Halil BERKTAY
[11 Ağustos 2019] Modernitenin hemen bütün büyük süreçleri gibi, demokrasinin de, bir, bütünsel gelişmesi var zaman içinde. Büyük tabloya baktığımızda, 18. yüzyıla kıyasla 19. yüzyıl sonlarında, 20. yüzyıl başlarına kıyasla 21. yüzyıl başlarında çok daha fazla ve çok daha ileri bir demokrasi görüyor ve yaşıyoruz.
Ama iki, bu genel trend etrafında, bir de dönemsel dalgalanmaları, iniş çıkışları söz konusu. Demokrasinin suları bazen yükseliyor, bazen geri çekiliyor. Nabzı bazen güçlü, bazen zayıf atıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, hemen sadece İngiltere hariç, batısı ve doğusuyla bütün Avrupa’da demokrasinin yükselişine paralel olarak anti-demokrasinin de yükselişi söz konusu. İlk o sıralarda, liberalizme büyük bir tepki baş gösteriyor (bugün bu anti-liberal kabarışların belki üçüncüsü veya dördüncüsünün içindeyiz). Ferdiyetçiliğiyle, deniyor, toplumları atomize eder, yıkar, böler, parçalar. Bencilliği, bireysel çıkarları yüceltmesi, ortak ülkü diye bir şey bırakmaz. Oysa millet dediğin yekpare olmalı. O sıralarda sol, sağın çok gerisinde. Fakat öyle veya böyle, sağda (henüz iki ayrı akım olarak) muhafazakârlık ve milliyetçilik, solda sosyalizm, son tahlilde hep liberalizme ve liberal demokrasiye karşı mevzileniyor. Sağın tepkisi derece derece monarşizm, otokrasi veya despotizm (istibdat), giderek mutlak lider (führer, tek adam) arayışında somutlanıyor. Solun tepkisi demokrasiyi devrimle aşmayı öngörüyor.
Gene de Birinci Dünya Savaşına kadar demokrasi esas olarak yükseliş içinde. Muhafazakârlık geriliyor; seçimler, parlamento, temel özgürlükler, Kilise dışı eğitim, işçi ve kadın hakları… derece derece hep gelişme gösteriyor. 1918’de silâhlar nihayet sustuğunda da, bu ivme biraz daha sürecek. Batıda, hükümetler ülkelerini korkunç bir kan banyosuna sürüklemiş olmanın bedelini “refah devleti”yle ödüyor. Orta ve Doğu Avrupa’da, geleneksel imparatorluklar (Çarlık Rusyası, Osmanlılar, Avusturya-Macaristan) peşpeşe yıkılmış veya yıkılıyor; bir dizi yeni ulus-devlet doğarken, hanedanların yerini cumhuriyetler alıyor. Anayasalar yazılıyor veya başkalarından kopya ediliyor; hukuk devletleri oluşuyor (Türkiye de izole, kendine özgü bir olay değil; bu sürecin bir parçası). ABD cumhurbaşkanı Woodrow Wilson’ın “dünyayı demokrasi açısından güvenilir kılma” (to make the world safe for democracy) vaadi gerçekleşmişe benziyor.
Derken birkaç yıl içinde herşey tersine dönüveriyor. Özellikle savaştan yenik çıkan (Almanya, Avusturya, Macaristan), istediğini alamadığını düşünen (İtalya), şu veya bu şekilde 1918-20 barış antlaşmalarında hakkının yendiğini düşünen ülkelerde, milliyetçilik ve millî intikamcılık (rövanşizm) hızla geri geliyor. Üzerine, 1917 Bolşevik Devriminin tetiklediği “kızıl korkusu” biniyor ve demokrasiden kaçış başlıyor. Sonra bir de 1929 Büyük Bunalımı büsbütün hızlandırıyor otoritarizm arayışlarını. İtalya’da Faşizm ve Almanya’da Nazizm, bu yaygın eğilimin sadece en vahşi, en aşırı tezahürleri. Bir dizi ülkede ordu iktidara el koyuyor ve doğrudan askerî diktatörlükler kuruluyor. Bazılarında, monarşinin zaten tanıdığı otokratik yetkilerin silâhlı kuvvetlerin vesayeti altında genişletilmesi suretiyle, yeni tip “kraliyet diktatörlükleri” (royal dictatorships) zuhur ediyor. Hemen hepsi, varolduğu kadarıyla yerel faşizmleri kanadı altına alıyor. Avusturya’da, daha sonra sözünü edeceğim Yurt Muhafızları (Heimwehr) ve Romanya’da, (Ionesco’nun Gergedan piyesinde hicvedeceği) Demir Muhafızlar gibi, kâh Mussolini’nin Kara Gömleklilerini (Squadristi’sini), kâh Hitler’in Kahverengi Gömleklilerini (SA’larını, Hücum Taburlarını) takliden oluşturulmuş paramiliter örgütleri (en azından bir yere kadar) besliyor, yetiştiriyor, himaye ediyor.
Örnekler: (1) Macaristan’da Amiral Mikloş Horthy, 1920-44 arasında Kral Naibi ve ülkesinin mutlak hâkimi. (2) Daha sonra Yugoslavya diye tanıyacağımız ülkede, 1918’de önce bir Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı kuruluyor. 1919’da Kral I. Alexander tahta çıkıyor. On yıl, devraldığı meşrutî (anayasal) monarşiyle idare ediyor. Derken 1929’da bütün iktidara el koyuyor, diktatörlüğünü ilân ediyor, anayasayı değiştiriyor, ülkenin adını da Yugoslavya Krallığı yapıyor. 1934’te Hırvat milliyetçilerinin tuttuğu bir Bulgar IMRO keskin nişancısı tarafından vurulup öldürülüyor. 1934-41 arasında Yugoslavya’yı, (Hitler saldırıncaya kadar) kuzeni Prens Paul başkanlığında bir Kral Naipliği Konseyi yönetiyor.
(3) Polonya diye bir ülke 1795-1918 arasında mevcut değil. Böyle bir siyasî birim yok Avrupa haritasında. 18. yüzyılda üç defa paylaşılıp yutulmuş, Prusya, Avusturya ve Rusya tarafından. 1918’de tekrar sahneye çıkıyor. Önce demokratik bir cumhuriyet kuruluyor. Fakat 1926’da Mareşal Joszef Pilsudski’nin darbesi ve diktatörlüğüne maruz kalıyor (1926-35). Pilsudski’nin ölümünden sonra iktidar, Cumhurbaşkanı Moşçiçki, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kwiatkowski, Başbakan Skladkowski, Başkomutan Mareşal Rydz-Smigly ve Dışişleri Bakanı Albay Beck arasında paylaşılıyor. Demokrasiden söz etmek çok zor. Seçimler ve parlamento (Sejm) göstermelik. 1 Eylül 1939’a kadar, ne yaptığını pek bilmeyen, hayli kalın kafalı bir tür yerli faşizm hüküm sürüyor. Haddinden büyük kumarlar oynamaya kalkıyor. Bir yanda Nazizm ve diğer yanda Stalinizm arasında sıkışıyor, silinip gidiyor.
(4) Yunanistan, 1919-22 Küçük Asya Felâketi’nin ardından kralcılarla cumhuriyetçilerin mücadelesiyle sarsılırken, General Ioannis Metaxas’ın darbesi ve kralcı askerî diktatörlüğüyle (1936-41) güya bir nebze istikrara kavuşuyor. (5) İspanya’da da ana kamplar, en azından başlangıçta monarşi ve cumhuriyet. Fakat krallık, gitgide daha fazla orduya dayanarak ayakta kalabiliyor. 1923’te Barcelona askerî valisi General Primo di Rivera sahneye çıkıyor. Darbesine ve doğrudan diktatörlüğüne (1923-25) Kral II. Alfonsodestek veriyor. Rivera 1925-30 arasında da, bu sefer sivil bir hükümetin başbakanı. Fakat otoritarizmi giderek monarşinin aleyhine oluyor ve cumhuriyet ilân ediliyor; geniş bir sol koalisyon kuruluyor. Karşılığı, General Franco’nun ve diğer muhafazakâr komutanların ayaklanması, 1936-39 İç Savaşı ve Falanjizmin (İspanyol faşizminin) zaferi biçiminde tecelli ediyor.
(6) Romanya’da, 1918 sonrası meşrutî monarşi koşullarında varolabildiği kadarıyla demokrasiyi önce Kral II. Karol (1938-41) eziyor; ardından Mareşal Ion Antonescu(1941-44) tümüyle yokediyor. Nazizmin sadık müttefiki oluyor; Sovyetler Birliği’nin içlerine ilerleyen Alman ordularına ayak uyduruyor; sonra Stalingrad’da bozguna uğruyor ve geri çekiliyorlar. İroniye bakın ki 1944’te taraf değiştiren, Romen ordularını Kızılordu’nun emrine veren ve Antonescu’yu da (1946’da idam edilmek üzere) hapse attıran, gene II. Karol oluyor.
(7) Avusturya, St Germain antlaşmasından sonra 1919/20’den 1932/33’e cumhuriyetle yönetiliyor (Avusturya Cumhuriyeti veya Birinci Cumhuriyet deniyor). Karşısında iki tür aşırı sağ yükseliyor: (a) Doğrudan Alman Nazizminin, NSDAP’ın uzantısı niteliğindeki Avusturya Nasyonal Sosyalizmi. (b) Avusturya milliyetçiliğinin, politik Katolikliğin ve korporatizmin bir sentezi diyebileceğimiz “Avusturya faşizmi” (Austrofascism). 1932-33 seçim sarsıntılarının, sağın oy tabanını eritmesi karşısında ilk reaksiyonu bu Austrofaşistler gösterip 1934’te iktidara geliyor. Liderleri Engelbert Dolfuss ve onun bir suikaste kurban girmesinden sonra Kurt Schuschnigg. Örgütleri Anavatan Cephesi (Vaterlandische Front) ve daha önce değindiğim Yurt Muhafızları (Heimwehr). 1934-38 arasında ülkeyi onlar yönetiyor. Ama 1938’deki Nasyonal Sosyalist darbe, Alman ordularının ânında sınırı geçmesini sağlıyor ve sonuç, Avusturya’nın Almanya ile “birleşmesi” (Anschluss) oluveriyor.
(8) Türkiye de aynen bu uluslararası çerçevenin içine oturmakta. Bir yere kadar, köhnemiş bir hanedan devleti. Son on yılında, yeni Türk milliyetçiliğinin ilk kuşağına mensup arriviste (fırsatçı-tırmanıcı), kifayetsiz muhteris İttihatçı savaş ağalarınca, öncelikle de Enver Paşa, Talât Paşa ve Cemal Paşa triumvirince yönetiliyor. Yeniliyorlar ve imparatorluk çöküyor. Dağılırken, yerine modern bir ulus-devlet kuruluyor. İktidar Türk milliyetçiliğinin ikinci neslini temsilen Mustafa Kemal Paşa (sonra Atatürk) ve çevresinin eline geçiyor. Kemalist bir kadro oluşuyor. Cumhuriyet önce görece çoğulcu ve demokratik olabileceği izlenimini veriyor. 1923-25 arasında öyle bir mecraya giriyor. Fakat devam etmiyor. 1925-27 krizi hızla katılaşmayı, İstiklâl Mahkemelerini, her türlü muhalefetin tasfiyesini ve 1938’de İsmet Paşa’ya (İnönü) devredilip 1946/50’ye kadar sürecek bir Tek Parti diktatörlüğünün kurulmasını beraberinde getiriyor. Dikkat ediniz: 1923-27’nin zamandaşları Horthy, Pilsudski, Primo di Rivera. 1938 geçişi ise Kral II. Karol darbesi, Anschluss ve İspanya İç Savaşı ile aynı ortamda cereyan ediyor.
Öyle veya böyle; (Türkiye’yi şimdilik bir yana bırakırsak) Avrupa’da iki savaş arasındaki dönemin önde gelen isimleri ve ünvanları bunlar işte: Krallar, prensler, naipler, mareşaller, amiraller, generaller (paşalar), tek tük albaylar. Başta Hitler ve Mussolini. Sonra ikincil aktörler. Horthy (yukarıda sağda), Pilsudski (ortada), Antonescu (solda), Rivera, Metaxas, Franco ve benzerleri. Gene yukarıda ikinci sırada, soldan sağa I. Alexander, II. Karol, II. Alfonso. Nasıl da hepsi (altısı birden) birbirini andırıyor! Şu insanlık nelerden geçmiş meğer, suratlarını, üniformalarını, sırmaları ve madalyalarını böyle yanyana görünce daha iyi anlıyoruz. Onlar yükselirken 1918-20’de umut veren demokrasi, Mark Mazower’in Dark Continent’taki (Karanlık Kıta) ifadesiyle, artık terkedilmiş, kimsenin ibadet etmediği, ıssız bir tapınağa (deserted temple) dönüşüyor.
Bugün demokrasinin iniş-çıkış salınımı ne durumda? 1920’ler ve 30’lardan farklı mı acaba?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024