Halil BERKTAY
Papa neden haklı? Hükümetin öfke ve tepkisi neden haksız ve yanlış? Nasıl oluyor da, 1914’teki taziye mesajına ve öncesinde olsun, sonrasında olsun attıkları bütün diğer ileri adımlara rağmen, şimdi gelip bu noktada tökezliyorlar? Hangi tıkanıklığı aşamayış, böyle bir kısmî geri dönüşü beraberinde getiriyor?
Ermeni soykırımı tartışmalarının içinde olduğum 2000 İlkbaharındaki Chicago sempozyumu ve sonra Neşe Düzel’in benimle yapıp 9 Ekim 2000 tarihli Radikal’de tam sayfa yayımladığı uzun röportajdan beri, son on beş yıldır bazı şeyleri döne döne söylüyorum, söylemeye devam edeceğim.
Soykırım isnadı ve inkârı ortamı ve tartışmayı nasıl zehirliyor?
(1) Tartışmanın soykırım sözcüğüne odaklanması yanlış. Bizler -- Türkiye’nin benim gibi özgür ve eleştirel tarihçileri -- tarihsel gerçeği, 1915’te tam ne olduğunu bulmaya ve Türkiye halkına sabırla anlatmaya, anlatırken de araştırma ve tartışma ortamını giderek genişletmeye ve rahatlatmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla sorun, “soykırım mıydı, değil miydi”den ibaret değil; çok daha büyük. Ve bu anlama-anlatma çabasında, soykırım deyimi yer yer olumsuz bir rol de oynayabiliyor. Çünkü bu bir tür aşırı-özet, bir formül, korkunç ve muazzam bir tarihsel gerçekliği tek bir sözcüğe indirgeyen bir klişe.
Dahası, bir tarih ve tarihçilik deyimi değil; esas olarak bir hukuk ve avukatlık deyimi. Uluslararası bir suç kategorisi. Dolayısıyla kullanıldığı her yerde, “gerçek nedir, tarihte ne oldu” sorusunu arkalara itiyor; “suç muydu değil miydi, ya da ne kadar ağır bir suç” gibi soruları öne çıkarıyor. Bir yargılama ve mahkeme salonu atmosferi yaratıyor; tartışmanın taraflarını “soykırımı kabul ettirme siyasası” (genocide recognition politics) ile “soykırımı inkâr siyasası” (genocide denial politics) diye sınıflandırıp birbirinden ayırıyor. Savcılık makamı, sanık sandalyesinde oturan Türkiye’yi habire “derhal konuş, itiraf et, soykırım olduğunu söyle” diye zorluyor. Buna karşı Türkiye adına konuşan devlet, hükümetler, resmî makamlar da ne yapıp yapıp “soykırım olmadığını” ispatlamaya odaklanıyor.
Böyle olmasa, yani mesela o yıllarda çok kötü ve trajik bir şeyler oldu mu, ne olduğunu şöyle baş başa konuşalım mı diye otursak ve nispeten aklı başında 15-20 soruyu sakin bir ortamda, ağırbaşlı bir diyalog içinde tek tek sorabilsek, belki nispeten sakin ve ciddi cevaplar da alabileceğiz. Fakat hayır, öyle olmuyor. Tersine, “evet çok üzücü bazı şeyler oldu” diye başlansa bile, “ama soykırım değil” savunmasına geçildiği anda,
soykırım değil çünkü belgesi yok yani bütün Ermenilerin toptan imhası diye bir yazılı emir arşivlerde yok. Ayrıca, soykırım değil çünkü böyle bir kasıt yoktu. Çünkü ideolojik bir niyet yoktu çünkü öyle bir Türk milliyetçiliği yoktu onun yerine, devletin güvenlik endişe ve gerekçeleri vardı zaten Türkler bütün Balkanlar ve Kafkasya’dan kovalanmıştı (oysa kimse bizim çektiklerimizi tanımıyor) kaldı ki, bu ezikliğin üzerine bir de Anadolu’daki Ermenilerin habire ortalığı karıştırıyor olması bindi cephe gerisinden Rus ordularına yardım ediyorlardı, Van isyanını da çıkarmışlardı bırakılsa, onlar güçlenecek ve bizi keseceklerdi ne yapalım, önlem almak kaçınılmaz hale geldi bir bakıma, rüzgâr ekip fırtına biçtiler, kendi ettiklerini kendi buldular
diye özetlenebilecek öyle bir takım defansif argümanlar birbirini izlemeye başlıyor ki, giderek daha vahim bir ahlâkî çöküntü içine giriyor ve amansız bir milliyetçi huşunetle Ermenileri suçlamayarak herkesi iyice çileden çıkarmaya kadar varıyor. 1960’lardan 90’ların sonuna kadar hayatımız bu inkârcılığın boğucu ikiyüzlülüğüyle geçti
Tarihî gerçekler neden soykırıma işaret ediyor?
Oysa (2) tek tek ve bir bütün olarak alındığında bu iddiaların hemen hepsi yanlış ve gerçek-dışı. Aslında çok daha öncesinden başlayıp 1912-13’te çok belirginleşen bir Türk milliyetçiliği, o dönemdeki adıyla (Osmanlıcılığa karşı ve karşıt) Türkçülük apaçık mevcuttu. Kısmen Marksistimsi anti-emperyalizmden, ama daha çok Avrupa aşırı sağından, proto-faşizmden esinlenen karmaşık bir yapıya sahipti. Düpedüz Sosyal Darwinistti; milletler arasındaki ilişkileri orman kanununa tabi bir boğazlaşma olarak görüyor, “hak, kuvvettir”in ve “sadece en güçlü olanlar hayatta kalır”ın sözüm ona bilimselliğini savunuyordu. 1913-14’e gelindiğinde, Ermeni, Rum ve Süryaniler başta olmak üzere Anadolu’nun hemen bütün gayrimüslimlerini artık “güvenilmez” ve “düşman” bellemişlerdi.
Evet, Ermeni milliyetçi örgütleri vardı ve aktifti. 19. yüzyıl sonlarından beri Anadolu’nun bazı köşelerinde yerel, yatay, küçük ölçekli, düşük yoğunluklu “etnik savaş”lar söz konusu olmuştu. Karşılıklı çeteler köy basıyor, “öteki”1eri korkutup kaçırarak şu veya bu toprak parçasını “temiz”lemeye ve sadece “bize” kalmasını sağlamaya çalışıyordu. Ama İttihatçılar, objektif bir zaruretten ötürü değil; giderek katılaşan bir ırkçı-milliyetçi zihniyete ve ideolojik vizyona sahip oldukları, Ermeni milliyetçiliğini de bu prizmadan süzdükleri için, Anadolu’nun toptan Türkleştirilmesi yoluyla meselenin kökten halledilmesi gibi bir “nihaî çözüm”e yöneldiler. Tehcir yasası çıkartıldı ve ardından, olabilecek en sert, en insafsız biçimde uygulanması emirleri yayınlandı. Kilit Teşkilât-ı Mahsusa’cılar önceden araziye gönderildi. Talât, Dahiliye Nezareti’ndeki resmî makamı ve olanaklarının yanı sıra, evinde özel bir telgrafhane kurdurdu ve can alıcı haberleşmelerini buradan yürütmeye koyuldu.
Evleri ve bütün varlıklarını 48 saat içinde terk etmeye zorlanan (yani sırf bu kadarıyla da, 1948 BM Konvansiyonunun ifadesiyle “normal yaşamlarını sürdürme ve yeniden üretme koşulları kısmen veya tamamen yok edilen”) Ermeni konvoyları, Anadolu içlerine ilerledikçe, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, TM’cilerin örgütlediği ve çoğu Kafkas kaçkını, dolayısıyla Hıristiyanlara nefret dolu aşiretlerin saldırılarına uğramaya başladı. Binlerce insan öldürülürken, genel olarak topluma Ermenilerin artık devletin hukuki koruması altındaki Osmanlı vatandaşları olmadığı; başka bir deyişle, “av mevsimi”nin açıldığı mesajı verildi. Bu da olabilecek en iyi insanlık davranışları kadar en kötülerini de tetikledi. Böylece, devletin ilk tur sinyalleri olmadan düşünülemeyecek ikincil ve üçüncül katliamlar ortaya çıktı. Toplumun bir kesimi, belki komşularının yıllardır kıskanıp tamah ettikleri mallarını gasp edip zenginleşmek uğruna, belki kişisel, dinî veya millî grup nefretleri sonucu, kendi inisiyatifleriyle (ve Nâzım’ın deyimiyle) “Ermenileri kesmeye… kesilirken göbeklerine kadar kana batmaya” koyuldu.
Sonuçta, herhalde bir milyon küsur, belki bir buçuk milyon Ermeni sökülüp atıldı, tehcire zorlandı. Bunların belki 600-800,000 kadarı katledildi veya yollarda, çölde, açlık, susuzluk ve hastalıktan öldü. Bir kısmı Kürt aşiretlerine alındı, bir etno-transformasyon geçirerek Kürtleşti(rildi). Bir kısmı (özellikle küçük kız çocukları) evlât edinildi, Müslümanlaştırıldı, zamanla evlendirildi, bugün giderek açığa çıkan “Ermeni anneanneleri” oldu. Sağ kalanları birazı 1916’de geri döndü; birazı Suriye ve Lübnan’da kaldı; diğerleri yurtdışına ve deniz aşırı ülkelere sığındı. Özellikle Amerika, Fransa ve Avustralya’daki Ermeni diaspora’sı veya diaspora’ları böyle oluştu.
Öyle veya böyle, büyük bir imha olayı gerçekleşti. Osmanlı Ermeniliği hemen tamamen ortadan kalktı. Eğer illâ bu sözcük üzerinden konuşacaksak, soykırım mıdır? Evet, soykırımdır. Hem de hiş kuşkusuz, tereddütsüz, amasız ve fakatsız soykırımdır. Çünkü (a) ideolojik kasıt çok nettir; (b) Arşivlerden hiçbir yazılı imha emri çıkmasa bile, bütün Ermenilerin, başka bir neden ve gerekçeyle değil, sırf Ermeni oldukları için, etnik-dinî kimlikleri itibariyle (qua Armenians) tehcire tabi tutulmuş olması, niyetin ta kendisidir; (c) sırf bu kadarı, hjiç katliam yapılmamış olsa bile, gene 1948 BM Konvansiyonu’na göre etnik temizlik ve soykırım tanımına girer; kaldı ki (d) sadece tehcir değil doğrudan katliam emirlerinin de verildiğine dair, oradan buradan satha çıkan resmî belgeler de mevcuttur. Bu açıdan, (i) sırf Talât Paşa’nın 1915 yazında Diyarbakır Valiliğine gönderdiği tek bir telgraf ile (ki tartışmalı Andonyan telgraflarından filân değildir, Başbakanlık Arşivleri’nin resmî derlemeleri içinde yayınlanmıştır) (ii) Meclis-i Mebusan Resisi Halil Menteşe’nin hâtırâtında Talât’a dair gözlemlerini anlattığı tek bir paragrafın yeterli olduğu kanısındayım. Bunları geçmişte bir hayli yazmıştım; unutulmuş olabilir; önümüzdeki günlerde tekrar yazmayı deneyeceğim.
Asıl suç ve suçlular niçin manevî himaye görmekte?
(3) Peki, kim sorumludur -- bütün Türkler mi, Cumhuriyet mi, bugünkü (artık post-Republican, Cumhuriyet sonrası denmesi gereken) Türkiye mi? Hayır. Bu, öncelikle dönemin İttihatçı askerî diktatörlüğünün, hattâ triumvir’in bile tamamından çok Enver ve Talât’ın ve tabii onların emriyle harekete geçen bütün bir mekanizmanın işidir; başka bir deyişle, o zamanın faşizan milliyetçilerinin işidir ve nasıl çağdaş Türkiye’nin faşistlerinin (faraza 60’lar ve 70’lerde) işlediği cinayetlerden bütün Türkiye halkı suçlanamazsa, 1915 cinayetlerinden de bütün Türkiye halkı suçlanamaz. Başka bir ifadeyle, şimdi kendimizi nasıl bugünün faşistleriyle özdeşleştirmiyorsak, aynı şekilde 1915’inkilerle de özdeşleştirmemiz için hiçbir neden yok aslında. Ne ki bizi buna, bir, milliyetçi ideolojinin devamlılığı ve devamlılık vurgusu zorluyor; Enver ve Talât’ları, anılarına saygı göstermemiz gereken atalarımız kılığına büründürüyor. İki, 1915’i dar anlamda Cumhuriyet rejimi yapmadıysa bile, 1915-16’da “temizlenen” toprakları ulus-devletin yeni ve artık güvenli teritoryalitesi olarak benimsemiş, bu anlamda 1915-16’nın mirası üzerine oturmuş bulunuyor.
