Ümit KIVANÇ
"Çelişkileri, yalanları bayraklar örtemiyor ki!"
Herhangi bir ülkede darbe girişimi savuşturulmuş olsa, peşine düşülecek ilk soru, bu girişimin lider kadrosunun kimler olduğudur. Hemen ardından sıra, girişim başarıya ulaşsa iktidarı kimlerin hangi hiyerarşi ve işbölümü içerisinde kullanacağına (bakanlar kurulu, vs.) gelir.
İki yüz otuz dört insan silahlı muhterislerin ihtirasına kurban gitti; iki bin kişi kadar yaralandı; yirmi bine yakın insan gözaltında, on bin civarında tutuklu var; komutanı içeri atılmış askerî birlikler haritası papatya tarlası gibi; işinden edilen memur sayısı yetmiş-seksen bin arasında, cumhurbaşkanına bakılırsa yüz bin de olsa iki yüz bin de olsa hepsi “temizlenecek”, askerî okullar kapatıldı, ordunun yapısı tepeden tırnağa değişiyor… Rakamdı ayrıntıydı, hiç girmesek de olur, toplumca muazzam bir sarsıntı yaşadık; hâlâ sürüyor. Milyonlarca insan o gecenin travmasını hâlâ atlatamadı.
Gelin görün ki, işlerine geldikçe darbenin bastırılmasındaki kahramanlığını öve öve bitiremedikleri halka karşı bizi yönetenlerin herhangi bir sorumluluğu, borcu yok. Tavrını kahramanlık mertebesine vardıranı vardırmayanıyla bu ülkenin ahalisi külliyen darbenin karşısına dikildi. Dolayısıyla yönetenlerin borcu herkese. Tam da onların hep söylemek, duymak istediği gibi, şusuyla busuyla, bütün “Türkiye”ye.
Ancak burası, HES yapacağım hırsıyla kurutmadık ırmak bırakmayanların “ırmağına kurban” diye göğsünü paralayabildiği, “Ölürüm Türkiye’m” ülkesi; bu yüzden yönetenlerin sorumluluğu veya borcundan sözetmek uçuk fantezi.
Çelişkileri, yalanları bayraklar örtemiyor ki!
Oysa vaziyet fena halde sinir bozucu. Neredeyse bir ay olacak, hâlâ bize darbenin kimler tarafından nasıl planlandığını, icraat aşamasında hangi kazalar, caymalar, ihanetler, muhbirlikler yüzünden sekteye uğradığını, darbe başarıya ulaşsa ülkenin kimler tarafından nasıl yönetileceğini, hangi görevlere -isim isim- kimlerin geçeceğini anlatmıyorlar? “İşte trafik canavarı!” diye bir araba gösteriyorlar; kapıları kapalı, kaputu aralayamıyoruz bile, motor yerinde mi, anlayamıyoruz, bagaj kilitli, orada ne var, belli değil. Şöför mahalli de boş!
Önümüze döktükleri ifadelerden o kadar çok çelişki, mantığa, “hayatın doğal akışına” uymayan o kadar çok abuk subuk ayrıntı seçip sergileyebiliriz ki, sanat kılığındaki cinlik ekollerine yenisini katmamız işten değil. Böyle şeylere kalkışmayıp sadece bir-iki hayatî ayrıntı üzerinde dursak dahi, elimizde kallavî sorular var.
Ve belki daha önemlisi, bu çelişkili durumların bu şekilde sürdürülmesi başlı başına kurcalanması gereken bir mevzu halini aldı bile. Mutlaka, ama mutlaka izah edilmesi gereken noktalar, cevap verilmesi gereken sorular var, ancak pekâlâ bilinerek istenerek, bunlar yokmuş gibi davranılıyor. Bariz çelişkiler -yapılıp geri çekilip revize edilmiş yenisi ortaya sürülen genelkurmay açıklamaları sûretinde meselâ- önümüze döküldü ve, evet, bunlar yokmuş gibi davranılıyor.
Böylece ne amaçlanıyor? Unutacak mıyız çelişkileri, karanlık noktaları?
Önce bir tehlikeye işaret edeceğim. Gelin, ufak bir deney yapalım.
Soruyorum: 15:00’te alınan istihbaratın cumhurbaşkanına üç-dört saat veya hiç! bildirilmemiş olduğu, doğru mudur? Tayyip Erdoğan haberi sahiden eniştesinden mi aldı? Ya başbakan? Genelkurmay başkanı, neden hava kuvvetleri komutanını aramadı? Yoksa harekât başkanı aracılığıyla aslında aradı mı? Hava kuvvetleri komutanı darbe ihtimalini 21:30’da eşinden mi öğrendi? Yoksa daha önce öğrenmiş miydi? MİT Müsteşarı Hakan Fidan, başbakanın “bize niye haber vermedin?” sorusuna “cevap veremedi” mi sahiden? O sordu, o da cevap veremedi… Ee? Ne oldu? Bakıştılar mı öyle boş boş?
Bu soruların herhangi birinin cevabını ilk günlerdeki kadar merak ediyor musunuz? Sanmam. Peki sorular size bildik, tanıdık, giderek beylik, sıkıcı geliyor mu? Herhalde. İşte bu yüzden bir süre sonra sormayı bırakacaksınız; muhtemelen.
Bu ciddî bir tehlikedir. Bu soruları unutmamızı sağlayacak şekilde davranılması ise, toplumca aşağılanmamız demektir.
15 Temmuz’a gelene kadarki hükümet pratiğiyle bir-iki küme düşmüştük, darbe girişimiyle daha aşağı yuvarlandık, şimdi, bunları unutarak dibe biraz daha yaklaşacağız.
Yalanla yönetilmeyi kabullenecek miyiz?
Böylelikle bir küme daha düşeceğiz, ama düşüş bununla sınırlı kalmayacak. Zira vahamet, sadece olmuş bitmişin en hayatî unsurlarının bizden gizlenmesinden ibaret değil. Şu anda bizi yöneten, en üst düzeydeki insanlar, toplumu baştan aşağı sarsan, bunca kurban alan feci bir hadise konusunda bize yalan söylemekteler. En azından bazıları yalan söylüyorlar. Çünkü hepsinin dedikleri aynı anda doğru olamıyor! Biz de kendisine yalan münasip görülmüş, hakkı hukuku olmayan tebâ konumundayız.
Abdullah Gül cumhurbaşkanıyken ona danışmanlık yapmış Yeniçağ yazarı Ahmet Takan, darbeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Ankara’daki çok önemli [bir] siyasetçi”nin saat “18:00’den sonra” haber verdiğini ileri sürdü. Üstelik “Saray’daki kaynağı”na dayanarak! (Bu siyasetçi o kadar ilginç bağlantıları olan bir kimse ki, cumhurbaşkanını “yaverinize dikkat edin” diye de uyarabiliyor.)
Peki, haberi 20:30-21:00 sularında “eniştesinden aldığını” ileri süren Erdoğan bunu tekzip etti mi? Hayır.
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, biliyorsunuz, İstanbul’da düğündeydi ve darbe haberini 21:30 sularında “eşinden” aldığını söylemişti. Eşi de başka bir generalin eşinin telefonu üzerine onu aramıştı filan. Orgeneral ayrıca, genelkurmay başkanı ile ikinci başkanı aradığını ama ulaşamadığını belirtmiş, onlar geri aradılarsa bilemeyeceğini, çünkü telefonunun üzerinde olmadığını söylemişti!?
Aynı orgeneral şimdi bir rapor hazırlattı, olayların gelişimini saat saat döktürdü. Bu döküme bakarsanız, kendisi 19:30’dan önce vaziyetten haberdar! Ve haber, eşini arayan general eşi falan gibi tesadüfî-özel kanallardan değil, düpedüz askerî kanaldan gelmiş.
Ve tabiî kimse çıkıp, paşam, generalim, komutanım, Abidin Bey, artık nasıl tercih ederse o şekil, peki sen neden daha evvel eşim aradı da şuydu da buydu da diye hikâye anlattın, diye sormuyor.
Soramıyor, ortam müsait değil. Yoksa FETÖ’nün ihanetinden şüphen mi var? FETÖ yaptı, işte FETÖ, FETÖ! Vataaan, kaaan, haydi bayraklar, Ölürüm Türkiye’m, dombra, bir dombra daha… tamam. Birlikte güzeliz, ne bozuyorsun!
Öyle görünüyor ki, ana muhalefet partisi CHP’nin öndegelenlerinin de FETÖ’nün marifetleri dışında herhangi bir konuda kayda değer sıkıntısı ve bilgi ihtiyacı yok.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 9 Ağustos’taki grup konuşmasında, “Gülen’in iadesini istemiyorlar,” dedi, her zamanki ironik tarzıyla. “Kimbilir gelip neler anlatacak. Gelir burada bildiklerini anlatırsa, Allah korusun, Türkiye tek partili sisteme döner. Biz tek başımıza kalırız.” Demirtaş, idam lafının Gülen’in iadesini imkânsızlaştırmak için ortaya atıldığı iddiasını da bu sözlerinin arkasına ekledi.
Diyeceğim, ister istemez akla geliyor bu.
Bütün hayatî soruların anası olan şu hayatî soruyla birlikte: Neden bize yalan söylüyorlar? Neden ısrarla yalan söylüyorlar? Neden birçok yalanın yalan olduğu bu kadar açıkken, ortadayken, bunu hiçbirimizin fark etmeyeceğini varsayarak davranıyorlar? Neye güveniyorlar? Halk kendini bayrağın,Ölürüm Türkiye’m’in coşkusuna kaptırdı, sormaz, kurcalamaz, diye mi düşünüyorlar?
Lâkin bütün soruların anası olan bir soru, şu nemli sıcağı yaran, ince ve keskin bir anlık rüzgâr gibi, açık bırakılmış pencerelerden süzülüp, zor bela uyuyacak vakti bulan yorgun ruhları rencide etmiyor mudur sabaha doğru? Kimsenin anlamadım diyemeyeceği açıklıkta, aslında biraz kahve ağzıyla ifade edilmiş, yaygınlaşmakta olan soru şu değil mi: Hakan’la Hulusi dört saat ne yaptılar orada?
Darbeyi haber alış saati gece 21:30’dan giderek akşamüstüne doğru kayan cumhurbaşkanının ne yaptığı sorusunu da, uykuları kaçırma pahasına, buraya eklemeliyiz.
Can alıcı meseleyi unutmadan: Kimdi bu darbenin liderliği? Başarsalardı kimlerin emirleriyle öldürülecektik? Kimler kurulacaktı makam arabalarına, Saray’a, Meclis’e?
Halkın kahramanlığını alkışlayıp onun gerçeği öğrenme hakkını tanımamak, teslim etmemek, bunun gereğini yapmamak, hakkı hukuku, toplumsal haysiyeti geçtim, -onlar nasılsa hiçbir muktedire hiçbir şey ifade etmiyor-, tanklara uçaklara karşı sokaklara dökülüp can veren insanlara karşı büyük ayıp.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024