Ayşe HÜR
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basması ile 9 Eylül 1922’de İzmir’in geri alınması arasındaki dönem, resmî tarihçiler tarafından ‘Yedi düvele karşı verilmiş’ Kurtuluş Savaşı veya İstiklal Harbi diye anılır. Ben ise ‘Türk ulus-devletinin kuruluş dönemi’ anlamında, ‘Millî Mücadele Dönemi’ diye adlandırmayı tercih ediyorum. Çünkü söz konusu dönem, askerî başarılardan çok, siyasi ve diplomatik başarılarla karakterize olmuştu. Askeri başarılar da esas olarak işgalci Batı ordularına karşı değil, onların öne sürdüğü Yunan ordularına; Doğu’da 1915’te zorla çıkarıldıkları topraklarını geri almaya çalışan Ermeni ordularına ama daha da önemlisi ‘iç düşmanlara karşı’ kazanılmıştı.
29 Ekim-10 Kasım haftasında çeşitli mecralarda dinlediğim konuşmaların hiçbirinde işin bu yanına değinilmedi. Yer sınırı yüzünden Yunanlılara, Ermenilere ve ‘iç düşman’a karşı yürütülen askeri harekâtları bir başka zamana bırakıp, işgalci İtilaf Güçleri’yle yaşanan ‘askeri’ nitelikteki temasları özetlemek istiyorum.
Fransa
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Fransızlar Dörtyol ve Mersin’e çıkarma yapmışlardı. Önceden kendilerine söz verilmiş Musul ise İngilizler tarafından işgal edilmiş, dahası İngilizler işgali Adana, Antep ve Maraş yönünde genişletmişlerdi. 15 Eylül 1919 tarihli Suriye Anlaşması ile İngilizler Musul karşılığında Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı Fransızlara bıraktılar. Bu tarihlerde Fransızların bölgedeki kuvvetleri 500 er, 12 makineli tüfek ve bir süvari takımından ibaretti. Bunlara 500 kadar da Ermeni lejyoner katılmıştı.
Ocak 1920’de Fransa’da barış yanlısı Millerand başbakan olmuştu. Bu değişiklik Fransızların Anadolu’daki kararlılığını etkilemişti. Maraş’ta Fransızlara karşı direniş de bu günlerde başladı. Fransızlar 12 Şubat 1920’de Maraş’ı boşalttılar. Fransızlarla birlikte Mondros’tan sonra peyderpey şehre dönen Ermeniler de şehri terk ettiler. Kuva-yı Milliye milisleri, bu grupların arkasına düştü. Genelkurmay belgeleri üzerine çalışan Celal Erikan’a göre, Maraşlı milislerin kaybı 200 ölü, 500 yaralı iken, ölü, yaralı, kayıp ve hasta 20 bin Ermeni zayiatı vardı.
Urfa’da direniş, Osmanlı döneminde Deyrizor Seyyar Jandarma Müfrezesi komutanlığı yapmış Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş) komutasındaki yerel aşiretlerden oluşan 3 bin kişilik milis gücü tarafından başlatıldı. Kuva-yı Milliye milisleri 7 Şubat 1920’den itibaren Fransızları sıkıştırmaya başlamış, Urfa hapishanesindeki tutukluların milislere katılmasıyla sıcak çatışmalar olmuş, Fransızlar şehri terk etmişlerdi. Ali Saip Bey’in anlattığına göre bu süreç sırasında, milisler Rusların gönderdiği 600 tüfek ve 1.5 milyon fişekle mücadelelerini yürütmüşlerdi.
16 Şubat 1920’de İtilaf Güçleri Komutanlığı’na hitaben yazılmış bir iç yazışmada “Fransız Hükümeti’nin Kilikya’da (Adana havalisi) kalıcı olmaya niyeti yoktur. Nihai amaç muhtemelen Fransa’nın Türkiye’ye önerdiği mali denetim benzeri belirli bir kontrol sağlayarak çekilmektir” deniyordu. Ancak Türk güçleriyle Fransızların arasındaki iyi ilişkilerden rahatsız olan Lloyd George buna karşı çıktı. Bu yüzden Fransızların geri çekilmesi ertelendi. Fransızlar mart ayı boyunca birkaç kez karşı saldırıya geçtiler ancak başarılı olamadılar. Bir Fransız teğmenin “Marsilya’dan ayrılıyoruz, bile bile Türkiye’ye, kendi mezbahamıza sürükleniyoruz” sözlerini içeren hatıra defterinin yayımlanması, kamuoyunda savaş aleyhtarlığını arttırınca Fransızlar nisan başlarında şehri Türklere teslim etmeye razı oldular. 11 Nisan 1920 günü şehirde Türk bayrakları dalgalanmaya başladı.
Antep’te de benzer direnişler olunca Fransızlar artık bölgede barınamayacaklarını anlamışlardı. 13 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra Fransa savaştan çekilmeye karar verdi. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı.
Alptekin Müderrisoğlu’nun Kâzım Özalp’ten aktardığına göre Fransızlar, Ocak 1922’de güney topraklarımızı terk ederken 10 bini aşkın tüfek, 1.505 sandık mermi ile parası ileride ödenmek üzere 10 hangar, 4 yedek uçak motoru, 3 telsiz istasyonu ile 10 Brege tipi uçağı Ankara Hükümeti’ne bırakmış, daha sonra da 1500 adet hafif makineli tüfek, 2.735 sandık fişek, 200 kamyon, 1 komprasör, 11 top beşik ve kaması, 2 ton şaplı kösele, bazı top yedek parça ve malzemesi satmıştı.
İtalya
19-21 Nisan 1917 tarihli Jean de Maurienne Anlaşması uyarınca Mersin, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir İtalya’ya veriliyordu. Ama anlaşmanın Çarlık Rusyası tarafından onaylanması gerekiyordu. Bolşevik Devrimi yüzünden bu şart gerçekleşmeyince İtalya’nın durumu belirsiz hale gelmişti. Nitekim İtalya Mondros’tan sonra Adana ve Antalya bölgelerine asker göndermek istediği zaman İngiltere ve Fransa, bölgede müttefiklerin güvenliğini tehdit eden hiçbir gelişme bulunmadığını, dolayısıyla mütareke koşulları içinde bu hareketin hiçbir yasal dayanağı olmadığını söyleyerek İtalya’yı protesto etmişlerdi. 15 Mayıs 1919’da İzmir’e Yunan çıkarması yapıldığında bu sefer İtalyanlar ortaklarını protesto ettiler ve Selçuk havalisini işgal ettiler. Ancak Ege’de direniş güçlerini örgütleyen Kâzım Özalp’e göre İtalya, “Birinci Dünya Savaşı sonunda kendisine vaat edilen İzmir’in Yunanlara verilmesi üzerine, Anadolu’da yürütülen Türk direnişini desteklemeye karar vermişti.”
Gerçekten de İtalyanlar Türklere o kadar iyi davranıyorlardı ki, düzenli ordunun henüz kurulmadığı günlerde Ankara Hükümeti’nin hizmet aldığı çetecilerden biri olan Demirci Mehmet Efe’nin Denizli’de terör estirmesi üzerine, şehir halkı, İtalyanlara sığınmayı bile düşünmüştü. Bununla da kalınmadı, daha sonra İtalyanlardan 4.310.000 tüfek fişeği, 97 ton barut, 20 uçak ve 20 bin tüfek satın alındı. İtalyanlar (ve Fransızlar) ayrıca Akdeniz’den gelen Alman yardım gemilerinin güvenliğini sağlamışlardı. İtalyanlar II. İnönü Savaşı’ndan (1 Nisan 1921) sonra Anadolu’dan çekildi.
Brİtanya
Anadolu ile ilgileri, Hindistan Yolu’nun güvenliği ile sınırlı olan İngilizler ortakları Fransızların kendilerinden önce davranmasından korktukları için, 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ederek, o güne dek Anadolu Hareketi’ne katılmakta tereddütlü olan kesimlerin Ankara’nın yolunu tutmasına neden oldular. İngilizler Ankara’nın güçleriyle doğrudan çarpışmaya girmediler çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndaki büyük kayıplarından sonra yeni bir savaşa devam edecek askerî, mali ve moral güçleri yoktu. İngiliz kamuoyu, hem bu yüzden hem de Yunan ordularının Anadolu’da yaptığı katliamlardan dolayı hükümete destek vermiyordu. Yine de İngiliz birlikleri, İkinci Anzavur İsyanı (16 Şubat–19 Nisan 1920) sırasında ve 22 Haziran 1920’de Yunan orduları Anadolu içlerine doğru harekete geçerken çeşitli şekillerde Ankara karşıtlarına destek verdiler. İngilizlerin esas işlevi, Yunanistan’ın Anadolu’ya çıkarılması ve Kemalist harekete karşı savaş alanına sürülmesiydi.
6-11 Ocak 1921 tarihleri arasında meydana gelen I. İnönü Muharebesi’nden sonra Yunan ordularının umdukları kadar başarılı olamayacağını anlayan İngilizler, 21 Şubat 1921’de Londra Konferansı’nı topladılar. Ankara’yı temsilen Bekir Sami (Kunduh) Paşa başkanlığındaki bir heyet Londra’ya gitti. Konferans sonunda, 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Barış Antlaşması’nın gözden geçirilmesine karar verildi. Ancak, Bekir Sami Bey’in imzaladığı bir dizi anlaşma, Ankara Hükümeti tarafından kabul edilmediği için, akim kaldı. Buna rağmen, Britanya Hükümeti, 14 Nisan 1921’de, Türk-Yunan Savaşı’nda kesin tarafsızlığını belirten notasını Yunan hükümetine bildirdi. Bu tarihten sonra İngilizlerle Türkler bir kere, 1922 yılı yazında İran-Irak-Türkiye sınırındaki Revandiz’de karşı karşıya geldiler. İngilizler 31 Ağustos 1922 günü Özdemir Bey namlı Milis Yarbayı Ali Şefik Bey’in komutasındaki derme çatma güçler karşısında beklenmedik bir yenilgiye uğradı. Zaten 9 Eylül 1922’de Türk ordularının İzmir’e girişiyle savaş fiilen bitmişti.
Savaşta ne kadar kayıp verildi?
Emekli Tümgeneral Celal Erikan’ın ve Alptekin Müderrisoğlu’nun yaptığı hesaplamalara göre, Batı Cephesi’nin zayiatı 8.274 ölü, 30.433 yaralı, 45.051 kaçak, 9.991 kayıp, 2.245 esirdi. Sabahattin Selek’e göre Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı şanlı zaferler kazandığı söylenen Kâzım Karabekir’in 18.491 kişilik 15. Kolordusu’nun kaybı ise 46 ölü, 76 yaralı idi. Ayrıca Ege’de ve Güney’de yerel direniş güçlerinin, yani çetelerin savaşları sırasında ölenler ve esir düşenler de vardı ki, bunların, ‘sivil’ olarak kaydedildiği, yani Genelkurmay’ın sayıları içine girmediği sanılıyor. Örneğin, daha sonra ‘hain’ ilan edilen Çerkez Ethem Bey’in birliklerindeki kayıplar bu sayılara dahil değildi. Yine de bu sayıların Çanakkale Savaşı’nın kayıpları yanında (57.263 şehit, 97.874 yaralı, 11.178 kayıp, 20.297 hastalık sonucu ölüm ve diğerleriyle birlikte 207.696 zayiat) gayet mütevazı olduğunu kabul etmek gerekir.
