Hidayet Şefkatli TUKSAL
Tarikat meselesine çocukluğumdan beri aşinayım. Baba tarafından dedem Ohri’de bulunan Halveti tekkesinin müridiydi. Tekke arkadaşları ve şeyhi hakkında epeyce anekdot anlatırdı. Türkiye’ye göç edip, oralardan uzaklaşmış olmasına rağmen, bence sadece bedeni buradaydı; aklı, fikri, gönlü Ohri’de, müezzinliğini yaptığı Ali Paşa camisinde ve tekkede kalmıştı. Sesi çok güzeldi, Rumeli şivesiyle ve Rumeli tarzıyla çok güzel ilahiler okurdu. Namazları kıldırırken adap ve erkana öylesine riayet ederdi ki, sanki evde değil, Ramazan’da İstanbul’un meşhur camilerinden birinde namaz kıldırıyor gibi, tekbirleri, salavatları, dualarıyla tam tekmil bir ritüel ve müzik ziyafeti olurdu. Tabii biz çocuk olduğumuz için bunun kıymetini takdir edebilecek durumda değildik ama İlahiyat Fakültesinin mescidinde o erkana tekrar kavuştuğumda, benim için nostaljik bir deja vu mahiyetine bürünmüştü namaz vakitleri. Evde çok katı ve despot bir adam olmasına rağmen, dini muhabbetler açıldığında ağzından bal damlayan dedem bu hasletlerini içinde büyüdüğü ve var olduğu tekke kültürüne borçluydu. Allah rahmet eylesin.
Anneannem de dini kimliğini her şeyin önüne koyan bir kadındı. Çok genç yaşında kocasıyla beraber hicret ettiği bu ülkede Kuran okutmanın yasak olduğunu bir türlü kabullenmemişti. Oturduğu mahallelerde isteyenlere Kuran öğretmiş, CHP yönetimine ve Batılılaşmaya karşı açıkça muhalefet etmiş bir insandı. Dedem onun bu açık tavrının başlarına bir iş açacağından endişelendikçe ‘Ben buraya dinim için geldim, gerekirse başka ülkeye giderim!’ diyerek restini çeken bir kadındı. Hatta Demokrat Parti’nin de girdiği -gizli oy açık tasnif usulü- ilk seçimlerde dedem korkusundan oyunu CHP’ye verirken, o Demokrat Parti’ye vermekten çekinmemişti. O da bir tarikata bağlıymış, ama nedense bu tarikatın ismi cismi konusunda bir şey konuşulmazdı, biraz sır gibiydi galiba. Bütün gün elinde tespihi, kıpır kıpır ağzıyla herkesin hem sevdiği ve saygı duyduğu hem de biraz çekindiği bir kadın olan anneannem, o günlerin deyimiyle ‘dini bütün’ bir kadındı ama aklına yatmadığı konularda -günahını üstlenme pahasına- dini hükümlere de itiraz ederdi.
Ailemizin bu iki büyüğü evde dindarlığı, muhafazakarlığı ve siyaseten muhalifliği temsil ederken, anne ve babamın jenerasyonu modernliğe daha yakın bir konumdaydılar. Düğünlerde Farah Diba’nın saç stili ve makyajıyla annemin babamla dans ederkenki fotoğrafları hala o sarı albümlerden bana bakıyor. Anneannem, annemdeki modernlik sevdasından haz etmezdi ve babamı bir gün uyararak ‘Bak Sami, ben ona öldükten sonra da karışırım, bilesiniz!’ demişti. Hakikaten, anneannem öldükten sonra bu uyarıyı unutan, belki de ciddiye almayan babamla annem, standartların biraz dışında bir kıyafet satın almışlar anneme. Fakat daha o akşam babam rüyasında ‘Sami! O elbiseyi hemen paralayacaksın!’ diye hışımla kükreyen anneannemi görünce, biz bile görmeden elbise ortadan kayboldu. Benim örtünme, ilahiyat fakültesine gitme serüvenime bu iki büyüğüm de yetişemedi. Yetişebilselerdi, konuşacak ne çok şeyimiz olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bunlar çocukluk hatıralarım. Sonra ben büyüdüm, lisede düzenli namaz kılmaya başladım ve bitirdikten sonra da örtündüm. Tesadüfen ya da belki tevafuken A.Ü. İlahiyat Fakültesini kazandım. Sene 1980, 12 Eylül darbesi yeni olmuş, okuldaki hava bir tuhaf, hiç beklemediğim şekilde politize bir ortam var. En belirgin gruplar akıncılar ve ülkücüler… Ayrıca çeşitli Nurcu gruplar, İrancı radikaller, mealciler, darulharpçılar, selefiler var, bir de bizim gibi lise çıkışlı acemi çaylaklar…
Ülkücüler hariç, kızlar erkeklerle hiç konuşmuyor, okulun içinde sessiz hayaletler gibi dolaşıyorlar… Erkekler acaip baskın bir konumda… Zaman içinde öğrencilerin bir de tarikatlarının olduğunu öğreniyorum. Benim için her şey çok yeni, sanki başka bir zaman dilimine ışınlanmış gibiyim… Aslında ailemde dindarlık, tarikat var ama bunlar anneanne-dede jenerasyonuna ait şeylermiş zihnimde demek ki, şaşırıyorum. (O yıl yeni örtündüğümde, her yıl yaptığımız gibi kampa gitmiştik. Kamptaki tek örtülü genç kız bendim ve kıyafetim de bir kot pantolon, bir bluz ve başıma türban şeklinde dolanmış yemeniden ibaretti. Yani gayet soft bir tesettürdü, ancak yine de bayağı bir ilgiye sebep olmuştu. Bir gün abdest alırken kamptaki küçük kızlardan biri beni gördü ve ne yaptığımı sordu. Namaz kılmak için abdest alıyorum, dediğimde: ‘ Aaaaa, babaanneler namaz kılar, sen niye kılıyorsun?’ dedi şaşkınlıkla… İşte benimki de o hesap, tarikat büyüklerin işiydi bana göre de, bu kadar genç insanların ehli tarik olması aklımın almayacağı bir şeydi.)
