti; fiziksel güç olarak omurgasını oluşturan güç Ordu’ydu. Rejimin savunmacısı “aydın”lar sayıca çok az, ayrıca toplumdan ciddi bir şekilde kopuk insanlardı. Onun için etkili olan “Devletin İdeolojik Aygıtları” değil, “Baskı Aygıtları”ydı.
Toplum ise sürekli savaşlardan bitap düşmüştü. Ama savaş olmasa da Osmanlı’nın hızlanan çöküşü herkesi etkiliyordu. Yeni rejimden hoşnut olan bir azınlık zaten orada, işbaşındaydı. Geri kalanların çoğunun zaten ne olduğuna dair açık seçik bir düşüncesi yoktu. Bir öğretiye dayalı bir muhalefeti olanların da siyasi bir hareket başlatacak fiziksel veya entelektüel gücü ve aynı zamanda takatı yoktu.
“Serbest Fırka” gibi olaylar, bu sessiz ve kıpırtısız kitlenin hangi ışığı gördüğünde oraya yönelecek enerjiyi ürettiğini gösterir.
Böyle yıllar geçti. Ancak, rejimi kuranlar, farkında olmadan rejime muhalif olanlara neye başvururlarsa, nasıl bir yöntem uygularlarsa başarılı olacaklarını da göstermişlerdi: popülizm.
Onun içindir ki DP-AP-ANAP çizgisi hep bu “popülist” özü korudu ve hep başarılı oldu. Belki “öz” demek yanlış; daha çok “kılık” ya da “eda” denebilecek bir şeydi bu. Adnan Menderes ya da Turgut Özal “halkımız”ın yaşadığı gibi yaşamıyordu; ama halkla çok şey paylaştığına halkı ikna edebiliyordu. Burada başlıca yardımcısı, “iktidar” denince akla gelen CHP idi. Bülent Ecevit CHP’den gelen ilk ve tek popülist önder olmayı başardı; onun için de Ecevit’li CHP iktidara yaklaştı.
Durmadan seçim kazanarak hükümet olan ama bir türlü iktidar olmayan popülist çizgi ve hiçbir seçim kazanamayan, dolayısıyla hükümet olamayan, ama asıl iktidarı da elinden bırakmayan elitist çizgi. Laurel-Hardy, Edi ile Büdü, Hacivat-Karagöz v.b. birbirini tamamlayan çiftler vardır. Bizdeki çift de buydu: “Zıt Kardeşler”. İsterseniz biz buna "Türk işi kuvvetler ayrımı" da diyebiliriz.
İyi de, bir yandan da hayat yaşanıyor. Hayat, yalnız burada değil, bütün dünyada, Batı’da olanlara göre biçimleniyor. Bütün dünyada, Batı’ya cephe alan muhafazakârların başarıları, Batı’ya aynı zamanda cevaz verme derecelerine göre değişiyor. Örneğin, burada bir dönemde, rejimin “yobaz” diye sınıfladıkları arasında, “Radyo kullanmayın! Radyonun içinde şeytan var” diyenler vardı. Bu, topyekûn bir Batı reddiyesiydi ve radyonun da bir Batı icadı olduğu belliydi. Ama radyonun o yıllarda dayanılmaz bir çekimi vardı ve “Radyo kullanmayın” diyenlerin bir yere varması düşünülemezdi.
Dolayısıyla, modern koşulları kendine göre eğip büken ve öyle yaşayan “muhafazakâr” çizgiler başarılı oldu. Başka bir deyişle, “modernleşmiş muhafazakârlık” prim yapabiliyordu.
Buna bağlı nedenlerle, yetmişlerde iktidar ortağı olan MSP’nin milletvekillerinin çoğu mühendisti ve bir kısmı üniversiteyi Amerika’da okumuştu.
Bir toplumda yenilik ve gelenek-görenek, biri siyah, öbürü beyaz, öyle durmazlar. Sürekli bir karışım vardır. Varolan yapı, tanımı gereği, yeni geleni kendine benzetir, ama benzetirken kendisi de değişir.
Türkiye de yıllardır bu süreci yaşıyor. “Zıt Kardeşler”in arasında tahmin ettiğimizden çok daha fazla ortak şey var.
Şimdi “büyük reis” ve AKP’nin onun çevresinde kenetlenmeye kararlı kesimi bu paylaşımı, bu ortaklaşmayı kesin biçimde kesmek üzere davranıyorlar. Bunu uzun vadeli olarak başaracaklarını düşünmüyorum, ama bu inatlarıyla kısa vadede çok ağır toplumsal tahribata yol açabilirler.
Şimdi, hep bildiğimiz bu süreci yeniden özetlemekle varmaya çalıştığım soruyu sorayım.
Bunca yıldır böyle bir mecrada akan bir hayat ve yaşadıkça melezleşen bir toplumda, bugünün bu kutuplaşması neden ve nasıl ortaya çıktı? Kimilerine göre bunun cevabı İslâmcılık.
Evet, bu süreçte din etkeninin önemli bir yeri olmalı. Bu ayrıca yalnız buraya özgü bir şey değil. Siyasi İslâm, radikal İslâm v.b. çok yerde çok etkin. Bunun oynadığı bir rol mutlaka vardır.
Türkiye’nin geçmişi de öyle bir cevabı destekliyor (zaten o cevabı verenler ya “Zıt Kardeşler”in o tarafında olanlar ya da onların etkisinde olanlar): “Cumhuriyet”, şu bu, ama bunca yıldır bu topluma seküler bir etik kazandırmamış bir geçmişten geliyoruz. Seküler bir etik, gerçekten seküler bir kültür de yok.
Bunlar geçerli olmakla birlikte ben olaya toplumsal bilimin “birincil” ve ikincil” etkenler analizi çerçevesinde baktığımda, uzun zamandır adını söylemeyi dahi unuttuğumuz sınıf sorununun, AKP’nin başarısında olduğu kadar bugünkü siyasî tavır alışlarında da ciddi bir payı olduğunu düşünüyorum. İdeoloji hiçbir zaman ihmal edilmeye gelmez. Ancak bugün önemli bir kitleyi AKP yörüngesinde harekete geçiren ideolojinin de bir hayli karma, bir hayli melez bir ideoloji olduğu kanısındayım.
Ne var ki, bu “karma”nın içine demokrasi karışamamış.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.08.2025
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025