Yıldıray OĞUR
“Kendisine ihtiyaç duyulmayan her yerde bürokrasisiyle ‘hazır ve nazır’ olan devlet, deprem felaketinde yardım için çırpınan insanların imdadına yetişemiyor.
Vatandaşın yüreğini can kayıpları kadar kimsesizlik de yakıyor. Yasak ve ceza kavramlarının arasına sıkışmış devlet mantığı ihtiyaç anında imkanları organize edemiyor.
Yardım için her şeyin bulunduğu yerlerde bile, organizasyon sorunu nedeniyle imkanlar seferber edilemiyor.
Organizasyondaki gecikmenin en acı sonucu, yıkıntıların altından gelen insan seslerinin birer birer sönmesi.”

***
“Kendilerine zamanında tıbbî müdahale yapılması halinde kurtarılması mümkün olan insanlar, saatler ilerledikçe, kan kaybı, havasızlık gibi sebeplerle enkaz altında can veriyor. Sonuç: Halk her türlü fedakarlığa hazır. Ancak bürokrasi, felaketin şartlarına adapte olamıyor.
Dünya depremden 12 saat sonra enkazların önemli kısmını kaldırırken Türkiye’de üçüncü günün sonunda bile yıkılan binaların büyük çoğunluğuna ulaşılamadı. Vatandaş yıkık binalar ve can çekişen yakınlarıyla baş başa bırakıldı.
Yetkililer, felaketin boyutlarını üç gün sonra anlamaya başladı. Gecikme yüzünden binlerce insanımız demir ve beton yığınları arasında can verdi. Geriye, bir ülke dolusu acı kaldı. Çok geç kaldık.”
***
“Enkaz altındaki son hayat belirtileri de bir bir kayboluyor. Felaketi kavramakta geç kaldık. Hayatta kalabilen binlerce insan, yardımın gecikmesi yüzünden enkaz altında can verdi. Toplam can kaybı içinde ilk saatlerde müdahale edilemediği için hayatını kaybedenlerin sayısı çok yüksek.
Enkaz altında bulunduğu tahmin edilen 30 bini aşkın insanımıza hâlâ ulaşılamadı. Krize müdahalede geç kalan devlet dördüncü günü özel ve tüzel kişilere ait iş makinelerinin valiliklere teslim edilmesini istemeyi akıl etti. Devlet bürokrasiyi ayakta tutmaya çalışırken, enkaz altında kalanların tıbben yaşama sınırı bugün doluyor.”

“Acılı günümüzde koşup geldiğin, acımızı paylaştığın, bir umudu canlandırmamıza yardım ettiğin için, her nereden geldiysen ve nereye gidiyorsan, teşekkürler…
O sabah, evlerimiz başımıza çöktü. Onbinlerce insanımızı kaybettik. Siz, dünyanın dört bir yanından, Avrupa’dan, Asya’dan, Amerika’dan, Afrika’dan koşup geldiniz. Bize umut oldunuz. Acımızı paylaştınız. Beton ve demir yığınlarının altından gelen bir nefes, bizim kadar sizi de sevindirdi. Bir çocuğun enkaz altında sönüp giden hayatı için, bizimle birlikte siz de gözyaşı döktünüz. Dilimizle anlaşamadıysak da, kalbimizle anlaştık. Bütün güzel şeyler için, bütün kalbimizle size teşekkür ediyoruz.
Gelip gördün, ey yabancı. Biz sıcak insanlarız. Ne kadar darda olsak, misafirimize hürmet ederiz. Biz ne kadar sıcak, ne kadar sevecen olursak olalım, ne yazık ki, büyüklerimizin suratı biraz asıktır. Biz, asık suratlı olmasına rağmen, devletimize ‘Baba’ deriz. Bakanımız, size kem söz söylemiş olabilir. Sizi incitmiş olabilir. Lütfen, bu acılı günlerimizde, içimizdeki birkaç kişinin sözlerine, davranışlarına bakarak bizi yargılama. Güle güle dön ülkene, sana minnettarız yabancı.”
***
“ACILIYIZ… Onbinlerce can kaybettik. Yakınlarımızın cesetleri hâlâ enkaz altında. Evlerimiz yıkıldı. Sokakta kaldık. Çalışacak yerimiz yok. İşyerlerimiz yıkıldı. Biraz acımıza saygı istiyoruz. Acımızı, acı çeker gibi çekmek, rahatsız edilmeden, özgürce ağlayabilmek istiyoruz.
ÜZGÜNÜZ… Allah’ın hepimize verdiği bir felaketi, bir acıyı, toplum olarak 7’den 70’e hepimize hitap eden maddi ve manevi bir uyarıyı, büyük bir cür’etle, Kudretullah’a sözcülük eder gibi politik yaklaşımlarla yorumlayan mantıktan dolayı da üzgünüz.