Üç, 1960’lar ve 70’lerin sistematik inkârcılığından da önce, öyle bir Türk Devrim (İnkılâp) Tarihi kurgusu yaratılmış ki, yerli Rum ve Ermenilere karşı değil, sadece ve sadece zamanın Büyük Devletlerine karşı verilmiş; en küçük adaletsizlik içermeyen, etnik baskı ve zulmün zerresini içermeyen, yüzde yüz beyaz, haklı ve erdemli bir anti-emperyalist savaş. Hazreti Meryem’inImmaculate Conception’ına -- bir cinsel birleşmeden doğmuş olmasına karşın, ruhunun Tanrı tarafından tertemiz ve günahsız kılınmış olmasına – ilişkin Katolik inanışı gibi bir şey. Başkalarının devrim ve ulus-devlet tarihinde bazı çirkin olaylar cereyan etmiş olabilir ama bizimkini böyle yalan ve iftiralarla kirletmeye kalkmayın. -- Nutuk’tan (1927) itibaren yerleşip resmî ideolojiye dönüşen bu anlatı da gerçeği ipotek altına alıyor; ilkokuldan itibaren genç nesillerin kafasında tabular, kırmızı çizgiler yaratıyor. Dört, olası tazminat ve toprak taleplerine ilişkin, doğruluk derecesini benim takdir edemeyeceğim bazı hukukî kaygılar da var kuşkusuz. Nihayet beş, gerek Ermenistan’ın, gerek üçüncü ülkelerin güttüğü “soykırımı kabul ettirme siyasası” da, çıkıp doğruları cesurca kabullenmeyi zorlaştırıyor; teslimiyetçilik ve dış baskılara boyun eğmek diye yorumlanan bir tavra karşı belirli bir kabul edilemezlik psikolojisini beraberinde getiriyor.
Yönsüzlük, sendeleme, siste kaybolmuşluk hali
2002’den 2005’e, oradan 2007/8’e, oradan 2014’e uzanan bir süreç içinde adım adım yumuşayıp aşılır gibi olan, aşılmaya yüz tutan bu sıkıntıları, Türkiye soykırımın 100. Yılında maalesef tekrar yaşamakta. Bunun bir boyutu, özgürleşmenin ya da (vakıf malları gibi alanlarda) küçük küçük girişilen reformların kıymetinin bilinmemesine karşı duyulan belirli bir hayal kırıklığı. Bir diğer boyutu, faraza 23 Nisan 2014’teki taziye mesajı gibi gerçekten önemli çıkışların, daha da ilerisine geçme ve Türkiye halkını daha fazla eğitip hazırlama yönünde bir hazırlığı mı ifade edeceği, yoksa daha ilerisine geçmenin alternatifi ve ikamesi mi olacağı noktasında, galiba içine düşülen kararsızlık. Hükümet pekâlâ, derhal çok daha derin ve kapsamlı bir kabule hazır olmayabilir. Pekâlâ, doğrudan soykırım tartışmasının dışında kalan, ama belki soykırımın yaralarını kısmen de olsa sarmaya ve bu arada daha fazla karşılıklı güven inşasına yönelik bazı politik jestleri öne çıkarmayı tercih edebilir. Bu bağlamda, kaldığı kadarıyla Ermeni kültür mirasının çük ciddi bir koruma altına alınması, ya da (2014 taziyesi sırasında basında da çok sözü edilen) 1915 kurbanlarının ahfadına TC vatandaşlığı tanınması gibi adımlar dahi denenebilir.
Ama birincisi, bunları çözümün kendisi gibi görmemek gerekir. İkincisi, böyle adımları atarken son derece sabırlı ve tahammüllü olmak, uzatılan elin hemen tutulacağını beklememek, tutulmayınca da kızmamak gerekir. Üçüncüsü, Türkiye açısından daha kabul edilebilir olacağı düşünülen bir “âdil hafıza”yı, karşılıklı kayıp sayıları gibi yanlış yerlerde veya “biz de çok şehit verdik” sakat söylemlerde aramamak gerekir. Evet, Ermenistan’ın ve diaspora’nın da şahinleri var, hattâ Türkiye’de de, son iki yılda gelişen bir tür hiper-solcu şahinlik söz konusu. Olacak böyle şeyler; bütün büyük ve büyüyen dâvâlara zaman içinde oluşan katılımlar böyle hamlık ve aşırılıklara yol açar. Öyle ki, bu bombardıman altında ve hele 7 Haziran seçimleri öncesinde bu yıl ciddî bir ilerleme kaydedilememesi, çünkü Türkiye ne yapsa bunun “hah, şu 2015’i atlatmaya çalışıyor, bunun için göz boyama yöntemlerine başvuruyorlar” diye yorumlanacak olması da mümkündür.
Buna karşı dahi sorumluluk, gerçekten çözüm isteyen kim varsa onlara düşer. Gelişme yavaş olabilir ama hiçbir noktada ters mesaj vermemek gerekir-di. Söylem iyileştirmesi çok sürekli olmayabilirdi ama tersinde, herhangi bir söylem kötüleşmesi meydana gelmeyebilir-di. Adil hafıza arayışı soykırımın karşısına Çanakkale’yi dikmeye yol açmamalı-ydı. Geleneksel Çanakkale törenlerini 18 Mart’tan 24-25 Nisan’a taşıma fikri, kimden kaynaklanmış olursa olsun (ki, hep “büyük işler” peşinde olan Erdoğan’ın grandiositearayışını hatırlatıyor) çok yanlış oldu bu açıdan. Hele 24-25 törenlerine, “gelin bizim şehitlerimizi birlikte analım” dercesine Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın dâvet edilmesi, hiç olmayacak bir düşüncesizlik örneğiydi.
Vatikan elçisi geri çağrılacaksa, on gün sonra Obama’ya ne denecek?
Kanımca böyle bir yönsüzlük, vizyonsuzluk, sisin içinde kaybolmuşluk durumu hasıl oldu ve hükümet rastgele oradan oraya sendelerken soykırım fobisi yüzünden gitti gitti, bu konuda en iyi ve makul konumdaki Papa’ya bindirdi. Oysa minimalist bir ifadeydi I. Fransiskus’un söyledikleri; 20. yüzyılın ilk soykırımından Türkiye’yi hedef almaksızın söz ediyor; esas olarak iki ülke arasında barış ve uzlaşma diliyordu. Bu yüzden Vatikan’a çatmanın neden absürt olduğunu bir de şöyle anlatmayı deneyeyim. 24 Nisan’a on gün kaldı, şunun şurasında. ABD adına Başkan Obama çıkıp bir 24 Nisan mesajı daha yayınlayacak. Geçmişte hep olduğu gibi, içeriği itibarıyla Papa’nınkinden çok daha sert bir mesaj olacak bu; 1915’te Ermenilerin başına gelenleri çok daha ayrıntılı biçimde ve çok daha acı sıfatlarla dile getirecek. Ama muhtemelen g-word’dan, soykırımdan söz etmeyecek.
Ne olacak -- tek bir sözcüğe bakarak Papa’ya kükreyen Dışişleri, o tek sözcük yok diye bu sefer sevinip Obama’ya eyvallah mı diyecek?
İki adım ileri, bir adım geri. İki adım ileri, bir adım geri. Bu mehter yürüyüşü daha ne kadar sürer?
Gene de iyimserliğe bir pay bırakmaya çalışayım. Bakalım, hükümet bu yıl bir 23 Nisan taziyesi yayınlayacak mı (ki bence tümüyle ihtimal dışı değildir); yayınlarsa içeriği ne olacak, asıl Türkiye’nin mesajında ne söylenecek?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları













































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024