Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
AB-Türkiye Anlaşması, “anlaşılmazlarla” dolu
21.03.2016
1893

Avrupa Birliği-Türkiye Mülteci Zirvesi-2. Raund

 

Malum, Türkiye ve Avrupa Birliği’ni bağlayan başlıca konu, artık mülteciler. 1999-2004’te Türkiye’nin “tam üyelik” hedefine yönelik zirveler heyecanla takip edilirken, şimdi Mülteci Zirvesi’nde ne olacak derdindeyiz.

 

Bu konudaki ilk zirvede ne olduğunu, geçen haftaki “Türkiye-AB Zirvesinde gerçekten ne oldu?” başlıklı yazıda dile getirmiştim. 7 Mart’taki ilk zirvede, “yerli ve milli” kamuoyuna, “Türkiye ile AB anlaşmaya vardı” izlenimi verildiği halde, aslında böyle bir şey söz konusu değildi.

 

Önceki yazıda da dile getirdiğimiz üzere, ilk zirveden önceki haftalarda, Türkiye ile AB arasında Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın ‘bağladığı’ bir anlaşmaya varılmıştı. En azından, AB temsilcileri böyle sanıyordu. Ancak, zirveden bir gece önce, Başbakan Ahmet Davutoğlu,  Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in  önüne yeni bir anlaşma koyması ile kriz yaşanmıştı.

 

Bu seferki zirvede, AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Başbakanı Mark Rutte,   Davutoğlu’na şöyle bir taslak önerdi:

 

-Yunanistan’dan Türkiye’ye yollanacak mültecilerin “uluslararası hukuka aykırılık” suçlaması yapılmayacak biçimde geri yollanması ve AB’nin Türkiye’den kadın, çocuk ve yaşlıların öncelikli olduğu bir grup mülteciyi yasal yollarla alması,

 

-Türkiye’de mültecilere yönelik projelerde kullanılması için bir 3 milyar Euro daha verilebilecek projelerin belirlenmesi,

 

-Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinde adım atılması için, (Fransa tarafından “tam üyeliğe atıfta bulunduğu için” 2007’de bloke edilen, “Mali ve Bütçesel Hükümler Üzerine olan 33. Fasıl”ın açılması. Bu fasıl, Güney Kıbrıs’ın bloke etmediği tek fasıl.

 

Türkiye’ye teklif edilen başlıklar arasında neler olduğu kadar neyin olmadığı önemliydi: Schengen bölgesinde vize serbestisi konusunu, AB’nin kilit isimleri, bu zirvede gündem maddesi olarak bile tartışmayı arzulamaz gözüktü. Oysa, Davutoğlu’nun gündemindeki ana madde vize serbestisiydi: Türkiye tarafı, Haziran’da vize serbestisinin olacağını anlaşmaya kesinlikle yazdırmak istiyordu.

 

Buraya kadar can alıcı nokta şu: geçen zirvede, nasıl Davutoğlu, AB’nin önüne bir taslak getirip, “işte anlaşma” dediyse, bu sefer aynısını AB, Türkiye’ye yaptı. “Güç bela, 28 üye aramızda anlaştık; bunu Türkiye olarak sen de kabul et” demeye getirdi. Vize serbestisi de, son dakikaya kadar “AB’nin olmazları” arasında gösterilerek, Ankara’nın diğer şartlarında esnemesi beklendi.

 

Peki, ortaya gerçekten nasıl bir anlaşma çıktı?

 

Bir kere, çok muğlak ve uygulamada eğip bükme sağlayacak, kelime oyunları ile dolu bir anlaşma söz konusu.

 

İkincisi, bu anlaşmanın ‘yanardöner’ profili, AB kurumları, üye ülkeleri ve Türkiye’de siyasetin, hitap etmek istediği kamuoyuna, anlaşmayı istediği biçimde sunabilmesi için gibi gözüküyor. 

 

Üçüncü olarak da, anlaşmayı pratikte uygulama yükümlülüğü öncelikle Yunanistan ve Türkiye’nin omuzlarına bindiriliyor. Yani, anlaşmayı perde arkasında asıl şekillendiren olan AB liderleri, Juncker, Tusk, Merkel ve Rutte, bir altı ay sonra, Yunanistan ve Türkiye’yi işaret ederek, “onlar beceremedi” diyecek siyasi manevra alanını kendilerine açtılar.

 

Dördüncü olarak da AB’nin anlaşmayı kotaran dörtlüsü (Juncker, Tusk, Rutte ve Merkel), anlaşmanın kendisi ve anlaşmayla ilgili açıklamalarını bol bol “insan hakları jargonu” ile dekore etti. Böylece, uluslararası insan hakları örgütleri ve kurumlarından, Birleşmiş Milletler gibi mültecilerle ilgili doğrudan çalışan güçlü yapılardan  gelen eleştirileri bertaraf etmeye çalışıyorlar.

 

İnsan hakları yerine “insani destek”

 

Türkiye için de can alıcı bir nokta şu: Türkiye’nin insan hakları meseleleri, ülkedeki Suriyeli mültecilerin durumuna indirgenme riski taşıyor.  Nasıl mı? Süreçte kilit rol oynayan AB Dönem Başkanı ve Hollanda Başbakanı Rutte, “Türkiye konusunda, AB insan hakları hassasiyetlerini bir kenara atmış olmuyor mu” sorusu, zirve sonrası kendine yöneltildiğinde, şöyle bir cevap verdi: “Olur mu, Türkiye’deki insani destek durumunda mükemmel bir tablo söz konusu. Türkiye, 2,7 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmakla müthiş bir iş başarıyor”. Buradaki kelime oyunu, AB  tarafından, “Türkiye’nin insan hakları sicilinin”, “Türkiye’nin insani yardım-destek sicili” gibi algılanır olması gibi bir siyasi yaklaşımın sinyalini veriyor.  

 

Anlaşmanın maddelerine bakalım şimdi:

 

1- 20 Mart 2016’dan itibaren, Türkiye’den Yunanistan’a gelen tüm mülteciler geri yollanacak. Uluslararası hukuka saygı gösterilecek, fakat bu “geri yollama sürecine”, bir tür “olağanüstü” durum, “OHAL” muamelesi yapılacak. Süreç, temel olarak Yunanistan ve Türkiye’nin arasında bürokratik ortaklık kurulması ile işleyecek: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve AB kurumları da, sürece ‘destek’ olacak. Şimdiye kadar, “Yunan ve Türk bürokratların başarılı bir işbirliği” gibi örnek pek söz konusu olmadı. Kaldı ki, kurulacak bürokratlar işbirliği yapısı, ‘kim kalıyor, kim gidiyor’ kararını alacak: rüşvet-yolsuzluk hiç mi yaşanmaz, bu netameli kararları alacak büroratik kapasite var mı-hep soru işareti. Uluslararası hukuk perspektifinden bakınca, bu madde çelişkiler, tutarsızlık ve aykırılıklarla dolu. Az biraz hukuk bilen herkesin okurken saçın başını yolacağı bir madde bu.

 

2-Yunan Adaları’ndan Türkiye’ye yollanan her Suriyeli karşılığında, AB ülkeleri, Türkiye’den bir Suriyeli mülteci alacak. AB tarafından kurulacak mekanizma çerçevesinde, Türkiye’den alınacak Suriyeli mülteciler belirlenen kriterlere göre seçilecek. Mesela, kadın ve çocuklar önceliğe sahip olacak. AB tarafından alınacak mülteci sayısı da sonsuz değil: yaklaşık 18 bin kişilik bir kota öngörülüyor. Eğer daha fazla Suriyeli mülteci alınması gerekirse, AB en fazla 54 bin kişilik daha kota açacak.

 

3-Türkiye, (her nasıl yapacaksa yapacak) mültecilerin yeni yasadışı yollarlaAvrupa’ya gitmelerini tamamen engelleyecek. Yani bir “Kapıkule” veya “Karadeniz rotası” açılmasının önüne geçilecek.

 

4-Türkiye’den yasadışı geçişler sonlandırılmaya başlayınca, AB ülkeleri, gönüllü olarak Suriyeli mültecileri seçip aldıkları bir süreci başlatacak. Ama alırlar mı, kimi alırlar “gönüllerine” kalmış.