UMUTLUYUZ… Dünyanın dört bir yanından gelen ‘yabancı’lar ve kendi ülkemizin rengarenk insanları koşup geldiler, evrensel bir olgu olan felaketin acısını, kederini, yükünü, kimsenin dinini, milletini, rengini ve siyasi görüşünü sormadan kardeşçe paylaştılar.
ŞİKAYETÇİYİZ… Eğer varsa, evsize ev, kimsesize kimse olmak yerine, evsizin, kimsesizin, siyasetini, meşrebini soranlardan ve tertemiz bir kalp ile insanlarımızın yardımına koşanları kamplara ayıranlardan şikayetçiyiz.”
***
17 Aralık 1999 depreminden sonraki bir haftada o günlerde muhalif olan Yeni Şafak gazetesinin attığı manşetlerden bir seçkiydi şu ana kadar ki okuduklarınız.
Maalesef 17 Ağustos tecrübesine rağmen, bu manşetlerin neredeyse tamamı ve aynı cümlelerle 24 yıl sonra yeniden atılabilir.
Son üç gündür 24 yıl önce yaşananlar bir kere daha yaşandı.
Ama 24 yıl sonra bir fark var.
Bu manşetlerdeki eleştiriler yüzünden bugün halkı kin ve nefrete tahrikten hakkınızda soruşturma açılabilir, dezenformasyon yaptığınız söylenerek gazeteniz hakkında yaptırımlar uygulanabilir, bir anda da karşınızda aralarında Yeni Şafak’ın da olduğu Türkiye’nin muhafazakarlarını bulabilirsiniz.
Çünkü üç gündür enkaz altındaki sevdikleri için devlete ah diyen, üç gün devlet adına muhatap, yardım görmeyen sıradan vatandaşların şikayet sesleri bile ekranlarda anında kesiliyor.
Bu şikayetleri dillendirenler acılı günde konuşmakla, siyaset yapmakla, fitne çıkarmakla suçlanıyor.
Depremin büyüklüğü, yüzyılın depremi olduğu gibi mazaretler ileri sürülüyor, deprem karşısında devletin çaresizliğinin hoşgörülmesi bekleniyor.
Sanki 17 Ağustos depremi büyük değildi, beş ili ve yoğun bir nüfusu vurmamıştı, sanki o depreme de yüzyılın felaketi denmemişti!
Üstelik 17 Ağustos ile son deprem arasında temel bir fark var. Biri diğerinden 24 yıl sonra oldu.
Güya o depremden çıkarılan derslerle, alınması gereken önlemlerle geçti koca 24 yıl.
Ama 24 yıl sonra karşımızda depremi kendi hazırlığına göre büyük bulup, deprem beğenmeyen bir afet yönetimi var.
Deprem çok ili vurmuş, çok fazla bina yıkılmış, o yüzden her binaya kurtarma ekibi yetmiyormuş.
Peki siz zaten İstanbul’da en az 50 bin binanın yıkılması beklenen depreme hazırlık yapmamış mıydınız bu 24 yılda?
Büyük, yüce devletimiz felaketin büyüklüğü karşısında aciz mi kaldı yoksa bunu bile söylemek devletimizin büyüklüğüne hakaret etmeye mi giriyor?
17 Ağustos da yeterince büyüktü, o zaman o gün neden haklı olarak sesinizi çıkardınız?
Neden 24 yıl önce isyan edip, bugün isyan edenlerin seslerini “Yasımız var, acımız var, enkaz altında kalanlar var, şimdi siyaset zamanı değil” diye kısmaya çalışıyorsunuz?
Esas konuşanlar, bağıranlar, uzaktan yasın arkasına saklananlar değil, gerçekten yası olanlar, enkazların altındaki yakınlarının kurtarılmasını bekleyenler zaten.
Konuşulan konu da münasabetsiz bir mesele değil, tam da şu anda yaşanan enkazlardaki insanların kaderlerine terk edilmesi.
Bu şimdi değil de ne zaman konuşulacak?
İnsanlar eleştirince arama kurtarma faaliyetleri mi aksıyor?
Yoksa “yasımız var, susun” diyenler devletlerinin, iktidarlarının eleştirilmesi yüzünden mi yastalar ve üzgünler?
Kusura bakmayın bu millet biraz sizi üzecek, ileri geri konuşacak.
Çünkü 17 Ağustos tecrübesiyle ve ona yükselen tepkilerle iktidar olursan, son 21 yılda da en çok yatırımı inşaata yaparsan ama 21 yıl sonra bir depremde şimdiden 10 bin insan daha binaların altında kalarak hayatını kaybederse bunun faturası bir zahmet o 21 yıllık iktidara kesilir.
17 Ağustos’ta nasıl devlet, iktidar eleştirildiyse, bugün de eleştirileceksiniz.
Hem de bugün, hemen, şimdi...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025
26.05.2025