Markar ESAYAN

Zarafet ve zayıflık
29.12.2013
2311

 Çok ağır zamanlar geçiriyoruz. Çoğunun Ege'de bir kıyı kasabasına yerleşmeyi hayal ettiği günlerdeyiz. Ama çoğumuz, oraya gidebilsek bile, yanımızda kendimizi de götüreceğimizi biliyor. O yüzden şu kendimizi bir dinlemek, anlamak gerek. Ben de bir yandan siyasete boğulmuş, gelişmeleri izlerken, 'İnsan dar zamanlarda neyin hedefindedir? Zor zamanlarda, insanın en çok hangi duygusu tehdit altındadır?' diye sordum kendime.

Herhalde insana dair inancı sarsılır, ilkelerinden şüphe duyabilir, kendisini değersiz, yalnız ve tehdit altında hissedebilir. Hayatını adadığı, bu adayışın sonunda bazı eserlerin ortaya çıktığını memnuniyetle gördüğü anda, onların tehlikede olduğunu fark edince müthiş öfkelenebilir, korkabilir.

Tamam, bunların hepsi hissedilebilir de, en çok hangi duygusu tehdit altındadır insanın dar zamanlarda?

Sanırım bu duygunun ismi ümittir.

İnsan eğer kendisini iyi korumazsa, zor zamanlarda, fark etmez ama en çok ümit duygusu zarar görür.

Büyük mücadele insanlarının hayatına baktığınızda, onların asla vazgeçmediğini, inancını hiç kaybetmediğini görürsünüz. Kendi iç odalarında mutlaka acı çekiyorlardır ama, böyleleri için hiçbir gelişme sürpriz değildir. Herkesin 'Bu kez bitti' dediği noktada, onlar bir yol bulur, bir çare düşünür, etraflarına güven verirler. Bunun nedeni, onların insanüstü olmalarından kaynaklanmaz. Sadece ümitlerini en nadide varlıkları olarak korumasını bilmişlerdir. Thomas More'un idamından birkaç dakika evvel kızına 'İnsanın kellesinin uçmasıyla başına bir fenalık gelmez' diyerek celladına bir altın bahşiş vermesi gibi… Sokrates'in de kendisini ölüme mahkûm eden hâkimlere 'Hâkimler ölümden korkmayın. İyilere ne sağken, ne de ölümden sonra bir fenalık gelir' dediği bilinir. 'Seni suçsuz yere idam ediyorlar' diyen karısına ise 'Be kadın, hak ederek mi idam edilmemi yeğlerdin' der.

Bu bakış açısı, böylelerinin dar düşünceli insanlardan başka bir değerler âleminde yaşadıklarını, çok zeki oldukları kadar, zekâlarını ahlak ile korumaya aldıklarını gösterir. Ahlakla çevrelenmemiş zekâ, insanın en büyük tökezi olabilir zira.

Hele, ümitler yanlış yerlere bağlanmışsa. Geçici ve temelsiz olana…

Altın, ayarı için mihenk taşına vurulur, insanın değeri ise zor zamanlarda ortaya çıkar. Yok hayır, insanın değerini başkalarının anlamasından da bahsetmiyorum sadece. Kendisi de bilmez belki o ana kadar. Hayatı boyunca bir şeyler yapmıştır işte. Ama içinde, bu yapıp etmeleri nasıl bir insan ortaya çıkarmıştır? Bunu insanın kendisi bile bilemez. Hisseder belki, ama tam olarak bilemez.

İşte zor zamanlar, tehlikeli olduğu kadar, çok da değerlidir. Bizi bize tanıtır. 'Yıkmayan darbe güçlendirir' sözü herkes için geçerli değildir. Bön insan için değildir bu sözler. İnsanlıktan nasibini almamış, yaşadığı uzun yılların izlerinin üzerinde çirkin bir leke gibi durduğu yaşlı insanlar da tanıdım, bilge gençler de, çocuklar da.

İnsan bir zaman kumbarası gibidir. Kimi kin biriktirir, kimi hikmet… Kimi kin biriktirir, kimi iyilik… Kimi dost biriktirir, kimi ise arkasında yıkıntılar.

İnsan dünyaya mutlu olmaya gelir, ölüm için tasalanmaya değil. Bencil kişi ise, sadece kendini düşünmekle, kendince akıllıca davrandığını, böylelikle mutlu olacağını zanneder. Oysa, bizler bir sistemin azalarıyız. O sistem tüm canlılar ve öncellikle ailemiz, dostlarımız, yurttaşlarımız ve tüm insanlardır. Sistemin farkında olmamak, bütünü yok saymak, o bütünün azası olduğumuz ve ondan etkilendiğimiz kuralını değiştirmez. Mutluluk ve huzur, diğerlerinde tamamlanır. Başkalarının fenalığından bize fayda gelmez. Bu nafile bir uğraştır. Komşularını düşünmeyen, kendisini düşünmüyordur.

O nedenle, güçle, mevki, para ve yeteneklerimizle ilgili ciddi bir imtihanımız vardır. Bunları sistemin içinde kullanmayan, kendisini dağıtıyor demektir.

Lao Tzu bunu benden daha iyi açıklıyor:

'İki olasılık var. Birincisinde, hayatla mücadele edebilirsin, hayata karşı özel hedeflerin olabilir. Ve bütün hedefler özeldir, bütün hedefler kişiseldir. Hayata kendi kalıbını, sana ait bir şeyi dayatmaya çalışıyorsun. Hayatı seni izlemesi için sürüklemeye çalışıyorsun ve sen sadece küçük bir parçasın, minik, küçücük ve bütün evreni kendinle sürüklemeye çalışıyorsun. Elbette yenilgin kaçınılmaz. Zarafetini kaybetmen, sertleşmen kaçınılmaz.

(…)

Hayat kıtasıyla birleşmeye ihtiyacın var, parçası olmaya, içine kök salmaya. Hayatın içine kök saldığın zaman yumuşaksındır çünkü korkmazsın. Korku sertlik yaratır. Korku güvenlik fikrini yaratır, kendini koruma fikrini yaratır. Ve hiçbir şey korku kadar öldürücü değildir; çünkü sadece korku fikriyle bile topraktan ayrılırsın, köklerin ayrılır.'

İçimize koca bir evren sıkıştırılmış halde debelenmemiz için dünyaya gönderilmiş minik noktalar değiliz. Aklımızın bu kadar çok şeye yetiyor olmasının bir anlamı var. Ne kadar çaresiz olduğumuzu görüp, mutsuz olmamız için değildir onlar.

Lucretius'un dediği gibi, 'Ölecek olmamıza rağmen, bu dünyaya ölmeye değil, mutu olmaya geliyoruz.'

Bir kez yaşayacağımız ölüm için, her gün yaşadığımız hayatın gölgelenmesi ne saçma değil mi?

 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar