Hilâl KAPLAN

Başbakan'dan 'Ergenekon açılımı'
1.02.2013
3564

 Başbakan Erdoğan'ın katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği şu sözler, büyük tartışma yarattı:

'İçeride 400'e yakın emekli ve muvazzaf subay var, bunların ağırlıklı kısmı tutuklu ve bu arada da yine mağdur veya şüpheli şeklinde çağrılanlar oluyor. Bir de bir ajan meselesi çıktı. Bana göre bunların örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan içeride olması çok ağır. Öyle bir şey varsa, delilleri kesinse ver hükmünü bitir, ama yoksa yüzlerce subayı, hele hele Genelkurmay Başkanı'nı bu şekilde içeride tutarsan, bu yanlıştır. Bu ordu içinde moral bozukluğuna neden oluyor. Bu yenilir yutulur bir şey değil. İster istemez, altta şüpheli sıfatıyla 232 kişi çağrılınca üstte de kuvvet komutanlarımız 'Biz mücadele verirken ben bu komutanları nasıl göndereceğim?' diyor. Amacım yargıyı yargılamak değil, ama doğru adımlar atmak lazım. Bunların içinde karacısı var denizcisi var. Terörle mücadele etmek için onlara ihtiyacımız var ama oralara gönderilecek subayımız kalmadı.'

Başbakan Erdoğan'ın, Ergenekon başta olmak üzere Balyoz, casusluk davası, vb. asker odaklı süren davalardaki tutumunun son beş yıl içerisinde tersine döndüğünü gözlemlemek mümkün. Bunun sebeplerine geçmeden evvel, gelin bu dönüşümün izlerini kendisinin sözlerinde sürelim.

Başbakan'ın Ergenekon davasına sahip çıkmaya yönelik en çarpıcı ifadesi, dönemin CHP lideri Deniz Baykal'ın Ergenekon davasının avukatı olduğu sözlerine karşılık, Temmuz 2008'de verdiği ve 'Ben bu davanın savcısıyım' kısmı akıllara kazınan şu beyanatıydı:

'Milletimiz bunu yakından takip ediyor, değerlendirmesini de buna göre yapıyor. Çünkü kim kimlerin avukatlığına soyunmuş bunlar çok önemli. Biz kendimize hiçbir vasıf tayin etmemişken bize de savcılık görevini sağ olsun onlar veriyor. Bu da güzel bir şey. Niye savcı millet adına vardır, iddia makamı millet adına ordadır, biz de millet adına evet hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım.'

Tam bir sahiplenmeyi yansıtan bu sözler, Mart 2011'de değişmeye başlayacaktı. Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın Ergenekon davasından gözaltına alınmasından sonra, Başbakan 'savcılık' makamından çekilip daha nötr bir pozisyon almaya çalışacaktı:

'Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye kuvvetler ayrılığı üzerine bina edilmiş bir demokratik rejimdir. Yürütmenin görev ve sınırları bellidir. Hiç kimse yargının tasarruflarından dolayı bize fatura kesmeye, çamur atmaya, hedef tahtasına yerleştirmeye kalkışmasın. Biz sadece ve sadece yargıya yardımcı oluruz, yardımcı oluyoruz. Ana muhalefet partisini, muhalefet partilerini, özellikle de medyayı, son günlerdeki operasyonlar nedeniyle takındıkları tavırdan dolayı sorumlu olmaya, sorumlu davranmaya davet ediyorum. Biz savcı da değiliz, hakim de değiliz, birileri gibi avukat da değiliz.'

Ne var ki Nisan 2011'de, Şık ve Şener'in tutuklu yargılanması devam ederken, Başbakan meşhur 'bomba benzetmesi'ni yapacak ve 'Bazı kitaplar vardır ki bombadan daha tehlikelidir' diyecekti.

Yazının başındaki alıntılar ışığında gelinen noktaya baktığımızda ise, Başbakan'ın yargıya daha mesafeli bir tutum içerisine girdiğini görebiliyoruz. Hatta 'Ergenekon'un avukatları'nın en bilindik argümanına sarılarak askerlerin tutuklu yargılanmasının orduda moral bozukluğuna yol açtığını ve terörle mücadelenin bu yüzden zaafiyete uğradığını iddia etmesi de bu dönüşümün 180 derecelik bir keskinlikte diğer uçta sonuçlandığını bize gösteriyor. Ama neden? Yerimiz dolduğundan, mecburen gelecek yazıda anlatacağız.

 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar