Levent Gültekin
Bu yazı esasında bir Erdoğan yazısı değil. Baskıcı, dışlayıcı, kurumları, değerleri önemsemeyen, kendini ülkenin tek sigortası gören, kişisel yaklaşımını tek doğru sanan bir liderin ve onun temsil ettiği siyasi anlayışın ülkeye verdiği zararı anlatan bir yazı.
Yani mesele Erdoğan değil, adı Ahmet de, Ayşe de olsa ülke yönetirken tercih ettikleri yönetim anlayışı.
Dünyada geri kalmış, ekonomik olarak zayıflamış, iç barışını sağlayamamış, herhangi bir alanda kalıcı bir başarı gösterememiş ülkelerin neredeyse tamamının ortak bir yönü var: Kişisel iktidarını sürdürmek için demokrasiden, özgürlükten, hukuktan uzaklaşan, bütün suçu dış güçlerin üzerine atan, kendilerini ülkeleri için vazgeçilmez sanan liderler tarafından yönetiliyor olmaları.
Yani “Ben olmazsam ülke yok olur” diyen liderler, tam tersine o ülkeleri yok oluşa sürüklüyor.
Nasıl mı? Anlatayım.
Ülkemizde son yıllarda birçok alanda geriye gidiş var. Özellikle de ekonomik alanda.
Yıllık üretici enflasyon oranı yeniden yüzde 17’lere çıktı. İşsizlik her geçen gün daha da artıyor.
Döviz almış başını gidiyor. Paramız her gün değer kaybediyor. “Faizi düşüreceğim” diye güya çaba gösterdiğini söyleyen iktidara rağmen Merkez Bankası faizleri artırmak zorunda kalıyor.
Piyasalarda belirgin bir durgunluk var. İşçi, esnaf, çiftçi kan ağlıyor. 40 milyona yakın insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Üstelik her geçen gün biraz daha yoksullaşıyoruz.
Ipsos’un kasım ayı anketine göre toplumun yüzde 61’i gidişattan memnun değil. Yani toplumun büyük bir çoğunluğu işlerin kötüye gittiğini düşünüyor.
Peki işler niçin kötüye gidiyor?
Döviz niçin yükseliyor? Yoksulluk niçin yayılıyor? Merkez Bankası niçin faizleri artırmak zorunda kalıyor? Gençler arasındaki işsizlik oranı niçin yüzde 20’lere dayanmış? Yani her beş gençten biri niçin iş bulamıyor?
Çünkü demokrasiden uzaklaşırsan, özgürlükleri kısıtlarsan, hukuku hiçe sayarsan, uzlaşıyı değil baskıyı tercih edersen… daha fazla yoksulluk, daha fazla iç çatışma, daha fazla huzursuzluk o ülke için kaçınılmaz oluyor.
Mesele bu kadar açık ve net.
Bizim gibi petrol, doğalgaz benzeri gelir getirici kaynakları olmayan ülkeler için ekonomide çok basit bir denklem var. Ekonomide işlerin iyiye gitmesi için yerli ve yabancı yatırımcıların yatırım yapması gerekiyor. Dış sermayenin ülkeye kolayca gelmesi gerekiyor. Yatırım yapmak, yeni iş alanları yaratmak, yeni fabrikalar kurmak için borç paraya (krediye) ihtiyaç var.
Bunun için de güven ortamına ihtiyaç var.
Yani yabancı yatırımcı parasını götüreceği ülkenin bağımsız yargısının olup olmadığına, demokrasisinin seviyesine, kurumların, özgürlükçü bir ortamın var olup olmadığına bakarak o ülkeye gidip gitmeyeceğine karar veriyor.
‘Hukuk yok, bir sorun çıktığında başvurabileceğim kurumlar yok, her şey bir liderin iki dudağı arasında, dolayısıyla da her an başıma bir bela gelebilir, param batabilir, mülküme el konabilir…’ endişesi duyan yatırımcı o ülkeye yatırım yapmaktan imtina ediyor.
Ülke yatırım yapmak için kredi bulmakta zorlandığı için de faizler artıyor.
Sonuçta yeni yatırım olmadığı, yani yeni fabrikalar açılmadığı için işsizlik artıyor, ekonomi zayıflıyor ve doğal olarak da fakirleşiyoruz.
Yani kadın, erkek, genç, yaşlı 80 milyon olarak hepimiz bir bedel ödüyoruz.
Peki neyin bedeli bu?
Topluma ‘Ben olmazsam bu ülke ayakta kalamaz’ diyen ama yönetim anlayışıyla ülkeyi daha da büyük yıkıma sürükleyen Erdoğan’ı ‘siyaseten’ korumanın bedeli.
O iktidarını sürdürsün diye daha kötü, daha huzursuz bir yaşama razı oluyoruz.
Peki denklem bu kadar basitken, ekonomideki bozulmanın sebebi bu kadar aşikarken, iktidar soruna niçin sahici çözümler aramıyor? Yani demokrasiye, hukuka, özgürlüklere neden dönemiyor?
Dönemiyor çünkü ülkenin ihtiyacı ile ülkeyi yöneten liderin, yani Erdoğan’ın ihtiyaçları arasından zıtlık var.
Tekrar ediyorum: İşsizliğin azalması, faizlerin ve dövizin düşmesi için yerli ve yabacı yatırımcının yatırımına ihtiyaç var. Onların yatırım yapması için de demokrasiye ihtiyaç var. Bağımsız bir yargıya ihtiyaç var. İşlevsel kurumlara ihtiyaç var. Rekabet ortamının oluşması, yatırıma dönüşecek yeni fikirlerin çıkması için özgürlükçü bir ortama ihtiyaç var.
Fakat Erdoğan’ın ise mecbur olduğu iktidarını sürdürmesi için daha fazla baskıya, daha fazla kısıtlamaya, yargının üzerinde daha fazla tahakküm kurmaya ihtiyacı var.
Daha da açık anlatayım.
Demokrasi, özgürlük, bağımsız yargı gibi değerleri 100 barem üzerinden ele alalım.
Ekonomik değerlere de 100 barem diyelim.
Bir ülkede demokrasi 10 iken refah düzeyi 30 olmuyor. Bağımsız yargı 10 barem iken 30 barem zenginleşemiyorsun.
Özgürlükler 5 barem iken ülke olarak zenginliğin 25 olmuyor.
Yani bu değerlere önem vermeyen, yükseltmek yerine daha da düşüren Erdoğan’ı iktidarda tutalım diye yoksulluğa, huzursuzluğa, berbat bir yaşama razı oluyoruz.
Açıkça yazayım: 1400 TL asgari ücrete talim eden işçi de, döviz ve faiz kıskacında can çekişen esnaf da, üretim maliyetlerinin artışından ötürü boğulan çiftçi de Erdoğan iktidarda kalsın diye her gün cebinden para ödüyor.
Görünen o ki böyle giderse toplumun geniş kesimleri bir lokma ekmeğe muhtaç olana kadar bedel ödemeye de devam edecek.
Mesela OHAL.
Aklı başında bütün ekonomistler, hatta TÜSİAD bile “OHAL’i kaldırın döviz de faiz de düşer” diyor.
Erdoğan bunu yapmıyor çünkü kararnamelerle ülke yönetmek kolayına geliyor.
Uzlaşı yok, kurum yok, hesap soran yok, sadece kararnameye dayalı keyfilik var.
Erdoğan’ın OHAL’e ihtiyacı var; döviz kıskancında sıkışmış çiftçinin, esnafın yani Türkiye’nin ise OHAL’in kaldırılmasına.
Bu zıtlık ülkeyi büyük bir yoksulluğa sürüklüyor.
Hem OHAL’den vazgeçmeyip hem dövizin yükselmesinden şikayet etmek…
Hem özgürlükleri kısıtlayıp hem de yabancı yatırımcının gelmemesinden şikayet etmek…
Hem yargıyı siyasallaştırıp hem de işadamlarının yurt dışına kaçmasından şikayet etmek…
Hem borç alacak kadar güvenilir olmamak hem de borçlanma faizlerinin yüksekliğinden şikayet etmek…
Tüm bunlar kendi iktidarını sürdürmek için toplumu kandırmaktan başka bir şey değil.
Dediğim gibi, bu, sadece Türkiye’nin yaşadığı bir açmaz değil. Dünyadaki bütün yoksul ve geri kalmış ülkelerde benzer bir açmaz yaşanıyor.
Bunun en ilginç örneği ise Kuzey Kore ve Güney Kore.
Aynı adada aynı kültüre sahip demokrasi ve özgürlükler ülkesi Güney Kore’nin kişi başı yıllık geliri 28 bin dolar. Dünyanın en güçlü 11. ekonomisi.
Tek adamın baskı rejimiyle yönetilen Kuzey Kore’de ise kişi başı yıllık gelir 1300 dolar ve halk yoksullukla boğuşuyor. Yani liderin iktidarını sürdürmek için başvurduğu yöntemlere razı olmak, yoksulluğa batmayı kaçınılmaz kılıyor.
Bu tür liderlerin diğer bir ortak özelliği ise yönettikleri ülkelerde insanlar yoksullukla boğuşurken, bir lokmaya, bir hırkaya talim ederken kendilerinin “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek olabildiğince lüks ve şatafatlı bir yaşam sürmesi.
Demem o ki özgürlüğün, demokrasinin, bağımsız yargının lüks değil, insan gibi bir yaşam sürmek için temel ihtiyaçlar olduğunun farkına varmamız gerekiyor.
Kişilere değil değerlere, kurumlara, ilkelere önem atfetmemiz gerekiyor.
Çünkü ülkeleri geliştiren, büyüten, zenginleştiren bir tek kişi değil, barışçı, özgürlükçü, çoğulcu, dürüst bir anlayışı içselleştirmiş toplumdur.
“Değerleri değil de lideri, o liderin iktidarını korumalıyız”dediğimizde, sonuçta elimizde bir lokma, bir hırka, bir de o lider kalıyor.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.09.2023
19.08.2023
19.08.2023
14.08.2023
6.08.2023
8.07.2023
3.07.2023
27.06.2023
23.06.2023
19.06.2023