Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Türkiye Kupası’nda büyüklerin hüsranı
7.12.2013
2001

 Salı akşamından bu yana Spor Toto Süper Ligi’nin (STSL) büyük takımlarının Ziraat Türkiye Kupası elemelerinde mütevazı takımlar karşısında zorlandıklarını ve turu ancak penaltılarla geçebilen Galatasaray dışındaki büyüklerin erkenden elendiklerini görüyoruz. Önce Trabzon, sonra Fenerbahçe ve ardından Beşiktaş… Kupa maçlarında büyük takımların zaman, zaman sürpriz sonuçlar alarak zayıf rakiplerine elendikleri oluyor. Sadece Türkiye’de değil, büyük futbol ülkelerinde de. Ama bu hafta Türkiye’de olduğu gibi bütün sürpriz sonuçların bir araya gelmesine pek kolay rastlanılmıyor. Hele daha birçok STSL takımının alt liglerde mücadele eden takımlara elendikleri de dikkate alınırsa…

Rakibi küçümsemek

Sürpriz sonuçlar genel olarak büyük takım oyuncularındaki motivasyon ve konsantrasyon eksikliğine bağlanıyor. Buna karşılık küçük takım oyuncularının da kendilerini göstermek için büyüklerle yaptıkları karşılaşmalara daha motive çıktıkları söyleniyor. Bu doğru belki ama milyarların döndüğü futbol endüstrisinde oyuncuların değeri motivasyon ve konsantrasyonla değil, kişisel yeteneklerle ölçülüyor. O bakımdan ligi açık ara önde götüren ve futbolcularının değeri açısından da ilk sırada yer alan Fenerbahçe gibi bir takımın Fethiyespor gibi PTT 1. Lig’in dibine demir atmış bir takıma hem de kendi seyircisi önünde elenmesinin izahı pek kolay olmuyor.

Kuşku yok ki futbol sadece takımların ilk 11’de yer alan, kulübede oturan, hatta tribüne gönderilenler dâhil bütün oyuncularının toplam değeriyle kazandıkları bir oyun değil. Öyle olsaydı, oyuncularının parasal değeri daha yüksek takımların hep kazandığı tatsız, tuzsuz maçlar izlerdik. Futbol her şeyden önce takımların 11 oyuncusunun birbirini tamamlamasını,  birlikte hareket etmesini gerektiriyor. Bu birliktelik, oyuncuların birbirine uyum sağlaması, belirli bir süre birlikte oynamaları ile sağlanabiliyor. Takımın oyuncu kalitesinin yüksek olması, ancak bu birliktelikle anlam kazanıyor elbette.

Bunları hatırlatmamın nedeni, Galatasaray ve elenen büyük takımların küçük rakiplerle yaptıkları maçlarda ideal 11’lerinden oldukça farklı kadrolarla sahaya çıkmış olmaları. Çoğu kez yedeklerinin toplam değerinin bile rakiplerinin kat, kat üstünde olduğu söylenerek, bu yedek ağırlıklı kadrolarla mücadele etmenin doğal olduğu vurgulanıyor. Avrupa’da maç yapan Galatasaray ve Trabzon’un ağır maç trafiği nedeniyle gerek Mancini, gerek Akçay’ın takımda rotasyona gitmelerini, her ne kadar rakibi hafife alma anlamına geliyorsa da anlayışla karşılamak gerekir.

Fenerbahçe’ye gelince, takımın kadro derinliği göz önüne alındığında Yanal’ın Fethiyespor karşısında sahaya sürdüğü kadronun rakibi küçümsediği anlamına gelmediği aşikâr. Hatta Türkiye’de 6+0+4 gibi tuhaf yabancı kontenjanı nedeniyle kulübeye bile alamadığı yabancı oyuncularına bu maçta şans vermesini doğal karşılamak gerekir. Yanal’ın taktik ve stratejik hataları vardı maçta belki ama sahaya sürdüğü 11’le rakibi küçümsediğini söylemek mümkün değil.