 

5- Haziran 2016 sonuna kadar şu yapılacak: “Türkiye vatandaşlarına, vize gerekliliklerinin kaldırılması yönünde bir görüşle, vize serbestisinin sağlanmasına ilişkin yol haritası hızlandırılacak”. Bunu diplomatik jargondan ‘insanca bir dile’ çevirirsek, “AB olarak, Haziran 2016 sonuna kadar, vize serbestisi konusundaki teknik ve siyasi sorunları aşabilir miyiz bakacağız” demek oluyor. Ayrıca, vize serbestisi için AB, şu kıstasları öne sürüyor: Nisan sonuna kadar, Türkiye hükümeti, teknik ve hukuki sorunları nasıl aşabileceğini detaylandıran bir öneri sunacak. Bu arada, AB’nin ileri sürdüğü 72 kriteri samimiyetle yerine getirmeye çalıştığı konusunda AB Komisyonu’nu ikna da edecek. AB Komisyonu da, Nisan sonunda vize ile ilgili “nihai kararını” verecek. Tüm bu badirelerden sonra, Haziran sonuna kadar 72 kriter yerine gelirse, vize serbestisi sağlanacak.

 

6-Mart sonuna kadar AB, Türkiye’ye mültecilere destek için Türkiye’ye taahüt ettiği 3 milyar Euro’nun kalan kısmının ‘teslimini’ hızlandıracak. Bu AB mali kaynağını Türkiye’de kurulan “Mülteciler Aracı” kullanacak. Yani, 1 Ocak 2016 itibariyle zaten kurulmuş olan, AB ve Türkiye’den bürokratların ortak çalışacağı bir yapı, AB Komisyonu’ndan iki temsilci ve her üye ülkeden biri temsilcinin kuracağı bir yürütme komitesinin gözetiminde, söz konusu 3 milyar Euro’nun hangi projelerde kullanılacağına karar verecek. Ankara’nın bu yürütme komitesine “danışmanlık” yapması söz konusu ama doğrudan söz hakkı yok. İlk 3 milyar Euro’luk dilim sonuna kadar kullanıldıktan ve “başarılı sonuçlar” alındıktan sonra, duruma göre, 2018’e kadar bir 3 milyar Euro’ya kadar çıkabilecek maddi desteğin daha sağlanması mümkün.

 

7-14 Aralık 2015’te karar verildiği gibi 17. Fasıl ve buna ek olarak 33. Fasıl açılacak. 17. Fasıl, “Ekonomik ve Parasal Politika Faslı” ve merkez bankalarının bağımsızlığı, kamu sektörünün merkez bankaları tarafından finansmanının yasaklanması ve kamu sektörünün finansal kurumlara imtiyazlı erişiminin önlenmesi konularına odaklı. Bu faslın kolayca tamamlanmasında “normalde” sorun olmaması lazım. Ama, bu faslın şu anki siyasi konjoktürde akıbeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Yiğit Bulut gibi üst düzey ekonomi kurmaylarına bağlı gözüküyor. 33. Fasıl ise, Türkiye, eğer AB üyesi olursa, AB bütçesine nasıl katkı yapacağını ele alıyor. Buna da, “torunlarımızın torunlarının faslı”, “kim öle kim kala faslı” diyebiliriz.

 

8-AB, Suriye’nin içindeki insani koşulları iyileştirmek için her türlü ortak girişimde beraber çalışacaklarını taahüt ediyorlar. “Özellikle Türk sınırı yakınlarındaki, daha güvenli olacak bazı bölgelere, yerel nüfusun ve mültecilerin transferi” gibi de bir girişim çerçevesi çiziliyor. Bu “girişimden”, Türkiye’nin anladığı, Ankara’nın aylardır hayalini kurup durduğu “güvenli bölge” belli ki. AB’nin ne anladığı ise meçhul. Bu maddede, “mülteci” kavramı yanısıra, “yerel nüfusun” transferi gibi bir kavramsallaştırma yapılması çok düşündürücü. Bu son madde, bugünlerde, Türkiye’nin Güneydoğusu’nda yaşananlar düşünülünce, “mübadele” gibi rahatsız edici çağrışımlar yapıyor. Herhalde AB, insan hakları kriterlerinden “bu kadar da” ödün vermez...Türkiye devletinin de aklından, bölgesel demografinin genetiğiyle oynama gibi “çılgın projeler” geçmez...diye ümit edelim.

 

Son olarak, anlaşmanın her yerinde, “mülteciler” kavramının geçtiğini ve Türkiye’nin “mülteci” olarak tanımladığı hiçbir Suriyeli (veya hemen hemen hiç kimse) olmadığını anımsatalım. Türkiye, bu anlaşma sonrası, “misafirler” olarak tanımladığı, Suriyelilere (ve diğerlerine), yasal olarak “mülteci” statüsü verecek mi? Anlaşmanın birçok yanı gibi bu da meçhul.

 

SEZİN ÖNEY / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar