Akın ÖZÇER
Korkunç hastalıklar var henüz tedavisi olmayan ya da tedaviye kolay, kolay cevap vermeyen. Böyle bir durumla karşılaşıldığında adım, adım yaklaşan kaçınılmaz sona rıza göstermeden yapılması gereken, yeni tedavi yöntemlerini denemek oluyor genelde. Bugün de Türkiye’de bundan yüz yıl ve daha öncesinin Hasta Adam’ı hortlatılmak isteniyorsa, böyle bir tedaviye ihtiyacımız var.
Bana bunları düşündürten, Ankara’da meydana gelen ve belki ancak Orta Doğu bataklığında gündelik hayatın bir parçası kabul edilebilecek o korkunç terör olayı. PKK’nın akla mantığa aykırı şekilde giriştiği terör eylemleri sona ersin diye beklerken “tesadüf bu ya” (!) örgütün siyasi koluna mensup olan ya da sempati duyanların da aralarında bulunduğu masum insanları hedef alan o bombalı kör terör saldırısı.
Terör bir hastalık; siyaset arenasına egemen düşünce ve politikaları demokratik yöntemlerle alt etmeye çalışmak yerine şiddet kullanarak etkilemeye, değiştirmeye yönelik insanlık dışı bir girişim. Başka bir açıdan bakıldığında bir tür savaş yöntemi. Kazananların da kaybettiği iki dünya savaşından sonra devletlerin kendi “çıkarları” için ülkeleri dışındaki bölgelerde silahlı örgütler yoluyla yürüttükleri savaşın adı bir bakıma. Ankara felaketinin altından da benzer bir şey çıkacak olasılıkla.
Terörün tedavisi var, etkinliğini koşulların belirlediği bir tedavi elbette. Teröre karşı ulusal ve uluslararası alanda sadece sözde değil, ayrıca özde dayanışma, şiddetin hiçbir koşulda mazur görülemeyeceğinin kabulü, demokratik diyalog yolu açık tutulmak suretiyle silah bırakmayı özendirme ve nihayet kamusal güvenliğini sağlamak için gerekirse güç kullanma. Dünyanın çeşitli bölgelerinde terörle mücadele böyle yürüdü, yürüyor, başarıyla sonuçlananlar oldu, oluyor. Bu konuyu Türkiye’de yıllardır tartışıyoruz.
Kabul etmek gerekir ki Ankara felaketinden sonra, bir süredir olduğu gibi teröre karşı ulusal ve uluslararası dayanışmanın arzu edilen düzeyde olduğunu söylemek mümkün değil. Terörün kınanması, ortak acının paylaşılması ve bazı etkinliklerin iptal edilmesi bağlamında sözde bir dayanışma varmış gibi görülüyor. Bu dayanışma uluslararası alanda da devlet adamlarının mesajlarına yansıyor. Hatta terörden çok çekmiş ülkelerin başında gelen İspanya’nın yaptığı gibi, Türkiye’de Milli Gün resepsiyonlarını iptal eden devletler de oluyor.
Ne var ki protokol açısından varmış gibi görülen dayanışma özünde içi boş bir kalıp. Olayın duyulmasından sonra, ortak acıyı paylaşmak yerine bu katliamı bir an bile duraksamadan bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın üzerine atabilen, “yeter artık gitmeli” diye ortaya çıkabilen mantığını yitirmiş siyasetçiler ve sempatizanları var bu toplumda. Halil Berktay gibi bende de “felâkete sürüklendiğimiz” duygusunu uyandıran yaklaşım bu. İçerideki mi dışarıdakini, yoksa dışarıdaki mi içeridekini etkiliyor bilmiyorum ama olasılıkla El Muhaberat bağlantılı bu terör olayının faturasını Erdoğan’a yükleyecek kadar “nefret dolu” olabilmek bir hastalık olsa gerek.
Kimse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sevmek, AK Parti’ye oy vermek zorunda değil elbette. Bu olaydan ötürü Cumhurbaşkanı’nı değil ama Davutoğlu başkanlığındaki seçim hükümetini son derece net olan “güvenlik zafiyeti” nedeniyle sorumlu tutmak, hatta Sayın Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi, Adalet Bakanı değil tabii ama İçişleri Bakanı’nın istifasını istemek doğal geliyor bana. İçişleri Bakanı sonuçta bürokrat kökenli bağımsız bir isim ve bakanlığı da kısa bir süre sonra nihayete erecek ama böylesine felâketlerde hata ya da ihmallerin siyasi sorumluluğunun üstlenilmesi gerekiyor.
Mantıklı görmediğim için kabul etmediğim husus ise, örneğin AFP’nin “Türkiye: Ankara suikastından sonra Fransız basını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı parmakla gösteriyor” (Turquie: après l'attentat d'Ankara, la presse française pointe du doigt le président Erdogan) başlıklı haberinde yer alan uçuk değerlendirmeler.
AFP, bu konudaki en sert eleştirinin (eleştiri hafif kaçar aslında) Komünist L’Humanité ‘de yayımlandığını aktarıyor. Patrick Apel-Muller, “Türk Cumhurbaşkanı kampanyasını kanla yürütmeyi seçti” diyor ve ekliyor: “ çünkü bu İslamcı için korku stratejisi, seçmenin kendisine ikinci kez karşı çıkmasını engelleyecek tek yöntem”. Gerçek olamayacak kadar yanlış olması bir yana, saygısızca kaleme alınmış tek kelimeyle adi bir yaklaşım elbette.
