Ümit KIVANÇ
Trump’ın yükseliş sürecinde ABD’de, bu zamana kadar aklı başında bildiğimiz insanların “ülke bölünür mü?”, “içsavaş çıkar mı?” endişeleriyle yazılar yazmaları pek tuhafıma gitmişti. Burada, tam anlamıyla içsavaş değilse de “içeride-savaş” diyebileceğimiz kanlı olayları yaşamakta ve bilinen anlamıyla içsavaşa zemin hazırlamakta olan biz bile bunu bu kadar telaş ve kaygıyla konuşmuyorduk. Trump Washington’ın yerleşik sistemini altüst etti ve her marifeti kaçınılmaz olarak bütün dünyada irili ufaklı sarsıntılar, kısa devreler yaratmaya başladı. Bu yüzden ABD’de olanları giderek daha yakından izlemek zorunda kaldıkça, gazetecilerin, yazarların, fikir insanlarının durduk yere böylesine telaşlanmadıklarını görebilmeye başladım. Trump, hançer gibi saplanmıştı kurulu düzenin dengesini ve meşruiyetini sağlayan organizmanın böğrüne; ve hançerin sapını yakalamış muhteris faşistler, ırkçılar, dünyanın en güçlü devletinin karar mekanizmalarına tehlikeli ölçüde yaklaşmışlardı.
Seçim sürecinde, hazırlanıp gelmiş kalabalık grupların birbirine girmesi, sokak çatışmaları, itişme kakışmalar görüldüyse de, bunlar tansiyonun çok yükseldiği böyle bir sürecin özelliğine yoruldu, nitekim seçimle birlikte yatışır gibi oldu. Kısa süre önce tahayyül edilemez skandallar, imkânı yok akıl edilemez olaylar, sistemin tepesinde cereyan etmeye başladı.
Heather’in annesi
Bunlar halen çeşitlenerek sürüyor. Bu esnada tabanda cereyan edenlerse fazlasıyla tedirgin edici. Charlottesville şehrinde beyaz ırkçılar, Neo-Naziler ve Ku-Klux-Klan’cıların yaptığı gövde gösterisi şüphesiz vaktinin geldiğine inanılmış, hesaplı kitaplı bir adımdı. Teçhizatlı, otomatik silahlı, kamuflaj üniformalı özel “milis”ler eşliğinde, beyzbol sopaları, demir çubuklar ve başka “hafif eylemci silahları” ile donanmış olarak ortaya çıkan gruplar, düpedüz ırkçı-linççi Ku-Klux-Klan “fener alaylarını” çağrıştıran meşaleli yürüyüşün ardından, ertesi sabah, ABD’de militan sağcılığın ve özellikle siyahlara karşı ayrımcılığın simgesi olmuş eski Konfederasyon (“Güney”) Bayrağı’nın yanısıra, doğrudan Nazi simgelerini taşıdılar, faşizan ve anti-semit sloganlar attılar; aralarından biri de, arabasını kendilerine karşı duran protesto eylemcilerinin üzerine sürdü, 32 yaşındaki Heather Heyer’i öldürdü, yirmi insanı yaraladı.
Heyer’in annesinin, toplanan üzüntülü kalabalığa, elinde kızının çerçeveli fotoğrafıyla, “Onu susturmak için öldürdüler, ama siz onun sesini çoğaltıyorsunuz,” mealinde seslenişi, açıkçası, tüylerimi fena ürpertti. Yaklaşık kırk yıldır hak-adalet-eşitlik mücadelesinin içindeyim; boyuna aramızdan birilerini öldürürler, öfkeli, kararlı, ama o an için çaresiz, toplanırız, öldürülenin anababası, yakını, sevdiği, onu seven biri, büyük acısını biraz olsun hafifletebilmek, teselli bulmak amacıyla buna benzer bazı sözler söyler. Çocuğu ölmüş olmasın istiyordur o anda, muhtemelen henüz inanabilecek kadar sâkin ve tek başına kalmamıştır. Ne yapsın?
Dedim ki içimden: ABD ile belki de o kadar uzak değiliz artık birbirimize.
Değil miyiz? Onlar içsavaş ihtimalini tartışıyor, biz şimdilik -tartışıyor sayılmayız- sözünü etmeye başladık yavaş yavaş.
Uzman ne demek? “İşi bilen” demek
The New Yorker’da Robin Wright, çeşitli uzmanların içsavaş ihtimaline dair değerlendirmelerini toparladı. Burada bunları aktarmayacağım. Uzmanların “içsavaş koşulları” diye sıraladıkları durumlardan sözedeceğim ve bunları etrafta aramayı önereceğim.
Wright’ın konuştuğu uzmanlardan Keith Mines, uzun yıllar ABD ordusunun Özel Kuvvetler’inde, ardından Birleşmiş Milletler’de görev yapmış, şimdi de ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan, Afganistan, Kolombiya, El Salvador, Irak, Somali ve Sudan içsavaşlarıyla “ilgilenmiş” bir uzman şahsiyet. Aşağı yukarı on altı yıllık bir tecrübesi var. Mines’a göre ABD’de on-on beş yıl içerisinde bir içsavaşın çıkma ihtimali yüzde 65!
Foreign Policy’nin yaptığı uzmanlar soruşturmasında çıkan ortalama, yüzde 35. Mines’tan daha kötümserler de var, yüzde doksan beş diyen, meselâ. Buna karşılık, yüzde beş diyen de olmuş. (Soruşturmanın Charlottesville’deki çatışmalardan önce yapıldığına işaret etmeliyim.)
Biz Mines’a kulak vereceğiz, çünkü “bir ülkede içsavaş çıkabilmesinin önkoşulları” diye sıraladığı maddeler pek akla yakın görünüyor.
Öncelikle, Mines, “içsavaş” derken, yerleşik siyasî otoritenin hükmünün kalmayacağı çapta, yaygın iç çatışmaların belirlediği bir ortamı anlıyor. Bu tanımı aynen kabul etmek zorunda değiliz. Zira ülkeye, toplum yapısına, geleneklere, coğrafyaya, o ülkede olan bitene burnunu sokan dış güçlere vs. bağlı olarak “içsavaş” tarifi değişebilir. Tanım üzerinde durmayacağım, zira memleketimizde bir içsavaş çıkarsa bunda hangi gücün nasıl saf tutacağı, devletin ikiye bölünüp bölünmeyeceği vs. üzerine spekülasyon yapmayı yararlı bulmuyorum. Şartlara bakalım biz. Ve bizde bunlar ne kadar var, ne kadar yok, tartalım. Her somut sorunun kendi özel ayrıntıları olduğu ve bu yüzden konu sapabileceği için somut örnek üzerinde konuşmaktan olabildiğince kaçınmaya, “şartlar”ı olabildiğince deşmeye, ayrıntılandırmaya çalışacağım.
Birinci şart: Kutuplaşma
İçsavaş için ilkin, toplumda keskin kutuplaşma meydana gelmesi ve bunun derinleşmesi gerekiyor. Kutuplaşma öyle bir raddeye varmış olmalı ki, iki tarafın temsilcilerinin kafa kafaya verip uzlaşma arayacağı zemin kalmamış olsun.
Kutuplaşmanın birtakım siyasî fikirlere, önerilere, taleplere değil de, hayat-memat meselesi yapılarak benimsenmiş, sıkı sıkıya sarılınmış kimliklere dayanması, şüphesiz, hem ayrışmayı derinleştirecek hem de uzlaşmayı imkânsızlaştıracak bir husus.
Karşı karşıya gelen kimliklerin, varsayılan ırk gibi, etnik köken gibi, din-mezhep gibi, doğuştan belirlendiğine, sonradan değiştirilemezliğine inanılan, sözde “asal” özelliklerle tarif edilmesi -ve dayatılması-, şüphesiz, kutuplaşmayı giderilemez kılar.
Siyasetin, benimsediğin talep ve önerilere kendinden farklı düşünenlerin desteğini kazanma faaliyeti olarak değil de, onların karşısına geçip, kimliğini ortaya koyup, bir çeşit “tanınma” bekleme olarak görülmesi, aslında çıkışsız kimlik çatışmalarına düşmemek için girilmesi gereken yolun, siyasetin de çözüm arayışları için imkân olmaktan çıkması anlamına gelir.
Siyasî hareket ve partiler, amaçladıkları siyasî dönüşümü, kendilerinden saymadıklarının kafa olarak, ruh olarak, varoluşlarını idrak edişleri ve hayat tarzlarıyla, pratikleriyle topyekûn dönüşümü olarak kavrarlar ve ayrı ayrı hepsi öbürlerinin ancak topluca değişmesini veya mutlak boyun eğmesini anlamlı bulur, daha azına razı olmazlarsa, bu da, yarığın varlık-yokluk seviyesine varana kadar derinleşmesine yolaçacak, hiç ortadan kalkmayan bir içsavaş koşulunun varlığını sürdürmesini getirecektir. Çünkü bu durumda siyasî mücadele, zaten, belki doğrudan silahla yapılmayan -ki çoğu defa silah da işin içine ama öyle ama böyle mutlaka karışacaktır-, ama karşılıklı tartışmanın mümkün olmadığı, uzlaşma zeminlerinin inşa edilemediği bir içsavaş müsveddesi gibi cereyan etmekte, taraflarca böyle yaşanmaktadır.
İkinci şart: Algı-bilgi ayrışması
Toplumun kutuplaşmış, birbiriyle ilişkisi kopmuş, birbirine uzaktan bakan kesimleri güncel olaylar konusunda birbirine ters, birinin bütün gün konuştuğunu öbürünün görmezden geldiği kaynaklardan besleniyorlarsa; gazeteler, tv kanalları, haber siteleri tamamen ayrışmış ve insanları -karşılıklı olarak- birbirlerinin hayatından, başlarına gelenlerden, bakış açısından, hissiyatından uzak tutuyorsa, bu da zamanla içsavaş değirmenine su taşır, diyor uzmanımız.
Algı-bilgi alanındaki ayrışma, başlıbaşına, toplumun düşmanlaşan kesimlerini birbirlerine hepten yabancılaştırabilecek bir etken. Bunun üzerine, karşılıklı düşmanlık yaymanın etkisi eklenmeli. Toplumun geniş bir kesiminin bilgi kanallarını tekeline almış, bu kesimi ötekine düşman etmek için özel olarak uğraşan, bir tarafın propaganda aygıtı olarak çalışan, medya kılığındaki kışkırtıcı bir odak, zamanla, karşı tarafı insan olarak görmemeye kadar vardırabilir etkisini. Merhamet duygusunun, en basiti, “onlar da insan” freninin yok edilmesi, içsavaş koşullarının muhtemelen en olmazsa olmazı.
Üçüncü şart: Kurumların erimesi
Bir toplumda taraflaşma, taraftarlaşma, giderek ayrışma, kutuplaşma, düşmanlaşma, birçok nedenle olabilir. Bunun toplumsal hayatı belirler hale gelmemesi, büyük ölçüde, toplumun ortak yaşama gelenek, alışkanlık ve kültürüne bağlıdır. Ancak bunlar daha çok bir zemin, içinde soluk alınıp verilen bir ortam oluşturma işlevi görürler. Güncel, somut, etkili olan, kurumlardır: İyi-kötü herkesin uyacağı varsayılan yasalar. Sırtına üniforma geçirenin, resmî bir bankonun ardında oturanın keyfince eğip bükemeyeceği kurallar. En azından bir ölçüde güvenilebilir adalet mekanizması. Hükmedicilerin denetlenebileceğinin bilinmesi. İnsanlarda “haklarını arayabilecekleri” konusunda belirli bir güven, en azından beklenti, hiç değilse umudun bulunması.
Bunların yokluğu, kurumların yokluğudur. Üzerine inşaat yapılmaması gereken bir araziyi imara açmak için katakulli çevrilmesi, giderek denetleyici kurulun lağvedilmesi, etraf üç katken on üçe cevaz veren yasa değişikliği yapılması, bunun sıradan vaka olarak bilinmesi, ilk bakışta sadece bir yolsuzluk, çalma-çırpma işi olarak görülebilir. Siyasî parti hükmedenlerin hoşuna gitmediğinde kapatılması, üç sene önce serbest olan şeyin beş sene sonra ağır suç ilan edilmesi, toplumun -bütün kesimlerinin- birlikte yaşama kurallarına, iktidarı denetleyebilecek tarafsız-âdil kurumlara inançsızlığına yolaçar.
Hele gücün mutlak şekilde tek elde toplanması ve keyfîliğin iktidarının toplumca “tanınmış” olması, yasa-kurallar ve kurumlara dair beklentinin de erimesine, zamanla yok olmasına yolaçacaktır. Bu, gücünü silahla, zorla ötekine kabul ettirmeyi hedefleyenin tam da aradığı ortamdır. İçsavaş ortamı.
Kurumlar meselesinin bir yüzü de elbette parlamento. Meclis, toplumun farklı kesimlerine, eşitsiz-adaletsiz de, yetersiz de olsa bir temsil edilme duygusu verir. Seçim, hernekadar bu haliyle pek yetersiz bir mekanizmaysa da, insanlarda yönetilenlerin kendilerine ihtiyacı olduğu duygusu yaratır ve yönetenleri en azından belirli zamanlarda yola getirme imkânı verebilir. Bu duygu, döner dolaşır, iktidarı denetleme işlevine sahip kurumların meşruiyetini aldığı toplumsal dayanaklardan biri olur.
Parlamentonun, temsilin yok edilmesi, sadece bu şansı ellerinden alıp insanların -tarafların!- temsiliyeti başka yerlerde, meselâ kuracakları milis kuvvetlerinde, yerel-bölgesel egemenlik alanlarında vs. aramalarına sebep olmakla kalmaz. Birbirlerinden hoşlanmasalar da birarada temsil edildikleri, benzer kurallara tâbi oldukları bir yüksek kurumun varlığının bütünleştirici katkısından da toplumu yoksun bırakır. Ayrışma, uzaklaşma için bir dinamik daha oluşur.
Dördüncü şart: Siyasî önderlik yoksunluğu
Bunu, toplumu bütünleştirecek, ille herkesin sevmesi, peşinden gitmesi gerekmeyen, ama “hepimizin” lideri sayabileceğimiz, simgesel ağırlığı olan bir otoritenin yokluğu olarak anladım. Buna karşılık, gücü elinde toplayan bir otorite var, ama bu sadece bir taraf için piramidin tepesini oluşturuyor.
Ayrıca, muktedir, elinde kudret var, ama sorumluluğu yok. Bu da, keyfîlik anlamına geliyor ki, yukarıda mânâsı ve yıkıcı tesirinden sözetmiştim.
Özellikle bu şartı izah etmek için sözü hiç mi hiç uzatmam gerekmiyor sanırım.
Beşinci şart: Şiddetin meşru araç haline gelmesi
Son şartımız bu. Bizde bir süredir giderek yayılan olgunun adı başka türlü konmuş, o kadar. ABD’li uzman Mines, “anlaşmazlıkların çözüm yolu” olarak şiddeti giderek daha fazla devreye sokmaktan ve bunun meşrulaşmasından sözediyor. “Sorun çözme yolu” dersek belki daha bir yerine oturur.
Şiddet başlığı altında genellikle devletin marifetlerini tartışıyoruz. Böyle yapmakta da haklıyız elbette. Lâkin bir süredir, siyasî gerekçelerle de değil, pek çok durumda toplum bireylerinin başkalarına, ille “öteki” saydıklarına da değil, komşularına, yakınlarına, eşlerine, çocuklarına, hattâ hayvanlara kolayca, hiç rahatsızlık duymadan şiddet uygulayabildiklerini görüyoruz.
Toplumun daha fazla şiddete, güçlü olup karşıdakini ezmeye türlü yollardan teşvik edilmesi, evet, büyük sorun, ama buradaki esas sorun değil. Yukarıdan empoze edilen, artık gerek görülmediği anda yine yukarıdan önlenir. Esas dert, tek tek bireylerin, anlaşmazlıkların çözümü veya basitçe, talep ettiğine ulaşma yolunda, ayrıca maalesef eğlence için, şiddeti tereddütsüz başvurulacak meşru araç olarak görmesi.
Böyle bir kabûlün, linç geleneğine sahip toplumların içsavaş ortamına girivermesine ne kadar kolaylıkla yolaçabileceği üzerine konuşmak gereksiz.
Evet, bir ülkede içsavaş çıkar mı-çıkmaz mı, diye bu şartlara bakılmalı, diyor başvurulan uzman şahıs. Ben de aktarıyor ve, “bakıverelim bir zahmet” diyorum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024