Ayşe HÜR
Topçu Kışlası yıkılmadan önce Taksim Meydanı.
1928'de Cumhuriyet Abidesi'nin açılışından sonra Taksim Meydanı, Sultanahmet ve Beyazıt'ın kamusal işlevlerini yüklendi. Taksim bir kez daha değişmeye hazırlanıyor
Başbakan Erdoğan’ın yeni projesi, Taksim Meydanı’na ulaşan yolları yer altına alıp bir zamanlar var olan ancak Cumhuriyet döneminde yıktırılan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etmek. Elbette yanında camisi ile. Sadece İstanbul’un ve Türkiye’nin değil dünyanın da en önemli kamusal alanlarından biri olan Taksim Meydanı’nı yayalaştırma adı altında insansızlaştırmaya götüren bu ‘uygunsuz proje’nin uygulanması için kazmalar vuruldu. Bölgenin elde kalmış tek yeşil alanı Gezi Parkı’nı yapılaşmaya açacak ‘ikinci uygunsuz proje’nin çalışmaları ise kapalı kapılar ardında sürdürülüyor. Bu amaçla 200 kadar ağacın katli için karar alındı, uygulama için fırsat kollanıyor. Bu yüzden bu haftayı Taksim Meydanı ve ‘Jakoben belediyecilik’ anlayışının mümtaz temsilcilerinden Adnan Menderes’in İstanbul’daki uygulamalarına ayırdım, elbette yerim yettiğince.
Taksim Meydanı dediğimiz alan 1732-1739 arasında, I. Mahmut’un kuzeydeki gümrah ormanlardan gelen suyu şehrin değişik bölgelerine dağıtmak üzere yaptırdığı Taksim Maskemi (su dağıtma sarnıcı) ile ortaya çıkmıştı. Bir zamanlar cephesinde “Her şeye su ile hayat verdik” anlamına gelen bir ayetin yazılı olduğu Maksem, bugün kurumuş da olsa varlığını sürdürüyor.
Bugün Taksim Parkı ya da Gezisi denilen bölgede eskiden geniş bir çayırlık içinde Ermeni Mezarlığı ile devamında servi ağaçlarıyla dolu büyük bir Müslüman mezarlığı (Ayaspaşa Mezarlığı) vardı. Bu geniş alana 1803-1806 arasında orijinal adıyla Halil Paşa Topçu Kışlası (Taksim Kışlası) inşa edildi. Kışlanın mimarının Ermeni Kirkor Balyan olduğu sanılıyor. 1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı sırasında tahrip olan yapı, II. Mahmut tarafından, 1812’de mimarbaşı Hafız Mehmet Emin Ağa’ya tamir ettirilmişti. Hint, Rus, Türk mimarisinden esintiler taşıyan Topçu Kışlası’nın ana gövdesi iki katlı, soğan kubbeli ve kule görünümlü köşeleri ise üçer katlıydı. Kışlanın ortasında büyük bir avlu yakınlarında bir cami vardı.
Abdülmecid Döneminde (1839-1861), bugün İTÜ’nün Taşkışla Binası olarak bildiğimiz Mecidiye Kışlası, bu kışladaki topçu subayları için Gümüşsuyu Askerî Hastanesi inşa edildi. 1850’lerde, Hademe-i Hassa (Saray hademeleri) ve Muzıka-i Hümayun (Saray orkestrası) üyeleri için inşa edilmeye başlayan, ancak Abdülaziz Döneminde (1861-1876) tamamlanan Gümüşsuyu Kışlası ve askerlerin talim yaptığı Talimhane bölgesiyle birlikte Taksim’in ‘askerî’ ve ‘devletçi’ topografyası iyice belirginleşmişti.
Ancak ortaya çıkan tablo bölgenin sosyolojik dokusuna hiç uymuyordu. Çünkü bugün Galata-Beyoğlu dediğimiz Pera bölgesinde, bugün Kurtuluş dediğimiz Tatavla’da gayrimüslimler, Levantenler yaşıyordu. Bu kesimler askeri değil sivil bir kültürün temsilcisiydiler. Bunun üzerine, 1870’te, Ermeni mezarlığı Şişli’ye taşındı ve açılan alanda bu kesimlerin eğlence ihtiyacını karşılamak için, askeri yapıların arasına bazı eğlence mekânları sıkıştırılmaya çalışıldı. Bunlardan biri Topçu Kışlası ile Gazhane (bugünkü Cumhuriyet) Caddesi üzerindeki İngiliz üslubundaki bahçe idi. İçinde bir havuz, gazino, eski Bellevue Kahvesi ve orkestra platformu olan bahçe bazı küçük değişikliklerle 20. yüzyılın başlarına kadar varlığını korudu.
1913’te elektrik tramvayla Beyoğlu’nun Şişli’ye bağlanması Taksim’in önemini biraz daha arttırdı ama burası hala geniş ve tanımsız bir alandı. 1918-1922 yılları arasında işgalci Fransız ordusunun Senegalli askerlerini barındıran Topçu Kışlası’nın avlusuna 1921’de güzel bir stadyum inşa edildi. Özellikle Müslüman-Türk takımlarıyla Fransız ve İngiliz asker takımlarının buradaki maçları adeta ‘milli maç’ havasında geçerdi. Cumhuriyet’in ilanından sadece üç gün önce 26 Ekim 1923’te bu stadyumda oynanan Romanya-Türkiye maçı 2-2 berabere bitmişti.
Cumhuriyet’in tören alanı
Cumhuriyet’in ilk yıllarında mimari hamlelere devam edildi. Bu sefer de Ayaspaşa Müslüman Mezarlığı kaldırıldı ve yerine apartmanlar dikildi. Ancak, Taksim Meydanı Pervititch’in 1925-1926 tarihli haritalarında hala İstiklal Caddesi, Pangaltı, Gümüşsuyu ve Sıraselviler yollarının Taksim Maksemi’nin önünde birleşmesinden oluşan bir genişlik gibi görülüyordu.
1927’de Osmanlı döneminin ünlü Levanten caddesi ‘Cadde-i Kebir’in (Büyük Cadde) adı ‘İstiklal Caddesi’ olarak değiştirildi, ama bu değişikliğin Cumhuriyet’in coşkusunu yeterince vermediği düşünülerek İtalyan Heykeltraş Pietro Canonica’ya bir ‘Cumhuriyet Abidesi’ sipariş edildi. Anıt, 8 Ağustos 1928’de TBMM Başkanı Kazım (Özalp) Paşa tarafından açıldı. Bundan böyle, Taksim Meydanı, Osmanlı döneminde, devlet ricalinin ve halkın karşılaştığı en önemli kamusal alanlar olan Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarının işlevini yüklenecekti.
1936’da İstanbul’u yeniden tasarlamak üzere davet edilen Henri Prost, iki yıl içinde Beyoğlu yakasının nazım planını hazırlamıştı. 1940 yılında Vali-Belediye Başkanı (aynı zamanda CHP İl Başkanı) Lütfü Kırdar, Prost’un kentsel tasarım projesi çerçevesinde Taksim’de radikal değişiklikler yaptı. Önce 1909’da 31 Mart Olayı sırasında bazı bölümleri tahrip olan Taksim Kışlası yıkıldı. Ortaya çıkan alan, İnönü Gezisi (sonra Taksim Gezisi denilecekti) adıyla meydanla ilişkilendirildi. 38 bin m2’lik alanı ile Beyoğlu ilçesinin toplam yeşil alanlarının yüzde 30’unu oluşturan bu park o tarihten sonra İstanbulluların nefes alma alanı oldu.
Tarlabaşı’nın soylulaştırılması
1977’de kanlı 1 Mayıs’a, 1980 sonrası iktidara yönelik protesto gösterilerine ev sahipliği yapan Taksim Meydanı, 1987’de Bedreddin Dalan döneminde, büyük yıkımlar sonucu açılan Tarlabaşı Bulvarı ile bugünkü şeklini aldı. Meydan 2000’li yıllarda yılbaşı kutlamaları ve konserlerle ‘kamusal alan’ tanımına biraz daha yaklaştı. Ardından da Tarlabaşı bölgesindeki eski evlerde yaşamaya çalışan yoksulların başka bölgelere taşınması ve boşalacak mekânların ‘soylulaştırılması’ projelerinin insanları dışlayan boyutları üzerinden tarışılmaya başlandı. Bu tartışmalar sürerken bu sefer de yazının başında sözünü ettiğim projenin tasallutu ile karşı karşıya kaldı.
