Ayşe HÜR
Hüseyin Rahmi Gürpınar Kuyruklu yıldız Altında İzdivaç adlı romanında İstanbul'un kenar mahalle kadınlarının 1910 yılında semaları süsleyen 'Halley kuyruklu yıldızı’nı saçlı bir melek olarak algılayarak kıyametin kopacağından korkmalarını ve onlara bilimsel açıklamalar yapmaya çalışan genç İrfan Galib'in, kendisini dinleyenlerden Feriha adlı genç hanımla yaşadığı aşkı gayet canlı bir dille anlatır.
Bu olaydan çok önce, 1577 yılı Kasım ayında, Ramazanın birinci günü akşamı, İstanbul halkı gökyüzünü sarmalayan ışıklı şalı gördüğünde duydukları şaşkınlık ve heyecan herhalde Reşat Nuri’nin kahramanlarının yaşadığına çok benziyordu. Tahmin edilebilir ki, o tarihi akşamüstü gökyüzünü bir şal gibi kaplayan ışık selini gördüklerinde, Vezir-i Azam Sokollu Mehmed Paşa'nın verdiği iftar yemeğinden ayrılanlardan Saray mensupları yavaş yavaş bölmelerine dönerken, Şehzadebaşı'ndaki konaklarda, Fildamı'nda ve Altımermer'deki esnaf evlerinde ya da bahçedeki ağaçların altında iftar sofrasının rehavetini atmak için tütün saranlar, Çemberlitaş'taki Tavuk Pazarı'nda saz şairlerini dinlemeye gidenler, Balat'taki zurnalı semai kahvehanelerinde nargilelerini fokurdatanlar, Yeşiltulumba meydanında Karagöz seyredenler, Mercan odalarında pinekleyen papucçu bekârları, cumbaların arkasında tarçınlı şerbetlerini yudumlayarak tatlı tatlı dedikodu yapan kadınlar muhtemelen kıyamet gününün geldiğini sanıp duaya durmuşlardır.
Mahallenin ileri gelenleri akıl sormak için en yakın mescidin imamına koşarken, içe kapanık ve vesveseli biri olduğu bilinen padişah III. Murad'ın (1574-1595) derhal müneccimbaşı Takiyüddin'i çağırdığı biliniyor. Takiyüddin’in adlandırmasıyla bu ‘zûzeneb’(=kuyruklu) 12 Kasım 1577 (1 Ramazan 985) akşamından başlayarak 74 gece boyunca İstanbul semalarında güneş gibi parlayacak, bu süre içinde halkın ve sarayın en önemli konusu olacaktı.
(III. Murad, Şecaatname’deki kuyruklu yıldız minyatürü)
İRAN’I FETHETMEK İÇİN İŞARET Mİ?
‘Zûzeneb’in nasıl yorumlandığını anlatan kaynakların sayısı oldukça sınırlıdır. Dönemin asker sadrazamlarından Özdemiroğlu Osman Paşa'nın Şark gazalarını anlatan Şecaatname'ye bakılırsa "akıllı, ruhi bilgili, zamanın hakimi, yüksek ruhlu fazıl kişiler, bu kuyruklu yıldızın açıklamasını yapmak için geceler boyunca uykusuz ve yiyeceksiz halde çalışmaya koyulmuşlardı." Bu uzun tefekkür gecelerinden sonra müneccimbaşı Takiyüddin'in Şeyhülislam Aziz Efendi'yi de yanına alarak padişahın huzuruna çıktığı ve III. Murad'a "Ey alemin medarı olan padişah! Güzel meclisin aydınlık olsun! İran'ı fethetmek için sana müjdeler olsun! Zira düşman toprakta nefesi kesilmiş bir halde kaldı. Böyle semavi bir ateşin zuhuru burada uğur ve iyilik alametidir. Fakat İran üzerine bela, felaket şerareleri yağacaktır!"dediği kaydedilir. Yine Şecaatname’ye göre "zuhuru kavis hanesinde olduğu için okunun tesiri çabucak din düşmanlarının üstüne düşmüş, parlaklık ile kuyruğu Şark tarafında olduğundan uğursuzluğunu akreb gibi düşmanın üzerine yollamış" olan bu kuyruklu yıldızın koruyucu kanatları altında İran yollarına düşmenin zamanı gelmişti!
(1577’de semaları aydınlatan kuyruklu yıldızı gösteren minyatür, Kaynak: Şeamilname)
KADINLAR İKTİDARI
III. Murad iyi eğitim almış ancak zayıf iradeli, çabuk tesir altında kalan bir şahsiyet olarak tarihe geçmiştir. Gerçi tahta geçtiği ilk yıl harem yaşamına uzak kalması büyüye bağlandığında, annesi Nurbanu Sultan tarafından yapılan ‘büyü çözme’ töreninden sonra inziva yaşamına son vermemekle birlikte kadınlara ilgisi artmıştı. Hatta öyle artmıştı ki, tarihçi Selaniki’ye göre 100’den fazla çocuğu doğmuştu. Nurbanu’nun haremde önemli görevlere getirdiği Canfeda ve Raziye kalfalarla, Murad’ın başkadını Safiye Sultan, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan, Sokollu Mehmed Paşa’nın eşi İsmahan Sultan ve Yahudi sarraf Ester Kira’dan oluşan klik ise, klasik tarihçilere göre Osmanlı saraylarında ileriki yıllarda olumsuz etkileri olduğu ileri sürülen kadınlar iktidarının (ki ben bu görüşe katılmıyorum) ilk örneği olarak tarihe geçti. (O dönemde, Yahudi kadınları Saray'ın harem dairesi ile yakın bir diyalog içerisine girmişler ve önemli görevler üstlenmişlerdi. Bu kadınlara, ‘ekonomik danışman’ anlamına gelen ‘Kira Kadın’ denilmekteydi.) Ancak dönemi en çok etkileyen kişi bu hanımların koruması altında olan Vezir-i Azam Sokollu Mehmed Paşa’ydı. İran Şahı Tahmasb’ın ölümünden yararlanmak isteyen Sokollu'nun bir süredir padişahı Azerbaycan, Gürcistan ve İran üzerine sefere çıkmak için iknaya çalıştığı ancak padişahın bu konuda tereddütleri olduğu bilinmekteydi. Kuyruklu yıldız ile ilgili bu yorumlarda Sokollu'nun dahli vardır mıdır emin değiliz ama Takiyüddin'in bu açıklamalarının padişahı cesaretlendirdiği ve bir süre sonra divandan İran Seferi için irade çıktığı kayıtlara düşmüştür.
TAKİYÜDDİN KİMDİR?
Takiyüddin, Mısır'a yerleşmiş bir Türk ailesinin oğlu olarak ya Kahire'de ya da Şam'da 1521 ya da 1526’da doğmuş, yine bu şehirlerde döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, hadis ve tefsir dersleri aldıktan sonra ders vermek üzere yine Mısır'a gitmişti. İki kez İstanbul'a geldiği fakat yeniden Mısır'a döndüğü bilinir. İstanbul'a ilk gelişinde (1553?) kendisinden yaklaşık 100 yıl önce İstanbul'a gelen bir başka müneccimin, Osmanlı ülkesinde astronominin kurucusu sayılan Semerkand'lı Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kişilerle dostluk kurduğu ve bilgisini arttırdığı rivayet edilir.
Takiyüddin İstanbul'a ikinci gelişinde Edirnekapı Medresesi’ne müderris olarak atanınca tekrar Mısır'a dönmüştü. Anlaşılan gözü daha yükseklerdeydi ve değerini bir türlü anlayamayan Saray'a biraz kırgındı. Mısır'da kadılık yapmakta olan Abdülkerim Efendi adlı hamisi, Takiyüddin'e eski gök bilimcilerden kalma risalelere ilaveten çeşitli gözlem aletlerini ve aletlerin yapımlarına ilişkin bilgileri vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sağladı. Gök bilim konusundaki deneyimini ve yetkinliğini artıran Takiyüddin 1570 yılında İstanbul'a tekrar geldi ve 1571'de müneccimbaşı Mustafa Çelebi'nin ölümü üzerine II. Selim’in müneccimbaşılığına tayin edilerek muradına erdi!…. Kendisine verilen ilk görev, Uluğ Bey'in astronomi cetvelinin yeni rasatlarla düzenlenmesi idi. Bu çalışmasıyla 1574'de tahta çıkan III. Murad'ın dikkatini çekmeyi başaran Takiyüddin'in bir rasathane kurmakla görevlendirilmesi ise Osmanlı'daki astronomi çalışmaları açısından çok önemli bir dönüm noktası oldu.
RASATHANE NEREDEYDİ?
Artık müneccimbaşı değil de astronom olarak anılmayı hak eden Takiyüddin’e padişahın şehzadeliğinden beri hocası olan Saadettin Efendi'nin tavsiyesi ile 3 bin altınlık bir zeamet tahsis edilmiş, rasathanenin kuruluşu için de 10 bin sultani altını verilmişti.
Rasathanenin kuruluşuyla ilgili tarihler 1575-1578 arasında değişmektedir. Rasathanesinin yeri konusunda da kesinlik yoktur. Ata Tarihi'nde ve anonim eser Hadikatü'l- Cevami'de yapılan bazı tasvirlerden, Takiyüddin'in rasathaneyi kurmadan önce kısa bir süre Galata Kulesi'nde çalıştığı tahmin edilmektedir. Daha sonra yeri bugün de tam olarak tesbit edilemeyen bir yerde bir gözlem kulesi ve/veya bir gözlem kuyusu yapılmıştır. III. Murad’da sunulan Alatü’r-Rasadiyye (rasat aletleri) kitabında rasathane için "miri Tophane-i mamurenin fevkinde Frenk Sarayı denmekle maruf saha-i latife muayyen kılınıp mübaşeret olunmuştur" der. 1573-1581 arasında İstanbul'daki Nemçe (Alman) Elçisi Von Ungnad'ın maiyetinde sefaret papazı olan ve İstanbul hakkında tuttuğu günlüklerle meşhur olan Stephan Gerlach ve halefi Salomon Schweigger'e göre ise “Rasathane Galata dışında mukim Venedikli Andreas Gritti adlı birinin konağının bahçesindeydi ve sadece bir kuyudan ibaretti.” (Birkaç kuşak boyunca İstanbul’da yaşayan Gritti ailesinin konağının bulunduğu yere Bey Oglu denirdi. Günümüzdeki Beyoğlu adı bundan gelir.)
Bu yazarların ifadelerine bakılırsa, rasathane öyle heyecan uyandıracak bir oluşum değildi. 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi'nin "Tophane civarındaki Samsunhane denilen yerde Müneccimbaşı Kuyusu Mesiresi” diye andığı ‘çarh-ı rasad'ın yani gözlem kuyusunun Çelebi'nin dediği gibi Tophane'de değil de Taksim'de ya da uzun yıllar İstanbul’da yaşamış olan Alman Şarkiyatçı Mortdmann'ın iddia ettiği gibi Ayaspaşa'da olması muhtemeldir. Çünkü kaynaklarda o dönemde padişahın ‘samsun’larının yani büyük köpeklerinin Taksim civarında, Venedikli Gritti'nin konağı yakınlarında beslendiğinden söz edilmektedir.
III. Murad'ın Şemailname'sinde "Takiyüddin'ün yanında Fisagoras küçük düşüyor, Arşimidis çaresiz ondan saklanıyordu. Eberhas'ın bundan evvel yaptığı rasadlar Takiyüddin'in en adi talebisinin işi idi,” dendiğine bakılırsa, Takiyüddin'in itibarı o günlerde gayet yüksekti. Bu ödeneklere ve bu övgülere bakarak, rasathaneye çok önem verildiğini ileri sürenler olduğu gibi, rasathanenin boyutlarına ilişkin tasvirlerden hareket ederek Semerkand ya da Meraga rasathanelerinin minyatürü olduğunu düşünenler de vardır. Bazıları ise Takiyüddin'in gözlem aletlerini asıllarına uygun biçimde küçültmeyi başardığı için büyük bir rasathane binasına ihtiyaç duymadığını söylerler.
Şemailname'deki ve Alatü’r-Rasadiyye’deki minyatürlerden anlaşıldığına göre rasathanenin Takiyüddin ile birlikte, sekizi râsıd (gözlemci), dördü kâtip ve diğer dördü de yardımcı olarak vazife yapan on altı kişilik kadrosu vardı. Kullanılan gözlem aletleri yazının sonunda değineceğim Danimarkalı Tycho Brahe’nin rasathanesinde kullanılan aletlerle büyük benzerlik gösteriyordu. Bunlardan en az dördünü Takiyüddin’in geliştirdiği tahmin edilir. Takiyüddin gözlemlerini Sidrot Muhtaha'l-Efkâr fi Melekût al-Felek al-Devvâr veya al-Zîc al-Şehinşâhî adlarıyla bilinen eserinde toplamıştır. Takiyüddin rasathanede yaptığı gözlemlerle Güneş ile ilgili cetvellerini tamamlayabilmiş ise de Ay ile ilgili cetvelleri tamamlayamamıştır.
“MELEKLERİN BACAKLARINI GÖZETLERSEN….”
İstanbul Rasathanesi’nin büyük bir heyecanla kuruluşundan birkaç yıl sonra (1579?) bir daha açılmamak üzere kapatılmasının üzerindeki esrar perdesi henüz kalkmamıştır. Rasathanenin yıkılışında, 1577 yılında gözlenen kuyruklu yıldızın ve bu olayı hayra yorarak 1578'de çıkılan İran Seferi'nin hazin sonuçlarının etkisi olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Sokollu Mehmed Paşa'nın zorlamasıyla başlayan ve ilk ağızda Tiflis, Şiraz ve Revan’ın fethi ile mutlu başlayan İran Seferi yüzünden hazine büyük açıklar vermiş; ilk kez paranın içindeki değerli maden oranı tağşiş edilmişti. Bu Osmanlı tarihinin ilk enflasyonu idi.
Halkın öfkeli homurdanmaları artınca, kabahati yükleyecek kişi arayan Saray çevrelerinin Takiyüddin'e yönelmiş olmaları muhtemeldir. Takiyüddin'in hem bu talihsiz kehanetten dolayı hem de onu kıskanan saray görevlilerinin ayak oyunları sonucu padişahın gözünden düştüğü sanılır. Örneğin Kürdizade adlı bir saray imamının, Takiyüddin'in sarığının kendi sarığından büyük oluşunu bir türlü hazmedemediği kayıtlara geçmiştir! Ancak nihai darbeyi Takiyüddin'in hamisi Hoca Saadettin Efendi ile arası hiç de iyi olmayan Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi vuracaktır. Şeyhülislam padişaha bir ‘ariza’ takdim eder ve "semaları rasat etmenin uğursuz” olduğunu ve “her nerede bu işe teşebbüs edildi ise devletin harap olduğunu" söyler. Yine kaynaklara göre "padişahın yer işlerini bırakıp gök işleriyle fazlaca uğraşması sonunda umur-u devletin pusulasını kaybettirdiği için ve Kızılbaşların galebe çaldıklarını ihtar etmesi üzerine ve meleklerin bacaklarını alttan delikli borularla gözledikleri ihbar edildiği için" rasathanenin yıkılması farz olmuştur!
Bu jurnalleri takiben 21 Ocak 1580’de (?) Kapudan-ı Derya Kılıç Ali Paşa rasathaneyi topa tutarak yok eder. Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte donanma tarafından denizden topa tutularak yıkılması konusunda belge yoktur. Rasathanenin tahmin edilen yerinin çok yakınlarında yerleşim bölgeleri olduğu göz önünde tutulursa bu iddia tartışmaya açıktır. Rasathaneyi yerle bir eden Kılıç Ali Paşa 1587’de öldüğünde, malları ve parası müsadere edilerek hazineye aktarılır. Takiyüddin ise bir iddiaya göre, rasathane yıkılırken, bir başka iddiaya göre ise 1585 yılında hayata gözlerini yumar. Osmanlı ülkesinin bu en başarılı astronomunun nerede gömülü olduğu bilinmemektedir.
Rasathanenin yıkımı işe yaramamış, uğursuzluk padişahın yakasını bırakmamıştır. III. Murad döneminin yangınları, depremleri, salgınları, isyanları, entrikaları, ahlak skandalları, ekonomik krizleri, rüşvet ve yolsuzluk hikâyeleri saymakla bitmez ama rasathanenin kaderi 1584’de halkın yolsuzluklara karşı Allah’ın bir cezası olduğunu düşündüğü için ‘Mübarek Taun’ diye adlandırdığı veba salgını ile belli olmuş gibidir. Nitekim salgın 1590’a kadar aralıklarla sürer ve binlerce kişiyi öldürür.
DANİMARKALI TYCHO BRAHE
Osmanlı ülkesinde bunlar olurken, Avrupa’nın küçük ülkesi Danimarka’da benzeri hikâye yaşanmaktadır. Takiyüddin'in başını yediği iddia edilen bu kuyruklu yıldız Norveç ve Danimarka Kralı II. Frederik’in büyük desteği ile 1576’da Baltık kanalındaki Hveen (bugün Ven) Adası'nda kurduğu Uraniborg adlı rasathanesinde gözlemler yapan Danimarkalı astronom Tycho (Tyge Ottesen) Brahe'nin uğuru olacaktır. (Brahe ayrıca gümüş ya da bakırdan yapılma takma burnu ile de ünlüdür.) Tam 74 gün boyunca Prag'dan Pekin'e kadar uzanan bir coğrafyada büyük heyecanlar yaratan bu kuyruklu yıldızın özelliklerini dikkatle tesbit eden bilim dünyasındaki adıyla Tycho, bu tespitlerini 1588’de kaleme aldığı De mundi aetherei recentioribus phoenomenis Liber Secundus adlı eserinde kayıtlara geçirir. Kuyruklu yıldızın yörüngesine ilişkin bilimsel hesaplamalar 1705 yılında İngiliz astronomu Edmund Halley tarafından kesinleştirilecektir. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanına konu olan kuyruklu yıldıza adını veren Halley'in hesaplamalarına göre 1577 kuyruklu yıldızı, insanoğlunun bugüne kadar gözlemlediği en parlak kuyruklu yıldızdır (kadiri – 1,8 olarak hesaplanmıştır), ancak bir kez daha görülmediği için periyodu henüz belli değildir. Yani her an göğümüzde belirebilir!
(Haveen/Ven Adası’nda Tycho’nun Uraniborg Rasathanesi’ni gösteren bir baskı.)
BRAHE’NİN KEŞİFLERİ
Birbirinden habersiz biçimde aynı kuyruklu yıldıza ait bilimsel hesaplamaları yapmalarına rağmen Takiyüddin'in III. Murad'a arzettiği ileri sürülen ‘ilmi muhtıra’nın aslının günümüze kadar ulaşmaması yüzünden kuyruklu yıldızın adının tarihe ‘Takiyüddin Kuyruklu yıldızı’ olarak değil de ‘Tycho Brahe Kuyruklu yıldızı’ olarak geçmesi çok üzücüdür. Dahası Takiyüddin dedikodu ve tezvirat yüzünden rasatlarını tamamlayamazken, Tycho, Danimarka Kralı’nın desteği ile aralarında Uraniborg’un kurulmasına da vesile olan Cassiope Yıldız kümesindeki süpernova (bugün SN 1572 olarak bilinir) olmak üzere 777 yıldıza ait güvenilir rasat kayıtlarını bilimsel esaslara uygun olarak tutmuş ve bunların günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. (Bir küçük parantez: Tycho’nun bulduğu bu süpernova, yıllar sonra Edgar Allan Poe’nun Kuran’daki Araf Suresi’nden esinlenerek yazdığı Al Aaraaf adlı şiirinin esin kaynağı olacaktır. 1829 yılında yazılan şiir, 422 dizesi ilen Poe’nun en uzun şiiridir.)
Kopernikçi astronomi anlayışına karşı olan Tycho’nun en ünlü yardımcısı Johannes Kepler’in Aristotelesçi astronomi anlayışının tarihe gömülmesinde yaptığı katkılar ise herkesin malumudur. Bugün Ay’daki ve Mars’taki birer krater Tycho Brahe’nin adıyla anılmaktadır. Tycho’yu Kepler’in öldürdüğü iddiası ise bilim dünyasının en ünlü polisiye hikayelerinden biridir!
İlginçtir, bunca başarıya rağmen Tycho’nun Danimarka’da kurduğu rasathanenin sonu da İstanbul’dakine benzer. Hamisi II. Frederik’in ölmesi üzerine yerine geçen oğlu IV. Christian, Tycho’nun para desteğini keser. Sonuçta Tycho Brahe, Hveen Adası’ndan ayrılmak durumunda kalır ve çalışmalarını Prag’da sürdürür.
UMUR-U DEVLETİN DÜZELMEYEN PUSULASI
Ancak bu tarihten itibaren Batıda astronomi bilimi büyük bir hızla gelişirken, IRCACA’nın kaynakçada belirttiğim kitabına göre tarihi boyunca 582 astronomi yazarının yaşadığı, toplam 2.438 astronomi konulu yazının üretildiği iddia edilen Osmanlı ülkesi, yeni bir rasathaneye ancak 1868 'de kavuşur. Pera'da kurulan Rasathane-i Amire 13 Nisan 1909'da (31 Mart Olayı sırasında) yağmalanarak kullanılamaz hale gelir, yeniden açılışı için 1911 yılını beklemek gerekir. Bu tarihten sonra birilerinin çıkıp da "meleklerin bacaklarını gözetlemek günahtır" deyip demediğini bilmiyoruz, ama ‘umur-u devletin pusulasının bir daha düzelmemesinin’ nedeni belki de bu kuyruklu yıldızdır, kim bilir?….
Özet Kaynakça: A. Süheyl Ünver, İstanbul Rasathanesi, TTK Basımevi, 1985; Necdet Sakaoğlu, “III. Murad”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yayını, C. 5, s. 498-503; Yavut Unat, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Nobel Yayın Dağıtım, 2006; Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, II Cild, Editör: Ekmeleddin İhsanoğlu, IRCICA, 1997; Joshua Gilder, Anne-Lee Gilder, Heavenly Intrigue: Johannes Kepler, Tycho Brahe and the Murder Behind One of History's Greatest Scientific Discoveries, Doubleday Books, 2004.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016