Sinan ÇİFTYÜREK
SSCB’nin kuruluşuyla birlikte iki ayrı sosyalist cumhuriyet olarak birliğe katılan Azerbaycan ile Ermenistan arasında “ihtilaflı topraklar” meselesi varlığını hep korudu. SSCB dağılınca mesele krizle açığa vurdu. Son 25 yılı aşkın bir süreden beri hesap defteri kapatılmamış olarak hep gerilimli olan (arada doğrudan çatışmaların yaşandığı) Dağlık Karabağ üzerinde çatışmalar yeniden alevlendi.
Ermeni nüfus ağırlıklı Dağlık Karabağ 1923’te Azerbaycan sosyalist cumhuriyetine bağlı özerk bölge haline getirilmişti ki aynı yıl Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasında bulunan Kızıl Kürdistan’da, yine kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde Azerbaycan’a bağlı Özerk bölge haline getirilmişti. Ancak 1929 yılında yani özerk kuruluşun üzerinden çok geçmeden Kızıl Kürdistan’ın özerkliğine son verilirken, Dağlık Karabağ’ın özerkliği devam etmişti ta 1989 yılına kadar. 1989’da Azerbaycan Meclisi kararıyla Dağlık Karabağ’ın özerkliğine de son verilmesi sorun ve çatışmaları alevlendiren adım oldu. Demek ki bugün bir Dağlık Karabağ meselesi varsa yanı sıra kendisine hiçbir statü tanınmayan Kızıl Kürdistan meselesi de var!
SSCB’nin dağılması ve federatif cumhuriyetlerin tek tek bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 10 Aralık 1991 yılında yapılan referandumda Dağlık Karabağ, Azerbaycan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etme yönünde oy kullanmıştı. O zamandan beri iki devlet arasında savaş bazen alevleniyor bazen de sağlanan ateşkeslerle tansiyon düşürülüyor ama savaş potansiyeli her daim varlığını korudu, koruyor! Günümüze kadar Kızıl Kürdistan, Dağlık Karabağ ve çevresi Ermeni güçlerinin denetiminde. Geçen zaman diliminde çözüm amaçlı bir dizi görüşme, protokol, deklarasyon imzalandı.
Örneğin 5 Mayıs 1994’te, Kırgızistan başkenti Bişkek Protokolü adını taşıyan ve Rusya, Ermenistan, Azerbaycan, Dağlık Karabağ yetkililerin katıldığı görüşmelerde, sıcak savaş sona erdirilmişti ama mesele çözümlenmemiş olup “askıya alınmıştı”. Sonra 2008’de taraflar arasında yine Rusya’nın inisiyatifiyle Moskova Deklarasyonu imzalanmıştı ama kalıcı çözüm yerine ancak soğutma halinin sürdürebilirliği sağlandı.
Derken bu kez 1994’te resmiyet kazanan ve eşbaşkanlığını Fransa, Rusya ile ABD’nin yaptığı Türkiye, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, Belarus, İsveç ve Finlandiya’nın da üyelerini oluşturduğu Minsk Grubu çözüm için devreye girdi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile Minsk Grubu, sorununun siyasal müzakere yoluyla çözümü için görüşmeler sürdürdü ve 29 Kasım 2007'de Madrid'de taraflara bir öneri paketi sundu. 2009'da yenilenen ve Madrid Prensipleri olarak adlandırılan plan şu maddeleri içermekteydi:
“- Dağlık Karabağ'ın çevresindeki işgal edilmiş bölgelerin Azerbaycan kontrolüne bırakılması,
- Dağlık Karabağ'a güvenliğini ve kendi yönetimi garanti edecek şekilde ara bir statü verilmesini ve nihai statüsünün daha sonra belirlenmesi,
- Ermenistan ile Dağlık Karabağ’ın irtibatını sağlayan koridorun açılması,
- Yerlerinden edilmiş kişilerin topraklarına dönmesi,
- Barış gücünün işlevini yerine getirecek şekilde uluslararası güvence sağlanması.”
Üzerinde uzlaşılan bu Prensiplerde diğerleri gibi kağıt üzerinde kalıp yaşamda karşılık bulamadı. Son haftalarda yeniden alevlenen ya da alevlendirilen çatışmalar Rusya yönetiminin devreye girmesiyle 2 Nisan’da sağlanan ateşkese rağmen tarafların sıcak savaş pozisyonu devam ediyor. Ne oluyor neden yıllardan beri “donmuş çatışma” bugünlerde yeniden alevlendi? İki ülke arasında her an daha büyük bir savaşın çıkma potansiyeli zaten 1991’den beri varlığını koruyordu fakat şimdi yeni ne/neler oldu ki çatışmalar yeniden başladı?
Azerbaycan’ın her an rövanşı almak, Ermenistan’ın ise mevcut konumunu korumak için sürekli tetikte olmaları beraberinde savaş potansiyelini sürekli diri tuttuğu açık. Acaba yeniden alevlenen savaşın tek nedeni bu potansiyel durum mudur? Yani küresel/bölgesel savaş tanrılarından bağımsız yerel bir çatışma ile mi sınırlı? Eğer durum gerçekten Rusya ve ABD başta olmak üzere küresel ve bölgesel savaş tanrılarının Avrasya üzerinde ki egemenlik hesaplarından bağımsız bir çatışma ise yarın öbür gün bu çatışmanın yıllardır sürdürüldüğü gibi yeniden soğutmaya alınacağını söyleyebiliriz. Yok, eğer küresel güçlerden birinin emperyal çıkarları gereği Afganistan-Ukrayna-Mısır üçgeninde ki savaşın ağırlık merkezi bu kez Güney Kafkasya’ya bilinçli kaydırılıyorsa o zaman savaş bu bölgede ağırlaşacak demektir. Özellikle de belli başlı küresel savaş tanrıları bunu istiyorlarsa bu kaçınılmaz olacak ve böylece savaş Suriye’de şimdilik soğutmaya alınırken, Ermenistan-Azerbaycan arasında tırmandırılmış olacaktır. Eğer gerçekten savaş tanrıları olarak ilgili ülke ve silah tekelleri buna karar vermişlerse…! Çok geçmeden bu soruların yanıtlarını alabileceğiz!
Katıldığım bir TV programında bana “ABD ile Rusya, Suriye üzerinde anlaştılar buna ne diyorsun” yönündeki soruya yanıtım; “hayır anlaşmadılar sadece geçici uzlaştılar. Antakya’nın Güney ucundaki küçücük alanda dünyanın ve bölgenin belli başlı tüm aktörlerinin askeri olarak yerleşmiş olmaları ortamı olağan üstü gerdi süreç fazlasıyla ısınmaya başladı bu daha fazla böyle sürdürülemezdi ve soğutmaya aldılar.
Çünkü bir adım ötesi ABD ile Rusya’yı doğrudan çatışmalara itecek muhtemel kazalara gebeydi. Çünkü bu iki güç merkezinin başını çektiği küresel eksenler ne çatışarak ne de savaşarak Afganistan-Ukrayna-Mısır üçgeninde meseleleri (paylaşım pastasını) çözemiyorlar. Zaten Suriye’de, Cenevre 3 öncesinde ABD ile Rusya’nın öncülüğünde başlatılan ateşkes süreci bir yanıyla bu yenişememenin ürünüdür. Çünkü çözemedikleri gibi taraflar, yani ABD ve Batı Avrasya üzerinden ki egemenlik hesaplarından, Rusya ve Doğu ekseni de “Asya bizimdir sizin buralar da ne işiniz var” tezinden milim geri adım atmıyorlar!
Emperyal çıkar hesaplarından geri adım atmadıkları içindir ki belirttiğim üçgende çatışma; bölgelerden birinde yoğunlaşırken diğerinde soğutmaya almaya çalışıyorlar ve bunda belli ölçüde başarılı da oluyorlar.
Kısacası, ABD ile Rusya bugün Suriye üzerinde anlaşmadılar çünkü Suriye sadece zincirin halkalarında biridir halkanın (paylaşım pastasının) bütünü üzerinde az çok hem fikir olunmadan tek bir halka (sadece Suriye) üzerinde olsa olsa geçici uzlaşma olabilir ki olan da budur!
09. 04. 2015 tarihli “Avrasya’da Savaşın Değişen Ağırlık Merkezleri Ve Yemen!” başlıklı yazımda;
“Son yirmi yıldır Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde savaş devam ediyor fakat savaşların yoğunluk merkezleri kaygan zeminde sürekli yer değiştiriyor. Savaşın yoğunluk merkezi gün oluyor Afganistan’a, Irak’a, Suriye’ye, Kürdistan’a, gün oluyor Kuzey Kafkasya’ya (Gürcistan-Ukrayna’ya) derken şimdi de bölgenin tehlikeli fay hattı “Şii-Sünni karşıtlığı” iddiaları üzerinden Yemen’e kaydırıldı. Savaşın ağırlık merkezi yarın Güney Kafkasya’ya kaydırılırsa yani Ermenistan-Azerbaycan arasında uzun süredir dondurulmuş olan savaş yeniden patlak verirse kimse şaşırmasın!
Savaş, belirttiğim üçgende daha uzun yılları alacak çünkü mesele, tüm derinliğiyle Avrasya üzerinde kimin egemen olacağı, özelde de Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi meselesidir. Tam da bu nedenledir ki, Avrasya da savaş içerisinde savaş yaşanıyor. Bunun içindir ki, savaşın ağırlık merkezi bazen Afganistan, Gürcistan-Ukrayna, bazen Yemen ama çoğunlukla Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı coğrafya da sürüyor” demiştim!
Birçok mesele gibi Dağlık Karabağ meselesi de göstermiştir ki, günümüzde emperyal güçler hem süren bölgesel/yerel savaşların bizzat tetikleyicisi hem de kendilerini “çözümleyici” aktör olarak kurgulamışlar. Acı ama gerçek bu! Halk hareketi halen bağımsız dinamik olarak belirleyici değil! İki ülke de halklar dinamik olarak devrede olsaydı, iki ülkede de “benim milli yarar çıkarlarım” aşılabilseydi, Dağlık Karabağ ve Kızıl Kürdistan meselesini demokratik olarak kendi aralarında çözebilirlerdi Böylece sorunun yaracısı olan emperyalist güçlerden “çözüm” unsuru olma beklentisine girme durumuna da düşmezlerdi.
Dağlık Karabağ konuşulurken neden Kızıl Kürdistan’dan söz eden yok!
Ermeni güçlerce 1994’de askeri olarak denetim altına alıp bağımsızlık ilan edilen bölge; Dağlık Karabağ ve çevresinin yanı sıra Kızıl Kürdistan’ı da içermekte. Çünkü Kızıl Kürdistan, zaten coğrafik olarak Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasında yer almaktadır.
Özerk Bölge olarak Kızıl Kürdistan 1929’da neden feshedildi bu başlı başına ayrı bir irdeleme konusu. Şu an güncel mesele Kızıl Kürdistan ve Dağlık Karabağ’ı içeren bölge üzerindeki çatışma ve çözüm aranırken neden kimse Kürtlerden/Kızıl Kürdistan’dan hiç söz etmiyor?
Çünkü gerek Ermenistan, gerekse de Azerbaycan “benim” dedikleri Kızıl Kürdistan’ın özerkliğine karşılar. Bu elbette düşündürücüdür! Ama daha da düşündürücü olan Rusya’nın, Rojava ve hatta Güney Kürdistan üzerinden Kürt kartını açarak federasyon’a hatta bağımsız Kürdistan’a yeşil ışık yakarken, “arka bahçem” dediği Güney Kafkasya’da bulunan Kızıl Kürdistan’da ise bölgesel çıkarları ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında sürdürdüğü ince denge hesapları nedeniyle Kafkasya Kürtlerini görmezlikten gelmesidir!
Yine ilginçtir Azerbaycan kendine bağlı iken Kızıl Kürdistan’ın 1929’da özerkliğini feshettiğinde, Erivan radyosu Kürtçe yayın yaparak sahip çıkmıştı. Ama aynı Ermenistan 20 yıldan beri denetiminde tuttuğu Kızıl Kürdistan’a statü vermemesi oldukça düşündürücü! Irkçılıktan, şovenizmden soykırımlar düzeyinde büyük acılar yaşamış Ermeni milletinin 20 yılı aşkındır denetiminde tuttuğu Kızıl Kürdistan’a statü tanımaması izah edilemez!
Çatışmanın yaşandığı bölge, yanı 20 yıldır Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan çatışma alanı, Dağlık Karabağ ile sınırlı olmayıp Kızıl Kürdistan bölgesini de içerdiği halde Kızıl Kürdistan’ın görmezlikten gelinmesi devam ediyor. Çözüm amaçlı gerek Bişkek Protokolünde, gerek Moskova Deklarasyonunda, gerekse Madrid Prensiplerinde, Kızıl Kürdistan ve Kürtlerin haklarından tek kelimeyle söz edilmemesi çifte standart tutumlar olup düşündürücüdür!
Güneyi ve Kuzeyi ile Kafkasya tam anlamıyla haklar ve inançlar bahçesidir. Eğer emperyal hesapların fesatlığı olmazsa, eğer kör ulusçuluğun her şeyi kendine mal eden şoven milliyetçi hesapları devreye girmezse, eğer her ulustan milliyetçilik; daha fazla toprağı, daha fazla kültürel değerleri, daha fazla nüfusu milli yarar adına “benimdir” deyip kendine mal etmeye kalkmazsa … Kafkasya tüm halklara, tüm inançlara yeter!
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.06.2019
7.02.2019
18.03.2019
4.02.2019
28.01.2019
9.02.2019
7.01.2018
26.10.2018
28.09.2018