Başbakan’ın ‘benim’ dediği bu proje aslında Bedreddin Dalan döneminde başlanan ancak Dalan’ın yeniden belediye başkanı seçilememesi yüzünden bitirilemeyen hamlenin bir parçası. Meydana ulaşan caddelerin yeraltına alınmasıyla meydanın yayalaştırılacağı söylense de, yayaların meydana nasıl ulaşacağı bir muamma. Belki de hedeflenen Taksim’e yaya akışının iktidar tarafından kontrol edilmesi. Muhtemelen taklit kışla da Cumhuriyet döneminin modernist şehir planlamacılığına ‘Neo-Osmanlıcı’ bir cevap olacak. Sivilleşme iddiasıyla siyaset yapan bir iktidar için ‘kışla’ çelişkili bir mesaj. Orijinal kışlanın parçası olan cami de, laikçi kesimler tarafından ısrarla püskürtülen cami projelerinin (çoğul kullanıyorum çünkü bir değil üç cami inşası planlanıyor) bir şekilde hayata geçirilmesine olanak sağlayacak.
Taksim’in düzenlenmesi, güzelleştirilmesine, gerekiyorsa cami yapılmasına kimsenin itirazı yok. Sorun, nelerin yapılacağına, şehircilik uzmanlarının, kentlinin, sivil toplum kuruluşlarının değil Başbakan’ın tek başına karar vermesinde, yani AKP iktidarının eleştirdiği zihniyetle aynı Jakoben yöntemleri kullanmasında. Unutmayalım ki, Taksim sadece İstanbullunun değil, dünyanın kültür varlığı. Bu yüzden Taksim’i iktidardakilerin zihinsel ve kültürel kodlarını sahnelemek, ya da gücün kimde olduğunu göstermek için kullandıkları mimari araç olarak kullanmaktan vazgeçelim.
İstanbul’un tekrar fethi ve Menderes
Başbakan Tayyip Erdoğan gibi ‘Jakoben belediyeci’ bir şahsiyet DP lideri Adnan Menderes’ti. CHP’de yetişen kadroların kurduğu DP, Cumhuriyet’in modernleşmeci ideolojisi ile Anadolu taşrasının dünyaya açılma vizyonunu birleştirmişti. Buna bir de İkinci Dünya Savaşı’nın galibi ülkelerin dünyaya empoze ettiği demokrasi anlayışı ve kapitalist gelişme modelinin heyecanı eklenmişti. İstanbul, Lütfi Kırdar dönemi hariç, 30 yıldır el sürülmemiş bir kent olarak, Menderes’in siyasi şovunu sahneleyebileceği uygun bir mekândı. Bütün bunların üstüne, İstanbul her açıdan büyük bir potansiyele sahip bir oy deposuydu.
Adnan Menderes ve ekibini en çok rahatsız eden şey, kargacık burgacık sokakların, dik yokuşların ve çıkmaz sokakların yarattığı trafik keşmekeşiydi. Yani çıkış noktası gayet haklıydı. Önce Henri Prost’un planı revize edilerek yürürlüğe konuldu. Ardından Menderes işe el koydu ve şehre ilk kazma 25 Eylül 1956’da vuruldu. Menderes, şehrin 2.600 yıllık tarihini göz ardı ederek ve kapitalist dünyanın o günlerdeki ekonomik tercihi olan petrol ve otomobil tüketiminin mecburi istikameti olan karayolculuğu esas alarak giriştiği imar faaliyetini ‘İstanbul’un yeniden fethi’ olarak adlandırmıştı. Bir önceki devrin ‘merkezi planlamacı’ zihniyetine inat, Menderes el yordamıyla hareket etmekte sakınca görmedi. Bir gazeteye verdiği beyanatta “plan iyi bir şey ama bunun için vakit ve nakit lazımdır” demişti.
Menderes’in şehri hallaç pamuğu gibi atmasına neredeyse tek başına karşı koyan (2009’da kaybettiğimiz) Mimar Turgut Cansever’e göre, Prost’un nazım planında önerilen yollar, yerinde bir inceleme yapılmadan, masa başında katlarca büyütülerek hayata geçirilmeye çalışılmıştı.
Menderes’in öylesine acelesi vardı ki, yıkılmak istenen binalara alelacele ‘maili inhidam’ (yıkılmak üzere) raporu alınıyor, ertesi gün yıkım başlıyordu. Bu fasıldan, Eminönü-Unkapanı yolu dinamitlerle açılırken Rüstem Paşa Camii’nin duvarları ve eşsiz çinileri çatlıyordu. Beyazıt Meydanı belki on kez yıkıldı, on kez yapıldı. Daha sonra romancı Orhan Kemal “DP devri, yıkım, yapım, tekrar yıkım devri. Meydan indir, meydan kaldır devri…” diyecekti. Marmara kıyısındaki güzelim koylar, kıvrımlar, toprak ve molozlarla dolduruldu. Menderes’in başarılı ‘basınla ilişkiler’ stratejisi sayesinde, yıkımlar gazeteler tarafından “çok iyi oldu, şehrin ufku açıldı!..” diye kamuoyuna sunuluyordu.
Bu dönemde harcanan para, tüm Türkiye’nin şehirlerine harcanandan fazlaydı. Yıkımlar Hazine’ye büyük yük getirirken, yıkılan 7.200’ü aşkın evin ve işyerinin istimlâk paraları zamanında ödenmediği için mülk sahipleri büyük sıkıntılar yaşıyordu. Öyle ki, Aksaray civarında, ‘istimlâk muhacirleri’ diye anılan evsiz barksız bir kitle ortaya çıkmıştı.
Osmanlı İstanbulu’nun yok oluşu
1958’de getirilen İtalyan Plancı Luigi Piccinato ise “Üç şansınız var: Biri coğrafi durum, ikincisi mevzuat, üçüncüsü de Adnan Menderes” demişti. Bu üç şans(!) sayesinde, Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Divanyolu, Edirnekapı-Beyazıt-Aksaray yolu, Sirkeci-Florya Sahil Yolu, Eminönü-Unkapanı yolu, Karaköy-Azapkapı yolu, Karaköy-Beşiktaş yolu, Barbaros Bulvarı, İstinye-Tarabya-Büyükdere yolu, Taksim-Şişli yolu, Kadıköy’de Bağdat Caddesi uğruna şehrin çehresi ebediyen değişti.
‘Yol-meydan-kavşak’ uğruna feda edilen tarihî eserler arasında Murad Paşa Hamamı, Simkeşhane, Hasan Paşa Hanı, Bayezid Hamamı, Fatih Külliyesi’nin Akdeniz Medreseleri, Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi ve Sıbyan Mektebi, Şirment Çavuş Camii ve Türbesi, Çakırağa Camii ve Çeşmesi, Kâtip Çelebi Mezarı vardı. İronik olan, Osmanlı İstanbullu’nun sonunu, muhafazakâr değerlere sahip olmakla övünen Menderes’in getirmesiydi.
Radikal muhafazakârların ‘İstanbul’u yeniden fethi’, 27 Mayıs 1960 askerî darbesiyle akamete uğradı. Menderes ve onun döneminde görev yapan beş belediye başkanı Yassıada’da, İstanbul’la ilgili tasarruflarından dolayı idamla yargılandılar. Ancak sanıkların kişisel çıkar sağlamaya yönelik faaliyetlerine rastlanmadığından dava beraatla sonuçlandı. Ama olan olmuş, İstanbul tarihi mirasının önemli bir bölümünü ebediyen kaybetmişti.
Özet Kaynakça: Ç. Gülersoy, Taksim: Bir Meydanın Hikâyesi, İstanbul Kitaplığı Ltd, İstanbul 1986; N. A. Banoğlu, “Taksim Cumhuriyet Abidesi’nin Tarihçesi”, Atatürk Araştırma Merkezi Tarihçesi, S. 25, (Kasım 1992), s. 109-125; Doğan Kuban, “Menderes ve İstanbul”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 5, s. 389-392, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, 1994
Yazarlar
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016