Zeki ALPTEKİN

Çağırdığım Ruhlar..
18.05.2022
954
Çeviri: IPG adlı internet gazetesinde Uwe Optenhögel tarafından kaleme alınan aşağıdaki makalede Ukrayna savaşı vasıtası ile dünya politikası ve ekonomisinde iyice belirgenleşmeye başlayan eğilimler ve farklılaşmalar analiz ediliyor. Savaş, Çin ve Rusya arasındaki ilişkiyi teste tabi tutuyor ve her iki ülkenin farklı çıkarlarını açığa çıkartıyor, deglobalizasyon sürecinin çelişkilerini ortaya koyuyor.

Her iki yalnız diktatörün Pekin’deki kış olimpiyatları sırasındaki resimi hepimizin gözleri önüne geliyor. Putin, burada tek yüksek derecede uluslararası devlet başkanı idi ve buna uygun olarak da misafir edildi. Buna karşılık o, yeni ticari anlaşmalar ve „sınırsız dostluk“ sözü ile ülkesine geri döndü. Buna rağmen Çin, birkaç gün sonra başlayan, uluslararası sistem ve küresel ekonomi için kaos potansiyeli taşıyan savaş konusunda pek de keyifli değildi.

Çin, kendisini uluslararası topluluğun yapıcı bir üyesi olarak gösteriyor: Tarafsız, barışa bağlı ve sürekli halkların kendi kaderlerini tayin haklarını ve teritoryal bütünlüğünü savunan Çin, Birleşmiş Milletler‘in barışçı misyonlarına katılıyor. Pekin sadece Paris Klima Anlaşması’nı imzalamakla kalmadı, o aynı zamanda anayasasında ekolojik medeniyeti yaratma konusunda da kendini mükellefiyet altına aldı. Aktüel olarak, bizatihi başkan Xi Jinping‘in insiyatifi ile cumhuriyetin 100. doğum yılına kadar reform ve açılım politikasının devam ettirileceği prensip olarak kesin karar altına alındı. Uluslararası düzen için çalışmaya devam edecek olan Çin, burada aynı zamanda Gelişmekte olan Ülkeler’in çıkarlarını da gözeteceğini, güç ve hegemonyal politikalarından vazgeçmek istediğini ifade ediyor.

Rusya ise, aynı zaman zarfında, çok değişik bir şekilde uluslararası arenaya geri dönüş yaptı. Çin’in son 30 yıl içindeki benzeri görülmemiş bir şekilde ticari güce yükselişi sırasında Rusya, ekonomik ve toplumsal küresel rekabetin üstesinden gelecek durumda değildi. O büyük oranda ham maddeye bağımlı bir rant ekonomisi aşamasında takılıp kalmıştı. Wladimir Putin, -ona göre- SSCB’nin yüzkarası olan sonunun yarattığı travma ve  yayılmacı Batı’nın üstenciliği ve onu dikkate almamasının yarattığı hayal kırıklığı şartları altında, Rusya’yı bu zeminde uluslararası politikaya yeniden soktu. Bu, ordunun modernleştirilmesi temelinde, dünyada süper güç olma iddiası ile yapıldı. Putin’in en geç 2007 yılında Münih’de yapılan Güvenlik Konferansındaki konuşmasından beri o, Batı karşıtı, anti-amerikancı ve anti-demokratik güçleri destekleme konusunda hiçbir fırsatı kaçırmadı. Rusya askersel güç kullanan aktör olarak, her türlü müdaheleye hazır olarak kendini gösterdi: Devlet terörizmi, hibrit savaş, siber ataklar, sahte (fake) haber kampanyaları, paralı asker angajmanları vs. buna ilişkin olarak verilebilecek birkaç örnek. Ukrayna’daki savaş, başkanın ülkesini içine soktuğu öncelikle en büyük maceradır.

Ancak buraya kadar Ukrayna’daki Rus işgalinin Wladimir Putin için bir yeminli ifşa niteliği var. Açık ki askeri hatalar ile birlikte olağanüstü derecede bir materyal ve insan kaybı, birliklerin morali, logistik ve keşif görevleri konularında problemler var. Öyle görülüyor ki geçmiş yıllardaki modernleşme sürecinde büyük çapta rüşvet vs. işin içine bulaşmış. Bunun sonuçları ise, Karadeniz donanmasının amiral gemisinin kayıbı gibi simgesel küçük düşürülmeler ya da savaşın hemen başında Kiev’i alma denemesinin başarısızlığa uğraması şeklinde oldu. Savaş uzayabilir. Batı ve Avrupa Birliği birleşti ve NATO, askeri açıdan en iyi konumdaki İsveç ve Finlandiya ile daha da genişlemenin eşiğinde bulunuyor. NATO askerleri gözlerini ovuşturuyor, emin olabilirler ki, onlar böylesi bir güç ile konvensiyonel bir savaşta başa çıkabilirler, ama Rusya maalesef nükleer bir güç aynı zamanda!

Putin için çatışmanın gelişimi, iç ve dış politika açısından giderek derinleşen problem haline geliyor. Savaşın akışının, evindeki önder namının köküne kibrit suyu ektiği söylenebilir. Eğer liberal kapitalizmin önde gelen organı EconomistHow rotten is Russia’s army?“ diye de soruyorsa, Putin dış politikayı umursamazlıktan gelemez. Yoksa süper güçlerin konserine ortak olmak, Rusya’nın ileri modern ve savaş kabiliyeti olan bir orduya sahip olduğu iddasına dayanmıyor muydu!?

Savaş nasıl biterse bitsin, o daha şimdiden geniş kapsamlı küresel gelişmelere neden olacak dinamikleri tetikledi. O, finans krizinden (2008-09 / Çev.) beri müşahede edilen, Corona ile hızlanan deglobalizasyon eğilimlerini güçlendirdi. Jeopolitik olarak yeni etki alanları, jeoekonomik olarak ise enerji, üretim, logistik ve finans sistemlerinin yeniden konumlanması ortaya çıkıyor. Bu kontexte Çin’in uluslararası statüsü Rusya’nın savaşı nedeniyle giderek sorgulanıyor.

Resmi olarak Çin tarafsız ve barıştan yana. Çin savaşı ne destekledi, ne de karşı çıktı. Çin’deki resmi medyada ve sansürlü internette savaşın nedenleri ve cereyanı konusunda yalnızca Kremlin versiyonun yer almasının ortaya koyduğu gibi, bu belli ki rus yanlısı ve anti-amerikancı bir tarafsızlık! Rusya karşısında nasıl bir tavır alınacağı konusunda iç tartışmalar var ama Çin, müzakerelerde çözüm için bir medyatör olmayacak. Yine de Çin Putin’i etkileyebilecek olan muhtemelen yegane devlet.

Ekonomik olarak Halk Cumhuriyeti birkaç zamandır nicel büyümeden, iç pazarın geliştirilmesine dayanan nitel bir büyümeye geçme aşamasında bulunuyor.Bunun için de ülke, gelecekte de işleyen tedarik zincirlerine ve kurallara dayanan uluslararası düzene ihtiyacı var. Rusya’nın aksine, var olan uluslararası düzenin bozulması Çin’in çıkarlarına uygun değil.

Ülke için belirleyici olan, Batı’nın deglobalizasyon sürecini nasıl kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalıştığını izlemek olacak. ABD Çin’i yalnızca Trump’tan beri jeopolitik bir karşıt olarak telakki etmiyor. Avrupa Birliği’nin algısında ise Çin, en büyük pazardan en büyük rakibe evrildi. ABD, Avrupa, Japonya ve Güney Kore, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler Ukrayna’daki Rus saldırganlığı nedeniyle güvenlik ve savunma bakış açılarını ekonomik refah sorunlarına tercih ederlerse, bundan Çin’in ticareti olumsuz etkilenecektir.

Batılı yaptırımların küresel ekonomiye etkileri de geniş kapsamlı olacaktır. Çin bu noktada hassastır. Öteden beri en büyük olan Batılı piyasalara erişim  önemli oranda sınırlanırsa, bu durumu telafi edecek başka piyasalara ya da iç pazara gereksinim  var, ki bunların ikisi de görünürde yok! Küçülen ihracat piyasalarının yanında Çin’in Batı’daki ileri teknolojilere erişimi zorlaştırılıyor. Ve Çin için deglobalizasyonun önemi konusunda, kendi gelişme modeli ile sıkı bağlantısı olan başka bir manzara da şu olabilir: Ülkedeki birbiri ile yarış halindeki Batılı girişimcilerin dinamik rekabetinin getirdiği verimlilik kazançlarının ortadan kalkması. Bu rekabet baskısının ortadan kalkması durumunda Çin’in inovasyon gücünün ve bilişim ekonomisine geçişinin nasıl gelişeceğini bekleyip görmek gerekiyor.

Ülkenin iç piyasasının önünde büyük konjöktürel ve yapısal meseleler duruyor: Yüksek borçlanma, çöken emlak piyasası ve nüfusun yaşlanmasının ilerlemesi, büyümeyi sıkıntıya sokuyor. Gelirlerin aşırı eşitsizliği, konut giderlerinin patlaması ve gerileyen talebi telafi edebilen ve sosyal olarak yumuşatabilen devletin sosyal kurumlarının tam gelişmemiş olması da bu duruma eşlik ediyor.

İlaveten bir de Çin’in şimdi başarısızlığı ortaya çıkmaya başlayan Sıfır-Covid-Stratejisi var. Şanghay’daki son Lockdown sadece ekonomik olarak izler bırakmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin Omikron varyantına hazırlıklı olmadığını ve kendi aşılarının Batı’nın aşıları ile rekabet edecek konumda olmadığını açığa çıkardı. Görünüşe göre karantina tedbirlerinin acımasızca hayata geçirilmesi nedeniyle halk, devletin anlamsız katılığını anlayışla karşılamama ve buna karşı koyma ile tepki veriyor. Buradaki soru, otoritelerin bu tür davranışlarının, iktidarın tekrar merkezileştirilmesi konusundaki partideki genel trendle ve başkan Xi ile ilgili olup olmadığıdır. Pandeminin Wuhan’da ortaya çıkması ile ilgili spekülasyonlar ile Çin’in uluslararası itibarını düşmesi, görünüşe göre aradaki zamanda pandeminin sözümona kontrol altına alınması ile telafi edilmesine rağmen, son olaylar ile birlikte yeniden artabilecek.

Bu temelde açıktır ki savaşın şu an ki durumunda Putin’e yakın durmak, Çin için ağırlığı giderek artan bir külfete dönüşecektir. Şimdiye kadar ki savaşın akışı, Rusya’nın başarısızlığının devamı halinde, bu duruma karşı, daha da acımasızca davranarak ve savaşı daha da tırmandırarak, ya da belki de kimyasal ve taktik nükleer silahların kullanımını tasarlayarak bir reaksiyon oluşturabileceğine işaret ediyor. Eğer Çin yıllarca akıllı ve dikkatlice inşa ettiği uluslararası saygınlığını risk edip gelişim başarılarını tehlikeye atmak istemiyorsa bu yoldan (Rusya’nın yolundan-Çev.) gitmeyecektir. Putin, Pekin’in batılı yaptırımları aşma ve hatta onu askeri açıdan kurtarma konularında Çin‘in kendisine yardım edeceği hayaline asla kapılmaması gerekir; çünkü Çin şimdiye kadar uluslararası ilişkilerde olağanüstü bir şekilde hep kendini düşünen bir güç olmuştur. Tipik bir şekilde Rusya ile bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır, ama herhangi bir karşılıklı destekleme mükefiliyetini içeren bir ittifak oluşturulmamıştır.

Rusya‘nın tersine Çin bu çatışmadan nasıl çıkacağını kendisi belirleyebilir. Ülke, Rusya’ya uygulanan yaptırımları ve bunun sonuçlarını sakince analiz edebilir. Ve kendisinin Taiwan iştahi dikkate alındığında o, savaşın akışını izleyecek ve hangi rizikolara girişmek zorunda kalacağını hesaplayacaktır. Çin, emperyal olarak yükselmiş ve uluslararası sistem için sürekli tehdit ifade edebilecek bir Rusya yerine, savaş nedeniyle zayıflamış bir Rusya ile muhtemelen daha iyi yaşayabilecektir. 

Rusya Başkanı kendisini ve ülkesini, kendisinin de önceden öngöremediği ve içinden zevahiri kurtararak çıkmanın giderek zorlaştığı bir duruma getirdi. Ukrayna’nın var olma hakkını inkar eden uydurulmuş bir savaş gerekçesi, bir hobi tarihçisinin fantazi mutantı haline geldiği ve Corono zamanlarında yalnızlaşmış bir diktatörün fantazisine dayandığı gerçeği gittikçe daha fazla görünür oluyor. Putin, savaşı Rusya’nın çıkarları doğrultusunda sürdürdüğünü belirtiyor. Ancak Rusya bir çok uluslu devlettir ve burada bu savaşı kendisinin savaşı olarak görmeyen daha şimdiden yeterli sayıda etnisiteler vardır. Putin böylelikle sadece kendini ve rejimini değil, aynı zamanda Rusya Federasyonu‘nu da tehlikeye atmış oluyor. Onun Rusya’yı, kendine görev olarak gördüğü, Sovyetler Birliği’nin eski sınırları içinde emperyal güç haline getirme misyonunu yerine getirebileceğine dair pek fazla belirti yok. Tam tersine Rusya bu çatışmadan zayıf ve daha da küçülmüş olarak çıkabilir.

Akıcı bir şekilde almanca konuşan ve klasik alman edebiyatını seven Kremlin‘deki bu kişi,  Goethe’nin Ballade vom Zauberlehrling (Sihirbaz Çırağının Baladı) adlı ünlü eserini hatırlayacaktır. Çırak, bir sihirbaz ibaresi ile, daha sonra kontrol altına alamadığı ruhları çağırmış: „Çağırdığım ruhlardan şimdi kurtulamıyorum“. İşte bu savaşı böylesine tehlikeli yapan da bu!

Uwe Optenhögel „Çağırdığım Ruhlar“, IPG 12.05.2022:

https://www.ipg-journal.de/regionen/asien/artikel/die-geister-die-ich-rief-

Çeviren: Zeki Alptekin

 

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar