Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
Düzene karşıyken düzen olmak
30.04.2014
2583

 Öncelikle merhaba! Yeni bir mecra ve yeni bir tecrübe... Bundan böyle bu köşeden, bu pencereden dışarı doğru, size doğru sesleneceğim. Ben mi sesleneceğim, yoksa böyle bir pencereye yerleşeceğim için, sizden mi bana seslenişler gelecek, bilmiyorum. Muhtemelen ikisi birden olacak. Ama zaten "yeni bir tecrübe" biraz da böyle bir şey.

***

Türkiye 30 Mart'ta "genel seçim" niteliğini bile aşan, adeta varlık-yokluk geriliminde bir "yerel seçim" yaşadı. Bu seçimler vesilesiyle Türkiye toplumunun derin meselelerinin, gerilimlerinin ana damarlarını görmek bir kere daha mümkün oldu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna hatta daha da gerilere kadar giden bir tarihsel süreç içinde siyasal, toplumsal ve kültürel gerilimler, bu gerilimlere bağlı olarak kutuplaşmalar hiç bitmedi. Toplumu sürekli yeniden tasarlamak iddiasından hiç vazgeçmeyen devlet karşısında çeşitli toplumsal gruplar kendilerini koruyabilmek için, cemaatlerine kapanarak direnmeye gayret gösterdiler.

Bu direnişin en önemli aktörleri ve onların vücuda getirdiği hareketler Kürt hareketi ve İslami hareket oldu.

Bugün devletle toplum arasındaki bu gerilime baktığımızda –son tahlilde- söz konusu hareketler karşısında modernleşmeci ve otoriter ulus-devletin güç ya da en azından "meşruiyet" kaybettiğini söylemek zor olmaz.

Bir yandan Kürtlerin "ana dil" hakkından, "yerel yönetim" hakkına, hatta "özerk yönetim" taleplerine kadar konuşulan "yeni" durum Jakoben (ya da Kemalist) Türk devletinin öngördüğü bir sonuç değildi. Şüphesiz Güney Kürdistan'daki gelişmelerden bağımsız olmayan bir şekilde, gelinen bu aşamada artık hiçbir gücün Kürtlerin mücadele ede ede kazandıklarını tersine çevirmeye gücünün yetmeyeceğini söylemek de zor olmaz.

Bu haliyle Kürt hareketi, her ne kadar Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde adeta yerel bir otorite, iktidar ya da meşruiyet dili tesis etmiş olsa da, Türkiye çapında hâlâ bir "hareket", hâlâ "olmakta olan" bir hareket niteliğine sahip...

Oysa İslami hareketin vermiş olduğu mücadelenin bir sonucu, uç ürünü ya da türevi olan AKP'nin varlığı ve on seneyi aşan hükümet performansı çok daha başka bir gerçekliğe tekabül ediyor.

İslami hareketin en azından bir versiyonu ya da bileşeni olarak AKP'ye baktığımız zaman, artık "hareketi" değil; "devletleşen bir hareketi" ya da "düzeni" görüyoruz. Şimdiye kadar Kemalist devletin her vesileyle, darbe hazırlıklarında, darbelerde, çeşitli "operasyonlarda" uygulamış olduğu kutuplaştırma ve ötekileştirme tekniklerine artık AKP'nin kontrolü altında ortaya çıkan girişimlerde de bol miktarda rastlanabiliyor.

17 Aralık'ta Fethullah Gülen cemaatine atfedilen, şüphesiz büyük bir heterojen nebula olan "cemaatin" çeşitli kollarının karıştığı AKP karşıtı operasyon giderek AKP'nin seçim stratejisi için muhteşem bir fırsat sundu. "Cemaat"e karşı AKP'li bakanların, onların ailelerinin, yakın iş çevrelerinin karışmış oldukları yolsuzluk hikayelerinin yarattığı olumsuz etkiyi marjinalize edebilecek bir kuvvette karşı saldırı başlatıldı.

"Devlet içindeki paralel yapı" ("Haşhaşilere karşı, yabancı güçlere, Pensilvanya'ya karşı İstiklal savaşı"), retorikleriyle, kafası karışık olan (eşyanın tabiatına uygun biçimde karışık olması da gereken) seçmenin önündeki "gri" alanlar temizlendi; hayatın sadece "siyah" ve "beyaz"dan oluştuğu gibi bir kurgu bütün seçim atmosferini kuşattı.

Oysa çok iyi biliyoruz ki, siyaset sosyolojisinin mercekleriyle üstün körü bile baksak, devlet denilen yapının asla ve asla iki parçadan (bir "asıl olan" ve ona sızmaya çalışan "paralel olan") oluşmadığı; tersine, devletin içinde farklı dinsellik, etnisite ve kültürlerden dünya kadar fraksiyonun, lobinin, askeri ya da sivil güç odaklarının olduğu ve bunların da kendi aralarında güç ilişkileri içinde çatıştığı ya da ittifaklar kurduğu görülebilir.

İşte 28 Şubatçı, darbeci ya da Ergenekoncu mantığa sahip generaller tarafından devletin içine girişi "paralel bir yapının" girişi olarak kabul edilen bir AKP hareketi bu "karmaşık devlet" ve toplum ilişkilerini kendi lehine basitleştirerek çevirmesini bildi.

"AKP üzerine" değil, "Erdoğan'ın kişiliği" üzerine, kişiselleştirme, özdeşleşme, kısaca "lider kültü" üzerine kurulu bir kampanya içinde yaşanan 30 Mart seçimleri Türkiye'de varolan kutuplaştırmaları yeniden üretti.

Artık bugünden sonra, Türkiye "klasik Kemalist dönemi" büyük ölçüde aşmış görünüyor. Ancak "güven" sorunu olan bir toplum için düzen ve düzenin güvenli sularının, devamlılığın, istikrarın ne kadar önemli olduğu düşünülürse, "Kemalizm"in yeni bir ses ve nefes bulduğunu söylemek de çok zor görünmüyor.

Ve unutmayalım; içine girdiğiniz yapıyı bir yandan değiştirirken, aynı anda o yapı da sizin içinize girer...

[email protected]

http://marksist.org/yazarlar/ferhat-kentel/14625-duzene-karsiyken-duzen-olmak

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar