Osman CAN
Kemalizm’in 1937 yılından itibaren anayasal ilkelere dönüştüğü ve bugüne kadar tüm parti kapatma kararlarının, siyasal yargılamaların, darbelerin, işkencelerin, asimilasyonların, başörtüsü, imam hatip zulümlerinin gerekçesi olduğunu herkes biliyor.
BU yılki 10 Kasım’da yeni ve tuhaf bir Kemalizm dalgası yaşadık. Müsebbibi ise Kemalizm’in yıkıcılığına en fazla mazur kalanlar...
Başbakanımız Atatürk’ün millet anlayışının günümüze ışık tuttuğundan ve bu anlayışın 1920 meclisinde somut bir şekilde tezahür ettiğinden başlayıp, yine 1921’de “millete efendilik olmaz” demek suretiyle “müstakbel” idarecilere yol gösterdiğini söylüyor. Cumhuriyetin bu millet anlayışı üzerine kurulu olduğu, “çok renklilik, birlik, kardeşlik ve dayanışma üzerinde yükseldiği”, “1940’lardan sonra ortaya çıkan asimilasyon, ret ve inkâr politikalarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine olduğu kadar, Atatürk’ün millet tarifine de bütünüyle aykırı olduğu” sapması da özel bir ilgiyi hak ediyor. Buna medyadaAtatürk ve Atatürkçülüğün aynı şey olmadığını anlatma çabaları eşlik ediyor.
Bir Bakanımız Avrupalılara bu yeni Atatürk’ü anlatma misyonunu üstleniyor, Ergenekon Davası’nın “Atatürkçü düşüncenin gerçek sahibine, yani millete teslim etme süreci” olduğunu buyuruyor. “Atatürkçülük nedir?” diye batılıların kafasında uyanma ihtimali bulunan soruya ise verdiği cevap çok daha çarpıcı: “Atatürkçü düşünce demokratiktir, Atatürkçü düşünce özgürlükçüdür.”
Bunları duyduktan sonra kafalar ciddi bir şekilde karışmış olmalı.
Nasıl karışmasın ki:
Mustafa Kemal’in ülkeyi 1914 ile birlikte ateşe atan İttihatçı geleneğin dışında olmadığını, Kurtuluş Savaşı’nın 1919’da başlamadığını, ondan önce Anadolu’da toplumun örgütlenmeye ve direnmeye başladığını, 1920’deki “millet”tasavvurunun Mustafa Kemal’e ait olmadığını, aksine, 1924 ile birlikte ilk fırsattaMustafa Kemal ve ekibi tarafından yok edildiğini, asimilasyon ve inkârın 1940’lı yıllardan sonra değil, 1925’ten itibaren Mustafa Kemal ve ekibinin siyasal ve hukuksal politikalarının temel esaslarından birini oluşturduğunu, dolayısıyla Cumhuriyetin çok renklilik, birlik, kardeşlik ve dayanışmanın dışında, ırkçılık, inkâr ve asimilasyon üzerine kurulu olduğunu, 1930’larda “millet”ten kastın Çankaya gibi steril mekan seçkinlerinden ibaret olduğunu herkes biliyor.
Osmanlı’da var olan siyasal ve kültürel çeşitliliğin, muhalif dernek ve partilerin, kadın hareketlerinin bu dönem ortadan kaldırıldığını, liberal, sosyalist, demokrat, ademi merkeziyetçi, kadın haklarını veya inanç özgürlüğünü savunan hareketlerin ve muhalefetin bastırıldığını ve yok edildiğini; 1839’dan itibaren Anadolu insanın aşina olduğu demokratik seçimlere ve çok partili hayata 1925’le son verildiğini de biliyor. Bilmeyenler dün ve bugün Neşe Düzel’in Mehmet Alkan ile yaptığı röportajdan öğrenebilir.
Tüm faşizmlerin ortak özelliklerinden olan ve Türkiye’nin 88 yıllık tarihine eşlik eden, militarizm, kadın ve gençlerin ideolojik doğrultuda mobilizasyonu, geleneksel dinlerin yerine sivil din inşası, sosyal Darwinizm, cumhuriyet sistemine entegre edilmiş radikal laiklik, korporasyonlarla iş ve mesleki hayatı denetim altına alma ve sınıf farklılıklarını yok sayma, genç kuşaklara ideolojik sadakat yemini, ırkçılık ve aşırı milliyetçiliğin 1938 öncesi pratikler olduğunu da herkes biliyor.