Bolşevik Rusya’dan gelen yardımlar
İtilaf Devletleri’nin üyesi Çarlık Rusyası, 1917’de Bolşevik Devrimi’nin gerçekleşmesi üzerine Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmişti. Yeni adıyla Sovyet Rusya, başından itibaren Anadolu Hareketi’nin en büyük destekçisi oldu. Mustafa Kemal’in isteğiyle Sovyet Rusya’nın yardım olanaklarını araştırmak üzere Moskova’ya gönderilen Halil (Kut) Paşa, Temmuz 1920’de geri dönerken, yanında 400 kilo külçe altın getirmişti. Eylülde ise Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey tarafından 1 milyon ruble daha getirildi. Bu yardımları başkaları izledi.
Para ve silah yardımı
Fahir Armaoğlu’nun Sovyet belgelerinden aktardığına göre, iki ülke arasında imzalanan 16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması’ndan sonraki bir yılda, Sovyet Rusya, Ankara Hükümeti’ne karşılıksız olarak 39.275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 62.986.000 tüfek mermisi, 147.079 top mermisi, 1.000 atımlık top barutu, 4.000 el bombası, 4.000 şarapnel mermisi, 1.500 kılıç, 20 bin gaz maskesi ve 10 milyon altın ruble yardım göndermişti. Değişik kaynaklarda değinilen Sovyet Rusya’nın veremediği silahların Almanlardan alınması için Almanya’ya gönderilen 1.760.000 ruble, İtalya’daki bir hesaba yatırılan 1 veya 3 milyon İtalyan Lireti, Sovyet Rusya temsilcileri Danilof ve Bagirof tarafından getirilen 200 kilo külçe altın ile Sovyet Rusya’nın parasal yardımı 17,5 milyon rubleye yaklaşıyordu. Ayrıca yüksek miktarda gıda ve tahıl yardımları vardı. Ama en önemlisi Moskova Antlaşması ile Batum’un Gürcistan’a verilmesi şartıyla Doğu sınırı güvenceye alındığı için, Türk orduları Batı Cephesi’ne kaydırılmış ve Yunanlara karşı zaferlerin kazanılması mümkün olmuştu.
Burada bir parantez açalım: 1920 yılında Buhara Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Osman Hoca’nın iddiasına göre, Buharalı Müslümanlar, Ankara’ya verilmek üzere Moskova’ya 100 milyon ruble teslim etmişti. Ama bu konuların uzmanı olan Alptekin Müderrisoğlu, arşivlerde Buhara Cumhuriyeti’nden gönderilen yardımlara dair bir belgeye rastlamadığını söylemekte.
Parantezi kapatıp devam edersek, Ukrayna ve Kırım’daki Kızıl Orduların komutanı, Komünist Parti Politbüro Üyesi Mikhael Frunze’nin 13 Aralık 1921 tarihinde Ankara’ya gelmesi; 1922’nin ilk günlerinde de Sovyet Rusya’nın ilk Ankara Sefiri Simeon I. Aralof’un göreve başlamasıyla Ankara-Moskova ilişkileri daha da sıcaklaşmış, Sovyet Rusya’nın geniş çaplı askerî yardımları 1922 yılı boyunca sürmüştü. Bu yakın ilişki Lozan Barış Görüşmeleri sırasında Boğazlar konusunda Ankara’nın Britanya’nın tezlerine yaklaşması ile sıcaklığını yitirmekle birlikte Aralık 1925’te iki ülke arasında bir dostluk ve saldırmazlık paktı imzalanacaktı.
Özet Kaynakça: Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı Mali Kaynakları, 2 Cilt, Kastaş A.Ş. Yayınları, 1988; Kazım Özalp, Milli Mücadele 1919-1922, 2 Cilt, TTK Yayınları, 1971 ve 1972; Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, 1789-1960, Sevinç Matbaası, 1964; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınları, 1976; Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, TTK Yayınları, 1991; Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), SBF Yayınları, 1978; Celal Erikan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, Hazırlayan: Rıdvan Akın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008.
Yazarlar
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016