Biliç büyüklerin kaybetmesinden ders almamış

Beşiktaş Teknik Direktörü Biliç’in avantajı, takımının maçının son gün olmasıydı. Başka bir deyişle, Galatasaray’ın nasıl zorlandığını, diğer büyüklerin nasıl elendiklerini görmüştü. Bu sürpriz sonuçları iyi analiz etmeli ve rakibini asla küçümsememeliydi. Hafta sonu Fenerbahçe ile yaptığı zorlu maçtan sakat ve cezalı oyuncularla çıkmıştı. Tolga, Sivok ve Veli gibi ideal 11’inin belkemiğini oluşturan üç oyuncusu yoktu. Bu durumda takımın uyumu açısından geri kalan sekiz oyuncusunun birlikte oynama alışkanlığı olmasına dikkat etmesi gerekirdi. Aklın ve mantığın gereği buydu. Aksi takdirde rakibi küçümsüyor, risk alıyor demekti.

Biliç takımın yıldızı Fernandes ve en skorer oyuncusu Almeida’yı İstanbul’da bırakıp gitmişti İzmir’e. Belli ki maçın kolay olacağına inanıyordu. Beşiktaş bu iki futbolcusu olmadan da maç kazanmalıydı kabul ama bunun rakibi küçümsemekten kaynaklandığı izlenimi edinmiş ve başına bir şey geleceğini sezinlemiştim. Dün gece sahaya sürdüğü kadroyu gördüğüm an sezgilerimin beni yanıltmadığını anladım.

Kabul etmek gerekir ki Biliç çıkardığı kadroyla rakibi adamakıllı küçümsemişti. Defansın solunda Ramon’un yerine sakatlıktan çıkan İsmail’i oynatması belki, ama Olcay ve Gökhan’ı kulübede tutması büyük bir hataydı. Çünkü kanatlardaki Holosko ile Kreim, Fernandes’in yerindeki Muhammed ve Almeida’nın yedeği Enaramo hiç birlikte oynamamıştı. Hal böyle olunca koca 45 dakika boyunca bir pozisyon bile üretemedi Beşiktaş. Buna karşılık kalesinde iki pozisyon, bir de gol gördü. Karşısında disiplinli, uyumlu bir takım vardı; Beşiktaş ise daha birbiriyle uyum sağlayamamış oyuncu topluluğuydu. Ümit vaat edenlerin yanı sıra vasatların da bulunduğu bir oyuncu topluluğu…

Maçtan sonra oyuna sürdüğü kadroyu savunan, dolayısıyla hatayı üzerine almayan Biliç belli ki sihirli değneğiyle Beşiktaş’ı düzlüğe çıkaracak teknik direktör değil. İlk haftalardaki başarının, biraz da rakiplerin hazırlık durumuyla ilintili bir tesadüf olduğu ortaya çıkıyor yavaş, yavaş. Özellikle Fenerbahçe maçının ikinci yarısında oyuna müdahale edememesinin ardından dünkü bozgunla birlikte eksileri artılarıyla eşitlenmiş durumda. Hatta rakiplerinin çoğunun elendiği bu yarıştan göz göre, göre çekilmesiyle kredisini tüketmeye başladığını kabul etmek gerekir.

Beşiktaş’ı bir tarafa bırakıp, bu yılki kupadan daha ilk turlarda üç büyük takımın elenmesine dönecek olursak, bu sürprizler yumağı akla önemli bir soruyu getiriyor aslında. O da şu: Bu sonuçlar Türk futbolunun gerilediğini mi, yoksa ilerlediğini mi gösteriyor? Sorunun yanıtı, bu sonuçlara hangi taraftan baktığımıza bağlı olarak değişiyor belki, ama 2014 Dünya Kupası’na katılmıyor olmamız doğru cevap olsa gerek.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Ad Soyad Giriniz...

    Ad Soyad Giriniz...

    14.08.2012 17:30

    o

Yazarlar