Kemalizm’in kâmil manada faşizme evrilmemesinin nedeni, İslam’dan sırt çevrilerek yürütülen batılılaşmanın batıda karşılaştığı “otomatik” olumlu tepki, devletin güçsüzlüğü ve 1944’ten sonra faşizmin yenilmesidir. Ama bu durum, İtalyan ve Alman faşizmleriyle 3. Dünya “cumhuriyetçi” diktatörlüklerinin prototipi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bu sistemin adının Kemalizm olduğunu ve Kemalizm’in 1940’lardan sonra üretilmediğini, aksine Mustafa Kemal’in sağlığında yazılan kitaplarda, parti tüzük ve programında yer aldığını ve ondan bağımsız olmadığını da herkes biliyor. Hatta Kemalistler çok daha iyi biliyor. Kemalizm’in 1937 yılından itibaren anayasal ilkelere dönüştüğü ve bugüne kadar tüm parti kapatma kararlarının, siyasal yargılamaların, darbelerin, işkencelerin, asimilasyonların, başörtüsü, imam hatip vs zulümlerinin gerekçesi olduğunu, Kemalizm ve Atatürkçülük arasındaki farkın“doz” ayarından kaynaklandığını da, başta AK Parti aktörleri ve siyasal tabanı olmak üzere, herkes biliyor.
Türkiye’de bugün demokrasinin gelme ihtimali doğmuşsa, bunun Kemalizm’e rağmen gerçekleştiğini de herkes biliyor.
Türkiye ani bir hafıza kaybı yaşamadığına ve bilim dünyası bu söylemi ciddiye alıp“faşizan demokrasi” veya “özgürlükçü faşizm” gibi hokus-pokuslar üretmeyeceğine göre, bu gerçekler karşısında bu dalganın ve “Atatürkçü düşünce demokratiktir, özgürlükçüdür” denmesinin, başka anlamı olmalı diyesi geliyor insanın.
Bu da başka bir yazının konusu...
Toplum sözleşmesi
Basında yer aldığına göre Meclis uzlaşma komisyonunda yeni anayasanın tam bir mutabakatla çıkması için görüş istenecekler listesi geniş tutulmuş. Bunlar arasında 14 bin 593 dernek olduğu gibi, “yüksek yargı organları, genelkurmay başkanlığı, başbakanlık” gibi kurumlar da yer alıyor.
Bir kere “toplum sözleşmesi” niteliğinde olması gereken Anayasa konusunda “en geniş mutabakat”ın “kurumlar”ile ilgisi nedir? Demokrasilerde anayasa kurumlar sözleşmesi mi, ki kurumsal mutabakattan söz edilebilsin? CHP’nin“kurumlar mutabakatı” konusundaki şerhi yalnızca“yürütme” organlarıyla, yani AK Parti’nin “ele geçirdiği kurumlar” ile sınırlı. Gerisiyle sorunu yok.
Demokratik ülkelerde anayasa toplumsal irade üzerine inşa edilir. Yeterli veya mutlak, ama toplumsal mutabakat, anayasal düzen ilkelerini üretir ve bu ilkeler temelinde kurumlar ve organlar yaratılır! Yani kurumlar Anayasa yapan değil, anayasa tarafından yapılan organlardır. Bu demokratik anayasa yapımının olmazsa olmaz ilkesidir.
Birkaç sene önce AK Parti Ankara’daki kurumlar direncini aşmak için sorunları “kurumlar mutabakatı” yoluyla çözmekten söz etmişti. Bugün aynı söylem, aynı aktörlerce, ama kurumsal direnişten artık söz edilemeyecek bir dönemde tekrarlanıyor. Bu sağlıklı bir gelişme değil.
Kurumlar mutabakatı, bürokrasinin daha önce askeri darbeler yoluyla yaptığını bu defa “meşru bir meclis” eliyle yapmasının altın tepside sunulmuş fırsatıdır. Bir bakıma adı konmamış, içselleştirilmiş, “normal”leştirimiş bir Kemalizm’e, Neo-Kemalizm’e açılan kapının anahtarıdır.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları



























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2021
9.01.2021
20.07.2020
12.07.2020
23.06.2020
20.06.2020
20.06.2020
24.04.2019
18.01.2017
1.02.2015