Ayhan AKTAR
Bugün Çanakkale’deki 18 Mart Deniz Zaferi’nin 99. yıldönümü. Bu akşam, sizler, çeşitli TV kanallarında devletlû takımının hamaset dolu nutuklarına maruz kalacaksınız. Devlet büyüklerimiz konuşurken ekranda bildik siyah beyaz fotoğraflar gösterilecek ve bunların arkasından Atatürk’ün görüntüsü bir güneş gibi doğacaktır. Çanakkale Savaşları’nın sadece Atatürk’ün askerî dehası ve kahramanlığı sayesinde kazanıldığına ilişkin ‘milli anlatı’ tekrarlanacaktır.
18 Mart 1915 günü İngiliz ve Fransız Donanması Çanakkale Boğazı’nı geçmek amacıyla bir taarruz başlatmıştır. Osmanlı topçuları ve Bahriyesi, boğazın iki yakasına kurulmuş olan tabyalardaki topların ve boğaza dökülen 11 sıra mayın hattının yardımı ile müttefik donanmasının geçişine engel olmaya çalışmışlar ve başarılı olmuşlardır. Çanakkale savunması, Osmanlı Ordusunun I. Dünya Savaşı’ndaki en önemli zaferlerinden biridir.
O günlerde Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in komutası altındaki 19. Piyade Tümeni Maydos (yeni ismi Eceabad) civarında konuşlanmıştır. 1916 yılında Doğu cephesinde bulunan Mustafa Kemal Paşa, Harp Tarihi Komisyonu’nun kendisine verdiği görevle Arıburnu Muharebelerihakkındaki raporunu kaleme almıştır. Esas olarak, Mustafa Kemal’in kara savaşlarının ilk safhasını özetlediği bu kitapçığın giriş kısmında 18 Mart günü şöyle anlatılmaktadır:
“O gün, Müstahkem Mevki Komutanı olan Cevat Paşa, kendisiyle Kilitbahir’de görüşmemizi emir ve arzu etmişti. Görüşmeden sonra Cevat Paşa ile birlikte gelmiş olan Sahiller Müfettişi [Guido von]Usedom Paşa da beraber olduğu halde Rumeli sahil bataryalarını gezmek, bir sahra bataryası için mevzi seçmek üzere benim de refakatim arzu edilmiş ve hep birlikte gidilmişti... Müstahkem Mevki Komutanı Tuğgeneral Cevat Paşa ile birlikte... [yarımadanın güney tarafında boşaltılmış Rum köyü olan]Kirte’ye hareket ettik. Oraya ulaştığımızda ... düşman donanmasının özel bir maksatla Boğaz’a yaklaşarak girişi bombardımana başladığını gördük. Düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerine yönelttiği atışların altında kaldık... Cevat Paşa’nın görevinin başında bulunabilmesi için Maydos’a döndük. Düşmanın yenilgisiyle sonuçlanan bu günkü muharebe yalnız denizden cereyan etmiş, karada düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundurmasından başka dikkate değer bir şey olmamıştı.”
18 MART’IN KAHRAMANLARI
Yarbay Mustafa Kemal Bey’in anlattıklarından 18 Mart günü kendisinin dürbününün başında düşman saldırısını ve topçu savunmasını sadece izlediği ortaya çıkmaktadır. Eğer 18 Mart günü için bir ‘kahraman’ arayışında isek, kahramanlar Müstahkem Mevki Komutanı Tümgeneral Cevat (Çobanlı) ile İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının savunulması konusunda Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından görevlendirilmiş olan Alman Amirali Guido von Usedom olmalıdır. Zaten boğazın savunma planlarını hazırlayan ve 18 Mart savunmasını yönetenler de onlardır.
Mustafa Kemal Bey’in yazdıklarından, Cevat Paşa’nın o gün Rumeli sahilinde bulunduğu ve Anadolu yakasındaki karargâhına öğleden sonra ulaştığı anlaşılmaktadır. Cevat Paşa’nın yokluğunda görev başında olan ve tüm topçu savunmasını yöneten subay ise, Müstahkem Mevki Kumandanlığı Kurmay Başkanı, Topçu Kurmay Yarbay Selâhattin Adil Bey’dir. Görevi, saat 14:00’te Cevat Paşa’ya devretmiştir. Acaba, bu akşam Selâhattin Adil Bey’den bahseden olacak mı?
Bu akşam, bol miktarda Nusret mayın gemisi hikâyesi dinleyeceğiz. Evet, Nusret mayın gemisinin 8 Mart sabahı Erenköy koyuna sahile paralel olarak döşediği mayınlar, müttefik donanmasının manevra alanında bulunduğu için yarattığı tahribat büyük olmuştur. O gün, mayınlar sayesinde Bouvet, Ocean,Irresistible zırhlıları batmış ve diğer üç zırhlı da savaş dışı kalmıştır. Bu akşam, Nusret’in komutanıTophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey’in ve gemideki Mayın Grup Komutanı Binbaşı Hafız Nazmi Bey’in kahramanlıklarından bahsedilecektir. Fakat o kritik görev sırasında gemide bulunan Alman askerî personelinin isimleri anılmayacaktır. Örneğin, Mayın Uzmanı Yarbay Geehl, Torpido Uzmanı Kıdemli Astsubay Rudolf Bettaque de gemidedir. 26 yaşındaki Bettaque, 7 Mayıs 1916 tarihinde şehit düşmüştür. Ayrıca, Nusret’in bacasından koyu renkli duman çıkarmadan makinelerini çalıştıran ve böylece düşman tarafından görülmesini engelleyen Alman Çarkçıbaşı Yüzbaşı Reeder de görev başındadır.
ÇANAKKALE’DEKİ ALMAN SUBAYLARI
Zaferin kazanılmasında katkısı olan Osmanlı subayları hatırlanmadığı gibi, savaşta ölen Alman subayları da ‘milli’ tarihimizde yok sayılır. 18 Mart günü Osmanlı askerleri içinde ölü ve yaralı toplamı 79 kişi iken, müttefikimiz olan Almanlar için bu sayı 18 kişidir. Kısacası, her dört Osmanlı askerinin kaybının yanında, bir Alman askerinin kaybı vardır. Aynı şekilde, 19 Şubat günkü bombardımanda Orhaniye Tabyasında şehit olan Alman Topçu Teğmeni Hans Woermann’ın adı hiç anılmaz. Anafartalar’da 16. Kolordu Kumandanı olan Albay Hans Kannengiesser, anılarında Teğmen Woerman’ın Çanakkale’deki cenaze törenini şöyle anlatmaktadır: “Türk-Alman İttifakı’nın bir subayı olduğu için, cami minaresinden ‘salâ’ okundu ve Türk bayrağı altında, mezarında bir hoca tarafından yüzü Kıbleye çevrilerek defnedildi.” Osmanlı subayları, vatan savunmasında ölen silah arkadaşlarına saygıda kusur etmemişlerdir. Müttefiklerini yok saymak ve ‘sadece kendi ölüsünün ardından ağlamak’ Cumhuriyet tarihçilerine özgü bir marifettir.
Bu akşam, Çanakkale Boğaz Savaşları anlatılırken Seyit Onbaşı’nın hikâyesi bir kez daha tekrarlanacaktır. Neredeyse, koskoca müttefik donanmasını sırtında taşıdığı top mermisini namluya süren Seyit Onbaşı’nın durdurduğu iddia edilecektir. Böylece, modern bir savaşın tarihi ‘Battal Gazi Destanı’ türünden bir menkıbe seviyesine indirilmekte ve aslında gülünç kılınmaktadır.
Ne yazık ki Çanakkale Savaşları sırasında, Osmanlı Ordusu’nda savaşan Alman subaylarının hikâyesi yazılmış değildir. I. Dünya Savaşı’nın başında sayıları 1.100 kişi civarında olan Alman subaylarının ve askerî personelin sayısı, savaş sonunda 18.000 – 20.000 kişiye ulaşmıştır. Başta, Çanakkale Kara Savaşları sırasında V. Ordu’ya kumanda eden Mareşal Liman von Sanders olmak üzere birkaç komutan anılarını yayımlamıştır. Fakat, II. Dünya Savaşı sırasında, 1945 yılındaki Potsdam bombardımanında Alman Askerî Arşivleri’nin yanmış olması bu konuda nitelikli bir çalışmanın yapılmasını engellemiştir. Ankara’daki Genelkurmay Arşivleri’nde I. Dünya Savaşı ile ilgili çok Almanca belge vardır, ama bunlar da okuyucuya kapalıdır. İnşallah, 2065 yılında, tarih üzerindeki askerî vesayet kalktığı zaman araştırmacıların kullanımına açılacaktır.
ÖNCE ‘TÜRKLEŞTİRME’, SONRA ‘İSLAMLAŞTIRMA’
1930’lardan itibaren Çanakkale Savaşları ile ilgili tarih yazımında birkaç dönüm noktası vardır. Önce, Osmanlı’nın son zaferi bilinçli bir şekilde ‘Türkleştirilmiş’ ve Osmanlı ordusu içindeki Arap, Kürt, Rum, Ermeni ve Yahudi asker ve subaylar yok sayılmaya başlanmıştır. Çanakkale Savaşları’na katılan her asker ve subayın ‘safkan Türk’ olduğu fikri yerleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece, özünde bir imparatorluk ordusu olan Osmanlı Ordusu’nun kozmopolit yapısı yok sayılmıştır. Tabii ki, külliyen ‘Türk’ olduğu iddia edilen bir ordu içinde Almanların da yeri olamaz. Yine 1930’larda biçimlenen tarih anlatısında, Mustafa Kemal Paşa’nın ilk askerî başarılarını gösterdiği cephe olan Çanakkale Savaşları sanki Kurtuluş Savaşı’nın bir hazırlık dönemi gibi kurgulanmıştır. Atatürk’ün varlığı bir köprü gibi kullanılarak 1915 yılındaki Çanakkale Savaşları, 19 Mayıs 1919’da başlayan Kurtuluş Savaşı’na eklemlenmiştir.
Daha savaş yıllarında, özellikle Mehmet Akif gibi İslamcılar Çanakkale Savaşları’nı bir tür ‘küffara karşı İslami direniş’ olarak sunan şiir ve yazılar kaleme almışlardır. Fakat, Cumhuriyet döneminin ‘ulusal tarih anlatısı’ içinde Çanakkale Savaşları ‘Hıristiyan Haçlı zihniyetinin Müslüman dünyasını istilâ hareketi’ olarak ele alınmamıştır. Son yıllarda, milliyetçi/ muhafazakâr kesimden belediye başkanlarının otobüsler kiralayarak kendi beldelerinde yaşayanları ve okul çocuklarını Çanakkale turlarına göndermesi, bir bakıma Cumhuriyet döneminin ‘şanlı Türk Ordusu’ anlatısının yerine ‘küffara karşı direnen İslam Ordusu’ edebiyatını egemen kılmaya başlamıştır. Günümüzde Çanakkale’deki şehitlikler bir tür ‘Hac yeri’ niteliği kazanmıştır. Ziyaretçilere de ‘Hz. Ali’nin Cenkleri’ kıvamında yeni uydurulmuş menkıbeler anlatılmaktadır.
