İhsan DAĞI
Yeni CHP grubunun coşkusuna bakınca seçimi Kılıçdaroğlu’nun kazandığını sandım bir an için. Kurumsal muhalefetin toplumsal muhalefetten ne kadar koptuğunu daha iyi anlatan bir sahne olamazdı herhalde. Seçim yenilgisinin travmasını henüz üzerinden atamayan seçmen ile CHP grubu arasındaki ‘mutluluk uçurumu’ topluma dayalı muhalefet siyasetinin hepten bittiğinin resmidir.
Siyaset elitlerinin (siyaset esnafı mı demeliydim yoksa?) ekranlara, fotoğraflara yansıyan keyiflerine karşın muhalif seçmen mutsuz. Umutlarının yeniden yeşerdiği 2019 seçimlerinden bu yana bekliyorlardı. Bu defa olacağından adeta emindiler. ‘Bu muhalefetten bir şey olmaz, olsa da AKP vermez’ gibi çaresizlik duygularını aşmış, İstanbul ve Ankara’da yüzde 50’nin üzerinde oy alan muhalefet hareketiyle motive olmuşlardı.
Sonuç hayal kırıklığı oldu. Yaşamsal, belki de son denilen seçimden ağır yenilgiyle çıktı muhalefet. İnsanların umutları yıkıldı, hayalleri uçtu, gitti. Bir türlü değiştiremedikleri bu ülkede yalnız ve yabancı kaldıklarını hissediyorlar şimdi, hatta oy verdikleri partiler ve peşlerinden gittikleri liderler tarafından terkedildiklerini düşünüyorlar. Toplumsal bir travma bu. Dışlandıkları, artık parçası olmadıkları hissine kapıldıkları bir ülkede kaderlerini yaşayacaklar. Arkasına toplumun yarısını almış bir dev(let) karşısında yapayalnız kalmış bir muhalif kitle; ne örgütü, ne partisi ve ne de lideri var. Sahip oldukları tek şey, hayal kırıklıkları ve öfkeleri. Öfkelerinin hedefi de artık iktidar değil, oy verdikleri muhalif partiler ve liderler.
Derin bir duygusal kopuş yaşayan, umutlarını kaybeden bu kitleyi dokuz ay sonraki yerel seçimlerde sandığa götürmek zor. Ne partilere ne de liderlere ve adaylara güveni kaldı insanların. Muhalefet, sadece seçimi değil umutlarını da kaybetti. Yeni bir hayal kırıklığı yaşamaktansa artık umutlanmamayı tercih edebilir seçmen. Bu da yerel seçimlerde sandığa gitmemek, kaybedeceklerini düşündükleri bir yarışa baştan çıkmamak demek. Kitlesel bir ‘de-politizasyon’ hiç uzak bir ihtimal değil. Herkesin kendi yaşam mücadelesine odaklandığı, ülke yönetimini tümden ‘tepedekilere’ bıraktığı, yani toplumun – en azından muhalif yarısının- topyekun siyaset dışına çekildiği bir duruma doğru sürükleniyoruz.
Bu durum otoriter bir rejim için bulunmaz bir nimet. Değişim umutlarını kaybetmiş, siyasal temsilcilerinden kopmuş, siyaseti tamamen yönetenlere bırakmış, kabuğuna çekilmiş ve en önemlisi de direncini kaybetmiş bir halk siyasal iktidarın hegemonyasını tamamen inşa ettiğini gösterir.
Oysa, kaybedilmiş bir seçimin ardından bile bütün bunlar yaşanmayabilirdi. Seçmenin yüzde 48’inin oyunu almış bir muhalefet büyük bir blok. Üstelik Türkiye’nin büyük şehirlerinde, eğitim ve gelişmişlik düzeyi yüksek dinamik kesimlerinde yoğunlaşan bu muhalefet kitlesi seçimi kaybetmesine rağmen ‘gelecek bizim’ duygusunu koruyabilirdi. Yersiz bir duygu da olmazdı bu. Ülkenin en dinamik kesimlerini arkasına alan muhalif partiler varlıklarını ve etkinliklerini sürdürebilir, böyle bir kitleyi karşısında bulan iktidar da birçok alanda kendini frenlemek zorunda kalabilirdi.
Olmadı. Olmadı, çünkü muhalefet partileri oy aldıkları kitleler kadar dirençli çıkmadılar. Seçim yenilgisiyle dağıldılar. Çünkü onlar seçim olmadan seçimi kafalarında kazanmış, iktidarı paylaşmış, makamlara oturmuşlardı bile. ‘Seçimi kazanmaya odaklanın, seçimden sonra nasıl yöneteceğinize, nasıl paylaşacağınıza değil’ diyenleri hiç dinlememişlerdi. Seçimden sonra, hayal ettikleri makamların gerçekten hayal olduğunu gördükleri anda sahip oldukları makamlara çekildiler, partilerinin kapılarını içerden kapatıp savunmaya başladılar hemen.
İçine kapanan kurumsal muhalefet (CHP ve İYİ Parti) toplumsal muhalefetin de direncini ezdi, onların halkın hayal kırıklığını öfkeye dönüştürdü. Partilerin, ‘seçim bitti, siz işinize, biz partimize’ tutumu, siyaseti ve umudu tüketti. Oysa mobilize olan yüzde 48’i diri tutabilirlerdi eğer seçimden önce Türkiye’de yapacaklarını söyledikleri değişimi seçim yenilgisinin ardından partilerinde gerçekleştirecek hamlelere başlasalardı. ‘Dağılmadan değişim’in mümkün olduğunu gösterebilirlerdi. Bir yandan toplumsal muhalefeti diri tutarak, öte yandan da kurumsal muhalefeti yenileyerek yüzde 48’in dağılmasını engelleyebilir, hatta büyütebilirlerdi.
Evet, yenilgiye rağmen yüzde 48 hala çok önemli bir toplumsal direncin ve siyasal gücün varlığına işaret ediyordu. 21 yıllık AKP iktidarına, iktidarın her türlü baskısına, devletin partileşmesine, totaliter rejimlere taş çıkaracak propaganda ağına vs, vs, vs rağmen bu toplumun hala yarısının istenilen ‘kıvama’ gelmediği ve asla gelmeyeceğini gösteriyordu yüzde 48. Bu toplumsal ve siyasal sermaye harcanmamalıydı beceriksizce. Ülkede elde kalan tek şey oydu çünkü.
AKP’nin aldığı oy, CHP ve İYİ Parti’nin oyları kadardı. Yani iki parti dayanıştığında iktidar partisinin aldığı oyu dengeliyordu. Seçim sonrası iyi yönetilseydi, muhalefet hala ayakta ve umutla kalabilirdi. Gezi’den bu yana ilk defa toplumsal muhalefet ile kurumsal muhalefet örtüşmüş ve bir araya gelmiş, toplumsal muhalefet siyasal temsilcilerini bulmuştu. Bu sürdürülebilirdi. Sürdürülmeliydi…
İktidara talip iki ana muhalefet partisi; CHP ve İYİ Parti seçim gecesini de sonrasını da yönetemediler. İçlerine kapandılar. Sahip oldukları ‘mevzileri’ koruma telaşına düştüler. Mevcut durumda, toplumsal muhalefet çözülme, kurumsal muhalefet de dağılma ve parçalanma riskiyle karşı karşıya. Yenilenme ve değişim talepleri dikkate alınmaz ve hızla hareket edilmezse kurumsal muhalefetin yerel seçimlerden sonra Rusya ve Azerbaycan muhalefetinden bir farkı kalmaz; etkisiz, toplumsuz ve tabansız bir muhalefete dönüşür.
Ama, bu kadar karanlık ve kaotik bir ortam, büyük bir dönüşüm ve yenilenme için bir fırsat da olabilir. Türkiye’yi değiştirmeye talip muhalefet partilerinin kendileri statükonun bir parçası haline gelmişse değişim dinamiği bu partilerin dışında bir yerlerde toplumla buluşabilir.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.01.2025
10.05.2024
11.04.2024
8.04.2024
3.01.2024
25.12.2023
13.12.2023
16.10.2023
9.10.2023
17.06.2023