Pelin CENGİZ
Kanal İstanbul projesiyle ilgili tartışmalar her geçen gün daha fazla gündemde kalmayı sürdürüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, cuma günü Hereke’de dinleyicilerin kafasına çay poşetleri fırlatmadan önce, şu veciz cümleyi sarf etti:
"İsteseniz de istemeseniz de Kanal İstanbul yapılacaktır.”
Filmi biraz geriye sardığımızda bu veciz cümlenin bir benzerinin “şahsı” tarafından Gezi direnişinden sonraki dönemlerde söylendiğini hatırlıyoruz:
"İnşallah Taksim Kışlası da isteseler de istemeseler de tarihine uygun olarak yapılacak.”
Giderek köhneleşen ve sadece nepotizmden beslenerek zombileşen bir siyasi hareketin liderinin kendi kitlesine dahi söyleyecek sözünün kalmamış olmasının bir göstergesi bu kanal dayatması…
Asgari ücret yerlerde sürünürken, çakma yerli otomobil komedisi, Boğaz’da kaza yapan gemi tiyatrosu bu tükenmişliğin yapboz parçaları.
Kamuyu tamamen yok sayarak devreden çıkarırcasına yürütülen bu ısrardan, bu tepeden inmeci dayatmadan anladığımız üzere bugün artık Türkiye’de karar verici, inisiyatif alıcı devlet mekanizmaları AKP tarafından partileştirilmiş olmasının ötesinde işgal edilmiş vaziyette.
Kanal projesinin, gelişmeler zaman zaman değişiklik gösterse de, uzun süre kabus gibi üzerimize çökeceğini görmek güç değil.
Projenin nihai ÇED’inin 10 günlük askı süresinde de doğal olarak yurttaş muhalefeti itiraz için harekete geçti. Hatta bu itirazlar sadece İstanbul’da yaşayanlardan değil, Türkiye’nin farklı kentlerindeki yurttaşlardan da geldi.
Kendiliğinde doğan, örgütsüz, hiyerarşisiz, tabandan gelen, bir arada durabilen itiraz hareketleri, otoriterizm ile yönetilen ülkeler için çok kıymetlidir. Yurttaşın en temel hakkı olan itiraz hakkını bu şekilde devreye sokması değerlidir, bunu önce bir kenara koyalım.
Diğer yandan, bu mücadele pratiği doğru bir stratejiyle, doğru araçlarla, doğru ve yalın bir itiraz diliyle kurgulanmazsa, başarılı olması giderek zorlaşır.
Çünkü, mücadele edilen “şey” bir projeye itirazın ötesinde, devletleşmiş bir iktidarın güdümündeki siyasal güce, medyaya, yargıya, akademiye, polise de itirazı beraberinde getiriyor.
Bu “topluma rağmen” yapılan işlerin, israfın, yolsuzlukların, yandaş kayırmacılığının, inşaat ağalarını beslemenin yöntem ve taktiklerinin bu dayatmalardan geçtiğini herkes biliyor. Toplumsal muhalefet bunu çözeli çok oldu. Ancak, yargısıyla, medyasıyla, polis gücüyle donanmış iktidarın taktiklerini boşa düşürebilmek için toplumsal muhalefetin yeni şeyler söyleyebilmesi gerekiyor.
Burada küçük bir parantez açmak gerek. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü ve Kanal İstanbul başta olmak üzere mega projelere yönelik itirazlar, Gezi direnişinden önce başlamıştır, bunun içinde odaların, sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı kent hareketleri vardı, daha sonrasında Gezi ile birlikte genç aktivistlerin katılımlarıyla ivmelendi.
Geçmişteki bazı yazılarda da bahsetmiştim, yeri geldiği için tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum.
Dünyada mega projeler hakkında yazılmış rehber niteliğindeki en önemli kitaplardan biri Oxford Üniversitesi’nden ekonomi profesörü Bent Flyvbjerg’e ait “Mega Projects and Risk: An Anatomy of Ambition” (Mega Projeler ve Risk: Hırsın Anatomisi) adlı kitaptır.
Flyvbjerg ve arkadaşları, bu kitapta gösterilmeyen riskleri ve abartılan getirileri nedeniyle mega projeleri “genetik olarak felaket eğilimli” olarak nitelendirir. Bu felaketler, doğayı tahrip ederken, iklim krizinin etkilerini artıran, pek çok canlının yaşam alanlarını yok eden, insanların ve diğer canlıların yerinden edilmelerini tetikleyen, devletleri ve şirketleri finansal krize sokan ya da bütçelerini sarsan felaketler olarak sıralanabilir.
Flyvbjerg’e göre, mega projeler öylesine büyük bir “sorgulanamama” kisvesi altına sokulur ki, projelerin görkeminden, büyüklüğünden, sağlayacağı iş imkanlarından, finansal kazançlar başta olmak üzere getireceği faydalardan bahsedilerek, sorgulanması neredeyse imkansız hale getirilir.
Nasıl bir hesaplamaya dayandığı bile belli olmayan bir argümanla, kanaldan gerçekleşecek gemi geçişlerinden yılda 8 milyar dolar kazanç elde edileceği gibi…
Bu projelerin gündemde olduğu sırada devreye giren lobicilik ve siyasi nüfuz ile muhalifler suçlu yerine konulurken, nepotizmle güçlü çıkar gruplarına imtiyazlar tanınır. Bu projelerin neden olduğu ciddi toplumsal muhalefetle ya da çatışmalarla karşı karşıya kalan iktidar, kapalı kapılar ardında kendi bildiği gibi iş görür, yurttaşların öneri ve itirazlarına kulaklarını tıkar.
Ayrıca, toplumun tüm kesimlerinin bu projelerden yararlanacağı en büyük yalanının üstüne diğer yalanlar özenle inşa edilir.
Projeden elde edilecek faydalar saymakla bitmezken, projelerin maliyetleri hep azımsanır, bu projeler, çok büyük oranda öngörülen maliyette ve zamanda bitirilemediği gibi, bitirildiğinde de öngörülen maliyetin çok üzerinde tamamlanmış olur.
İktidarın son yıllarda etkin biçimde kullandığı kamu-özel işbirliği ortaklığı ile yapılan yatırımlara Temmuz 2018’de Kanal İstanbul da eklenmişti. 75 milyar liraya mal olacağı söylenen ancak proje başladıktan sonra bunun iki üç katına çıkabileceği belirtilen Kanal İstanbul için finansman nasıl bulunacak, akıllardaki soru bu.
Nitekim, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nda 2018 yılında hazırlanan resmi bir sunumda Kanal İstanbul'un toplam maliyetinin 20 milyar dolar olarak göründüğü ortaya çıktı.
Elbette ekonomik olduğu kadar çevresel ve toplumsal maliyetler de hep azımsanır. Hatta öngörülen riskler azımsandığı ve olduğundan daha küçük gösterildiği gibi maalesef öngörülemeyen riskler de, hiç ama hiç hesaba katılmaz. Bu ötelenen, önemsenmeyen, hiç hesaba katılmayan riskler genellikle hem ekolojik hem de ekonomiktir.
Mesela, AFAD’ın geçen hafta bir anda Kanal İstanbul güzergahından geçen deprem fay hattı olmadığını açıklaması gibi… Oysa Marmara’nın deniz tabanındaki fay hattına dair daha geçtiğimiz yaz onlarca açıklama yapıldı.
Ekonomik birtakım düzmece hesaplamalarla kağıt üzerinde yaratılan mega projeler, gelecek nesillerin omuzlarına yük olarak bırakılıverir. Hazine garantileri verilen, kamu kaynakları devreye sokulan bu israf projeleri, vergi ödeyen yurttaşların parasını, yurttaşa hesap vermeden hortumlar.
21’nci yüzyılda mega projeler adı altındaki aşırılıklar, ilerlemenin, teknolojik gelişmenin, modernliğin, kalkınmanın aracı gibi sunulan istismar projeleridir.
Kanal İstanbul projesi, kanal güzergahındaki arazi ve konutların ağırlıklı olarak Arap sermayesine peşkeş çekilmesinin ötesinde, iki denizi birleştiren kadim bir kentin kırsalındaki yurttaşların yerlerinden sürülerek nüfus yapısının değiştirilmesinin, simgesel yapılarla, konut projeleriyle islamileştirilmesinin, ülkeye pazarlanacak arsa muamelesi yaparak tarihsel geçmişinin yok sayılmasının pratiğe geçirilme çabasıdır.
Geleceği tasarlayamama, geçmişle bağı koparma, akademik, bilimsel bilgiyi yok sayma, kenti tehlikeli bir yere doğru sürükleme hamlesidir.
Nitekim, geçen hafta Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un Kanal İstanbul bölgesinde ranta izin vermediklerini ve bundan sonra da vermeyecekleri yönündeki açıklamasına kargalar bile güldü. Oysa, Istanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, kanalın güzergahında bulunan 30 milyon metrekarelik arazinin el değiştirdiğini, en çok arsa satın alan ilk üç şirketin de Arap sermayeli olduğunu açıkladı.
Kanal tartışmasının yerel seçimlerde İstanbul’u kaybederek büyük hezimete uğrayan Erdoğan ile İmamoğlu arasında ilerliyor olması ise işin önemli bir boyutu. Bu siyaseten İmamoğlu’na artı puan getirir mi onu zaman gösterecek.
Ancak, Erdoğan’a “isteseniz de istemeseniz de” diye bastırdığı kanal projesi, yapsa kaybettirecek, yapamasa da. Bir tarafta İstanbul mağlubiyetinin getirdiği hırs, diğer tarafta toplumsal kutuplaşmayı ve ayrıştırmayı derinleştiren Gezi dönemindekine benzer bir ısrar.
Partisinin aldığı yaralara ve ayrışmalara ilaveten toplumsal muhalefetin Topçu Kışlası’nda olduğu gibi kanalı yaptırmaması, Erdoğan için İstanbul’da ikinci yenilgi olarak kabul edilebilir. Toplumsal muhalefete rağmen zayıflamış, taraftar kaybetmiş, meşruluğu zedelenmiş bir zeminle kanalı yapması iktidarının geleceği açısından yine yenilgi olarak düşünülebilir.
Dolayısıyla bu proje bir şekilde gerekli şartlar oluşturulsa, yatırımcı ve finansman bulunsa da, bulunmasa da bir “win-win” (kazan-kazan) değil, Erdoğan iktidarı ve çevresindeki inşaatçı rant ağaları için “lost-lost” (kayıp-kayıp) projesidir.
Bugüne kadar gözlemlediğim çevre ve yaşam alanları mücadelelerinden öğrendiğim bir şey var, bir kişinin bile direndiği yerde her zaman umut vardır.
O umudu kaybetmeyelim, elimizde o umut kırıntısından başka tutunacağımız bir şey kalmadı çünkü…
2020’de umudu çoğaltmak dileğiyle…
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları





























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.03.2025
29.12.2024
14.10.2024
27.09.2024
23.08.2024
26.07.2024
21.05.2024
13.02.2023
10.02.2023
15.11.2022