2012 yılı Ramazan ayından itibaren AKP İstanbul İl Teşkilatı’nın Çanakkale Şehitler Abidesi’nde her yıl ‘Şehitlerin Mönüsüyle İftar Programı’ düzenlenmesi yeni bir dönüm noktasıdır. Böylece, Çanakkale Savaşları ile ilgili ‘İslami duyarlılık’ biraz daha artırılmıştır. Arpa ekmeği, kırık buğday çorbası ve sudan oluşan mönü ile oruç açan binlerce kişiye, Kur’an-ı Kerim okunduktan sonra milli ve hamasi şiirler dinletilmektedir. Milliyetçi/ muhafazakâr siyasetin kendini hep ‘mağdur’ olarak gösterme çabalarının ayrılmaz parçası da ‘fakirlik veyokluk’ edebiyatıdır. Türk milliyetçisi, sürekli olarak kendini ve halkını aşağılayarak mağduriyet dozunu artırmaya çalışır. Aslında mesele çok basittir: Eğer askerler düzgün beslenmemiş olsalardı, zaten savaşı kaybederlerdi. Çanakkale Cephesi’nde 4. Tümen Kumandanıolan Yarbay Cemil Conk, anılarında askerlerin beslenme düzeni ile ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Her nefere, günde 900 gram ekmek verilirdi. Sıcak yemeklere gelince: pirinç çorbası, etli fasulye, etli nohut, bulgur pilavı, kuru bakla ve hoşaf. Çerez olarak da kuru üzüm ve kuru fındık verilirdi. Aynı zamanda vakit vakit tütün dağıtılırdı.” Tarihî hakikat budur. Ama maalesef ideolojik kalıplarla uyumlu değildir.
ÇANAKKALE BİR HAÇLI SEFERİ MİDİR?
Son yıllarda, Çanakkale Savaşları’nı bir ‘İslami Cihat’ olarak görenlerin sayısı artmaktadır. Örneğin,Başbakan Erdoğan şunları söylemiştir: “Kimse kalkıp, ‘Haçlı seferleri şöyle böyleydi’ bir daha bunları söylemesin. Haçlı seferleri öyle 9 asır geçmişte değil! Unutmayın, Çanakkale de bir Haçlı Seferi’dir.Bizim yanımızda kimlerin olduğu bellidir. O zaman Suriye’den bizim yanımızda olanlar vardı, Mısır’dan bizim yanımızda olanlar var, Balkanlar’dan, Bosna’dan, Kosova’dan bizim yanımızda olanlar vardı.” (9 Eylül 2013, Yeni Şafak)
Bu noktada bazı hatırlatmalar gerekiyor: Eğer, I. Dünya Savaşı ‘emperyalist güçler’ arasında bir paylaşım savaşı ise, bu savaşta Osmanlı Devletinin müttefiki ‘emperyalist’ aynı zamanda ‘Hıristiyan’ olan Almanya, Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan idi. İttihat ve Terakki hükümeti, bu büyük paylaşım savaşında ‘bir koyup, üç almak amacıyla’ daha 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile ‘gizli ittifak’ anlaşması imzalamış ve hemen ertesi gün seferberlik ilan etmişti. Osmanlı Donanması, 29 Ekim 1914 günü Rus Donanması’na ateş açıp, Rus limanlarını bombalayarak savaşı başlatmıştır. Burada Osmanlı Devleti, ülkesini savunan ‘mazlum ve mağdur’ taraf değil; düpedüz savaşı başlatan ‘saldırgan’ taraftır.Çanakkale’yi savunan Osmanlı V. Ordusu’nun başında Alman Generali Liman von Sanders vardı. Osmanlı Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı ise, Fritz Bronsart von Schellendof Paşa’ydı. Bugün ayrı birer devlet olan Suriye, Irak gibi Arap ülkeleri 1914 yılında birer Osmanlı vilayeti idiler. Bu vilayetlerden askere alınanlar da zaten ‘Osmanlı vatandaşı’ olarak doğmuşlardı. Özel olarak, “bizim yanımıza gelmeleri” diye bir şey sözkonusu değildi, onlar sadece mecburi askerlik görevlerini yerine getiriyorlardı. Dolayısıyla, Almanların parası, askerî yardımları ve Alman komuta heyetinin aktif katılımı ile sürdürülen, İttihatçıların kendi ince hesapları sonunda ‘yangından mal kaçırır gibi’ girdikleri bu savaşı Haçlı Seferleri’ne benzetmenin iler tutar tarafı yoktur.
Eğer Sn. Erdoğan’ın yaklaşımı resmî tarih yazımında egemen olursa, yakında “20. Yüzyılın Haçlı Seferi: 1915’te Çanakkale Cephesi” gibilerden kitaplar yayımlanacaktır. Ama, “Çanakkale’de Selahaddin Eyyubî Ruhu: İslam’ın Kılıcı Liman von Sanders Paşa Hazretleri” gibilerden bir biyografik çalışmayı Genelkurmay Başkanlığı’nın yayımlaması biraz zordur. İslam ordusunun başında bir Hıristiyan generalinin varlığı sıkıntı yaratabilir. Bu nedenle, Liman Paşa’nın adını anmamak en iyi çözümdür.
ESAS MESELE: ERMENİ SOYKIRIMI, 2015
2015 yılına az kaldı. Ermeni soykırımının 100. yılının bizim ‘devletlû takımı’ açısından sıkıntılı geçeceğini tahmin edebiliriz. Benim görebildiğim kadarıyla, 2015 yılında Ermeni meselesi ile ilgili uluslararası baskıya direnmek için ‘acıların yarıştırılması’ politikası benimsenecektir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, daha 25 Nisan 2011 tarihinde devlet politikasını açık eden bir konuşma yapmıştı. İlgili gazete haberi şöyledir: “Çanakkale'ye gelen Bakan Davutoğlu, ‘Çanakkale adını duyup da kalbi hoplamayan, yüreği titremeyen, damarlarındaki kan akış hızı artmayan bir Türk olamaz’ dedi. Davutoğlu, konferansına, ‘Bütün dünyaya 2015 yılını tanıtacağız. Bazılarının iddia ve iftira ettiği gibi bir soykırım yıldönümü olarak değil, bir milletin şanlı direnişinin, Çanakkale direnişinin yıldönümü olarak tanıtacağız’ diyerek başladı.” (Yeni Şafak)
Artık niyet bellidir, Osmanlı Ermenilerinin mağduriyetlerinin karşısına “Ama biz de Çanakkale’de öldük” gibilerden bir dengeleme ve acındırma siyaseti uygulanacaktır. Böylece, yurtdışından gelen baskılar azaltılmaya ve içeride de Ermeni kırımının haklı nedenleri olduğu anlatılmaya çalışılacaktır. ‘Devletlû takımı’ tarafından kurgulanan bu yeni tarih anlatısı, tabii ki ‘alaturka’ tarihçiler tarafından hemen benimsenmiştir. Türk Tarih Kurumu Başkanı, Prof. Metin Hülagü durumdan vazife çıkararak şunları söylemiştir:
“2015 denilince insanların aklına Ermeni meselesi değil, Çanakkale gelmelidir... Çanakkale Savaşı olmasaydı yani İngiltere ve Fransa Çanakkale’ye gelmeseydi, Ermeni meselesi de olmazdı... Fransa ve İngiltere kilometrelerce uzaktan kalkıp gelip Anadolu’yu işgal etmeye çalışıyor, Çanakkale’ye dayanıyor, yanlarına da Ruslar ile birlikte Ermenileri alıyor, ondan sonra ‘Bunları niye tehcir ettiniz’ diye soruyor. Onlar gelmeseydi Anadolu’da savaş da tehcir de olmayacaktı. Ermeniler hesap soracaksa gidip onlardan, İngiltere’den, Fransa’dan, Rusya’dan sorsun, bize ne soruyorlar.” (28 Ekim 2013, Bugün)
Peki, bu ‘parlak’ fikirlerin içeride veya dışarıda inandırıcılığı olabilir mi? Yurtiçinde kimleri ikna ederler bilemem, ama yabancıların bu zırvaları gülümseyerek okuyacağını tahmin ediyorum.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları




























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.02.2016
25.01.2015
3.01.2015
19.03.2014
30.11.2012
29.11.2012
28.11.2012
30.04.2012
16.04.2012
9.04.2012