Sosyalist Libération’dan Marc Semo’ya göre ise, “Erdoğan gerilim stratejisine oynuyor”. Ama “bu politika ülkeyi tam bir çıkmaz yola götürüyor. Türkiye’nin şiddet sarmalına girmesi, ülke sınırlarının ötesinde de yıkıcı etki yapar.” Marc Semo bu nedenle “ seçimlerin Avrupa için de hayati önem taşıdığı” değerlendirmesini yapıyor. Erdoğan’ın doğrudan hedef alınması abartılı bir yaklaşım olsa da, bu değerlendirmede doğruluk payının yüksek olduğu görülüyor.
AFP’ye göre Fransız bölgesel basınında da Türkiye ve Erdoğan hakkında değerlendirme yapanlar var. Reims’de yayınlanan l’Union’da Carole Bouillé, Türkiye’de “bazı bölgelerin iç savaştan uzak olmadığını” öne sürüyor. Lorraine bölgesinin gazetesi Le Républicain’de Pierre Fréhel, “Erdoğan’ın manevrasının savaştan yararlanarak tüm muhalefetten kurtulmak olduğu ama bunu henüz başaramadığı” iddiasını dile getiriyor ve ekliyor: “tabii öngörülen seçimleri yaptırmazsa”. Fréhel’e göre, Erdoğan’ın yenilgiden kurtulmak için tek şansı genel seçimleri yaptırmamak. Tümüyle yanlış bir iddia olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek yok elbette.
AK Parti ne yapmalı?
Fransız basınından verdiğim yukarıdaki örnekleri Avrupa’daki başka ülke basın organlarında yayımlanan haberlerle çoğaltmak mümkün. Daha önce de yazdığım gibi, demokratik ülkeler medyası Türkiye’de meydana gelen olayları hep aynı optikten yorumluyor. Erdoğan karşıtlığı temeline dayanan bu optik, Ankara katliamından sonra da aynı çizgiyi koruduğuna göre, PKK terörü dâhil son dönemde başımıza gelen tüm felâketlerde belirli bir eşleme (senkronizasyon) olduğunu ortaya koyuyor. Komplo teorilerini pek sevmem ama bu ortaklaşmayı görmemek mümkün değil.
Beni şaşırtan, yabancı basını izleyebilen çoğu Erdoğan karşıtı “seçkin” kesimin aslında Sayın Cumhurbaşkanı üzerinden yürüyen bu tuhaf sürecin Türkiye’ye karşı olmasına boş vermeleri. “Bu adam gitsin de ne olursa olsun” diye özetlenebilen bu yaklaşımı iki nedenle kabul etmek mümkün değil. Birincisi demokratik duruş diyebileceğim Erdoğan’ın halk tarafından 2019’a kadar seçilmiş Cumhurbaşkanı olması. İkincisi ve çok daha önemlisi, en azından medyalara yansıyan kadarıyla yalan haberlerle Türkiye’deki siyasete müdahale etmekte olan uluslararası bir merkezin varlığı.
AK Parti bugüne kadar yalan haberlerle Erdoğan karşıtlığı yürüten çevreleri teşhir etmek ve bildiği politikayı sürdürmekle yetindi. Ama belli ki bu politika kendi seçmenini yavaş, yavaş erittiği gerçeği bir yana, yeni seçmen edinmesini de kolaylaştırmıyor. Bunun için AK Parti kendisini kuşatan uluslararası çemberi kırmaya yönelik bazı adımlar atmalı. Bu bağlamda her şeyden önce bu çemberin öncelikli hedefi olduğu görülen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genel seçimlere kadar sahaya inerek “seçilmiş” olduğunu vurgulamasına gerek olmadığı kanısını taşıyorum. Hatta başkanlık sistemi projesinin de Türkiye’de toplumsal normalleşme sağlanana kadar rafa kaldırılmasında yarar var. Çünkü bu iki konu AK Parti’nin aleyhine kutuplaşmayı körüklüyor.
AK Parti’nin orta uzun vadede yapması gereken bir başka husus, kendi mahallesinden sadece MHP tabanına doğru değil, sol ya da sağ liberal kesime doğru da açılması. Bu kesim içinde yer alıp da Cemaat üzerinden Erdoğan ve AK Parti karşıtlığına geçenler çok, sesleri de yüksek çıkıyor ama bizlerin Serbestiyet’teki varlığı gösteriyor ki “liberal eşittir AK Parti düşmanı” gibi bir şey yok. AK Parti’nin, bugün bazı nedenlerle azınlıkta kalıyor olsak bile, bizim içinde bulunduğumuz sol/sağ liberal kesimin duyarlı olduğu yaklaşımlara ve ifade biçimlerine sahip olduğumuzu göz ardı etmemesinde yarar var.
Evet, yarar var çünkü CHP kökten değişmeyi reddederek nasıl bugün kendi kemik oylarıyla sınırlı kalıyorsa, liberal kesime açılamayan, böyle bir değişimi yapamayan AK Parti de belki bugün değil ama yakın gelecekte belirli oy oranlarında kilitlenme tehlikesi ile karşılaşabilir. Türkiye üzerindeki uluslararası çemberin daraldığı ve toplumun buna karşı tepki vermediği dikkate alınırsa, AK Parti’nin değişiminin bu yönde olması gerekiyor kuşkusuz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları



























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.12.2025
13.12.2025
6.12.2025
1.12.2025
13.11.2025
6.11.2025
30.10.2025
19.10.2025
14.10.2025
8.10.2025