Okuldaki gruplar yeni gelen öğrencileri kendilerine çekebilmek için kıyasıya bir rekabet halindeydiler. Bir sınıf büyüğümüz abla ya da abiydi o yıllarda. Ben de çeşitli grupların ilgisine mazhar oldum. Kimseden kaçmıyordum, herkesi merak ediyordum. Çağırdıkları yerlere gittim, anlatılanları dinledim, eve gidince de heyecanla evdekilere anlattım. Okulda, sene içinde vize-final gibi bir sistem olmadığı, sadece yıl sonu sınavları olduğu için, dersler pek kimsenin umurunda değildi, o yüzden bu tür faaliyetler rahatlıkla yapılabiliyordu.
Ülkücülerden bir grup, daha sonra Kurtlar Vadisi dizinden tanıdığımız Necati Şaşmaz’ın amcasının şeyh olduğu Kadiri tarikatına mensuptu. Başka bir grup, Galip Hasan Kuşçuoğlu’nun -zikir esnasında şişlerle yanaklarını, karınlarını delmekle tanınan tarikat- halkasına devam ediyordu. Akıncılar ise, Mahmut Sami Ramazanoğlu’na ya da İskenderpaşa’ya bağlıydı. Menzil’e bağlı olanlar da vardı. Tarikata girmeyen kişiler azınlıktaydı. Genel eğilim, ‘Şeyhi olmayanın şeyhi Şeytandır’ fetvasınca herkesin mutlaka bir kapıya bağlanması yönündeydi. İlim ise bir ‘kıylü kaal’ idi ve pek de önemli değildi. Kopya çekmek caizdi. Asıl mesele bir tarikat ya da cemaate dahil olmak, orada hizmet etmek ve bu şekilde mertebe kazanmaktı.
Nurcu gruplar zaten tarikata benzeyen bir yapılanma içindeydi, bu arkadaşların ayrıca tarikatlara intisab edenleri var mıydı, şimdi hatırlayamıyorum ama varsa da istisnai olmalı. Radikaller, mealciler gibi gruplar ya tasavvufa karşıydı, ya da uzaktı, onların gündeminde tarikat yoktu. Sonraları tanıştığım, Ercüment Özkan liderliğindeki İktibas dergisi camiası ise, ülke çapında bir tasavvuf/tarikat karşıtlığı mücadelesi yürütüyordu.
Hocalarımız ise talebelere epey uzaktılar. Bunda, okuldaki siyasi kavgaların payı vardı muhakkak. Kendi akademik çalışmalarına gömülüp, okulu öğrencilere teslim etmiş gibiydiler. Zaman içinde 12 Eylül rejiminin baskıları arttıkça ve vize/ final sistemi gelince, hocalar okulda yavaş yavaş güç kazandılar. ‘Biz bu okuldan, besmele yazmayı bilmeyen adamları mezun ettik!’ hayıflanmasını da duyduk hocalarımızdan. Neyse bu arada, benim de bir tarikat maceram oldu.
Tarikata girmedikçe sanki doğru dürüst bir Müslüman olamayacakmışım gibi bir kanıya kapıldım bu ortamda. Fakat korkuyordum, benim için bilinmezliklerle ve aklımın almadığı şeylerle dolu bir alandı tarikat. Bağlanmak, sorgusuz sualsiz bağlanmak çekindiğim bir şeydi. Aklımdan geçenleri şıp diye anlayacak, rüyalarıma girecek ve beni yönlendirecek biri ile böyle bir bağlılık ilişkisine girmek ürkütücü bir şeydi. Ama bana yardımcı olmayı kafasına koymuş bir ablanın yoğun teşvikleri altında, okulda hocam olan, şeyh olduğunu bilmeden önce sevdiğim ve hayran olduğum Esat Coşan hocanın müridi oldum.
Hocamız, esas olarak öğrencileri sürekli okumaya, çalışmaya, alanlarında iyi olmaya, dünyayı tanımaya yönlendiren, ufuk açan bir insandı ve bu yönüyle ona hayrandım. Şeyh olduğunu öğrendiğimde ilk düşündüğüm: ‘Esat Hoca yalan söylemez, şeyhim diyorsa şeyhtir!’ oldu. Ancak yine de müridi olmaya hemen ikna olamadım, çünkü çok sıkı bir talim sistemine girmek olarak algılıyordum tasavvufu. Farz namazların yanı sıra günde 3 vakit daha nafile namaz kılmamız gerekiyordu. Her an Allah’la birlikte olduğumuz, dolayısıyla en özel hallerimizde bile gayet edepli bir biçimde davranmamız öğütleniyordu. Yalan, dedikodu, gıybet yasaktı. Başkalarıyla ilgilenmeyecektik, kendi kusurlarımızı keşfetmeye çalışacaktık. Boş laf ve boş işlerden kaçınacaktık. Gönlümüzü her an Allah düşüncesi, dilimizi de Allah zikri ile meşgul edecektik. Gurur, kibir, kendini beğenmişlik, övünmek şeytani özellikler olduğu için bunlardan uzak duracaktık. Ve her akşam ‘rabıta’ yapıp, dersimiz olan zikri çekecektik.
Bunları yapmaya gayret ettim aşağı yukarı iki sene kadar. Rabıta yapmak ilginç bir deneyimdi. Her akşam öldüğümü, cesedimin yıkandığını, tabuta konulduğumu, mezara indirildiğimi, yakınlarımın etrafımda ağladığını düşünerek başlıyordum rabıtaya. Sonra başka aşamalara geçiyordum. Bu arada tasavvufi kitaplar da okuyordum. Kitaplarda genellikle dünyayla ilgili bütün isteklerden, heveslerden, arzulardan, emellerden vaz geçmek öğütleniyordu. Ölmeden önce ölmüş gibi yaşamaya dair pek çok menkıbe anlatılıyor, bu konuda yoğun bir telkinde bulunuluyordu. Ancak bunlar zaman içinde bana ağır gelmeye başladı. Daha 18 yaşında bir genç kızdım mürid olduğumda. Dünyadan bu kadar kopmak, ölüm merkezli bir tasavvur içinde yaşamak bana gerçekten ağır geldi. Hocama karşı sevgi ve saygım hep sürse de, rabıtayı, zikri, nafile ibadetleri bıraktım, yoluma sade bir ilahiyat öğrencisi olarak devam ettim. Dinin ilk kaynağından çıktıktan sonra tamamen insanların elinde şekillendiğini fark ettiğimde, bu olgu daha çok ilgimi çekti ve sonraki süreçte tamamen buna odaklandım.
Ancak zaman içinde farklı tarikat ortamlarında da izleyici olarak bulundum. Bunlardan en ilginci rahmetli Oruç Güvenç hocanın, Yalova’daki bir dergahta gerçekleştirdiği 40 gün 40 gece sema etkinlikleriydi. Dünyanın her tarafından, hekimler başta olmak üzere, çeşitli mesleklerden ve farklı dinlerden insanların katıldığı bir etkinlikti bu. 40 gün 40 gece hiç durmadan ilahilerin söylendiği, semaların yapıldığı, sohbetlerin edildiği bir ortamdı. Daha önce hiç sema tecrübesi olmayan genç yaşlı pek çok insan burada doğaçlama bir şekilde sema yapıyor, kitap okuyor, tefekkür ediyordu. Hoca müzikle terapi üzerine çalışıyordu, oraya katılan hekimleri de bu konuda eğitiyordu, sanıyorum artık eşi bu faaliyetleri sürdürüyor.
Sözü çok uzattım ama, tasavvuf alanı buna kökten karşı olan grupların dışında, pek çok kişinin ilgisini çeken bir alan. İnsanlar görünen dünyanın görünmeyen taraflarıyla ilgilenmeyi, maneviyat alemi denilen bir alandan haberdar olmayı talep ediyorlar. Böyle bir talep olunca, tabii ki arz da oluyor, bu talebe karşılık üreten pek çok kişi, ekol, grup ortaya çıkıyor. Sorun talepte değil, ama işin arz kısmında sorunlar var gerçekten. Gelecek hafta devam edelim inşallah.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.04.2021
28.03.2021
12.12.2020
23.11.2020
2.01.2020
13.10.2020
29.09.2020
21.09.2020
13.09.2020
5.09.2020