Halil BERKTAY
[27 Temmuz 2016] Adını ilk duyduğumda Yale’deydim; 1967 veya 68 olmalı. Ekonomi lisansı yaparken, hiçbir profesyonel tarihçilik eğitimim ve özellikle metodolojik formasyonum olmadığı halde, sırf Marksizmin verdiği epistemolojik özgüvenle, gidip Robert Lopez’in elit seminerine yazılmıştım. 1939’da Faşist İtalya’dan kaçmayı başarmış ve ABD’de ders verebilmek için tutup iki yılda ikinci bir doktora yapmış, sonra gelip Yale’de disiplinlerarası bir Ortaçağ Etütleri master ve doktora program başlatmış, çok ama çok ünlü bir ortaçağ uzmanıydı Lopez. İlk gün masanın etrafındaki herkesin kendini tanıtmasını istedi. Sıra bana gelince “haa, Türksünüz demek,” dedi; “o zaman dostum Halil İnalcık’ı da mutlaka tanıyor olmalısınız” (so you must know my good friend Halil İnalcık). Boş boş bakmış olmalıyım.
Döndüm, militanlaştım, 12 Mart’ta hapse girdim. 1969’da yayınladığı Capital Formation in the Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğu’nda Sermaye Birikimi) makalesini Mamak’ta, 28. Tümen içindeki askerî cezaevinde okudum.
Gel zaman git zaman, iktisatçılıktan tarihçiliğe geçiş sürecimde Birmingham’da yazdığım doktora tezimi, modern Türk Osmanlı tarihçiliğinin üç büyük ismi olarak Köprülü, Barkan ve İnalcık etrafında ördüm. Bir yerinde, Kavimler Göçüne gönderme yoluyla “Barkan surların dışında kamp kuran kaba saba bir aşiret reisiyse, İnalcık kentli bir aristokrattır” diye bir cümle kurduğumu hatırlıyorum.
Buna karşılık şahsen tanışmamızın nasıl olduğunu bir türlü çıkaramıyorum, ama o da 80’lerin sonlarını buldu sanırım. Zor da olsa öğrenmiştim; Lopez’in (1910-1986) sorusuna o öldükten sonra, yirmi yıl gecikmeyle cevap verebilecek durumdaydım.
Gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı tarihçisiydi Halil İnalcık. 1936’da öğrenci almaya başlayan DTCF’nin 1940’taki ilk mezunlarındandı. Lisansından sonra doktorasını da orada yaptı (1042); asistanlık, doçentlik ve profesörlük basamaklarını hep orada çıktı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, 1929’dan beri ilk defa dışa açılıyordu. Ömer Lütfi Barkan’ı ancak kısmen değiştiren bu apertura’nın, Barkan’dan bir kuşak genç ve henüz kariyerinin başlarındaki İnalcık üzerinde çok daha formatif etkisi oldu. 40’ların sonunda Londra’ya gitti ve Paul Wittek’in seminerlerine katıldı. 50’lerın başlarında ise artık sırf Türkçe değil, İngilizce ve Fransızca yazıp yayınlamaya koyuldu (Timariotes chrétiennes(1953), Ottoman Methods of Conquest (1954)). Dış pazar için üretebilmek, sırf şirketler değil, akademikler için de büyük bir kalite testidir. Bu rekabet Halil İnalcık’ın dillere destan çalışkanlığını iyice biledi ve keskinleştirdi. 1960’lara gelindiğinde, özellikle ABD’de Osmanlı İmparatorluğu dendiğinde artık ona başvuruluyordu (bu açıdan, Ward ve Rustow’un derlediği Political Modernization in Japan and Turkey (Princeton, 1964) cildine verdiği The Nature of Traditional Society: Turkey makalesi iyi bir göstergedir). Gene de mesleğinin 1972’ye kadarki “ilkbaharı ve yazı” daha çok yerli, Türkiyeli bir mahiyet arzeder. Ve ilginçtir, bu dönemde ilgisi de “imparatorluğun ilkbaharı ve yazı” (kuruluş ve yükseliş devirleri, ya da sonradan kendisinin formüle edeceği deyimle Klasik Çağı) üzerinde yoğunlaşmıştı. Daha o zaman, dar anlamda Osmanlı tarihine hâkimiyetin doruğundaydı. 1973’te çıkan The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600, bu ilk aşamadaki birikiminin muhassalası sayılır.
Derken 1972’de, (Türkiye’deki aşırı politizasyondan, sağ-sol kutuplaşmasından ve 12 Mart’ı da içeren ortamın tamamından kaçarcasına) William H. McNeill’in dâvetini kabul edip Chicago’ya gitti ve sadece Osmanlı uzmanı, ünlü bir Türk tarihçisi değil, gerçek anlamıyla bir dünya tarihçisi oldu. Ve ne tuhaf; bir kere daha ömrünün aşamaları ile odaklandığı dönem ve konular arasında bir paralellik oluştu. Zira 70’lerle 90’lar arasında yaşadığı “uzun sonbahar”ın bilimsel ağırlık merkezine, “imparatorluğun uzun sonbaharı” (17. ve 18. yüzyılları) oturdu. Ekonomi ve sosyoloji dahil, insan ve toplum bilimlerinde esen yeni rüzgârları Chicago’da tanıdı. Bu sayede çok önemli bir şey daha yaptı Halil İnalcık: genç kuşaktan entellektüel ve sosyal bilimcilere açıldı. Dekolonizasyon, yani pek çok eski sömürgenin bağımsızlığına kavuşması sonucu, 1960’lar ve 70’lerin ulusal kalkınma çabaları bağlamında “azgelişmişliğin kökenleri” de çok tartışılır olmuştu. Türkiye’de bu tartışma metodolojik bir ayırımla da örtüşmekteydi. Bir tarafında genç teorisistler vardı, diğer tarafında görece yaşlı ampirisistler. Daha çok tarih dışı dallardan, okkalı bir Marksist “emperyalizm ve üretim tarzları” söylemiyle çıkagelen birinci gruptakiler, ortodoks bir tarihçilik tezgâhından yetişmiş ikinci gruptakilerin Ranke’den kalma, 19. yüzyıl tarzı yaklaşımlarını küçümsüyor; diğerleri ise onların amatör cahillikleri ve jargonculuklarını ya hiç ciddiye almıyor, ya tahammül edilmez buluyordu.
Bu ikinci gruptaki profesyonel Osmanlı tarihçileri arasında, bir tek ellisini aşmış haliyle koca İnalcık farklı davrandı o kritik konjonktürde. Benim de bir köşesinde yer aldığım o Huricihan İslâmoğlu ve Çağlar Keyder’ler kuşağını horlamadı, elinin tersiyle itmedi; aksine geldi, kucak açtı ve temas aradı, diyalog aradı, fikrî alışveriş aradı. Hem öğretti, yetiştirdi, zenginlik kattı, hem de kendisi zenginleşti bu süreçte. Sosyo-ekonomik tarihe açıldı; yerine göre Annales ekolünden, yerine göre Marksist “feodalizmden kapitalizme geçiş” sorunsalından, yerine göre “köylü ekonomisi” veya “modern dünya sistemi” veya “askerî devrim ve modern devletin doğuşu” kuramlarından, hep kendine göre bir şeyler öğrendi ve alıp dağarcığına kattı. Böyle böyle, hem benzersiz bir ampirik bilgi ve belgelere hakimiyet, hem ikincil literatür ve teorik vizyon sentezini şahsında mezceder oldu. Bir şey sorardınız; hani Süpermen’in sivil hayatta büründüğü Clark Kent kılığı vardır ya, özel gözlükleri sayesinde herşeyin içini görebilen; işte aynen öyle, müthiş hafızasının röntgen ışınları boşluğu taramaya başlar, hayalindeki arşivin sayısız çekmecelerinden birine girer, şu kadar santim şu kadar milim gider, aradığı klasörde durur, içinden bir doküman çıkartıp adetâ oradan okur ve cevaplardı. Öte yandan, 60'ından sonra oturup Marx okumuş, Weber okumuş, Marc Bloch okumuş, Immanuel Wallerstein okumuş, bulabildiği en iyi Bizantinistleri de okumuş; hepsini çalışmış ve anlamış, doğru kullanmıştı. Çok da esnekti, bilgi ve yorumlarını her zaman gözden geçirmeye açıktı. Bu ikinci (1972 sonrası) dönemini, editörlüğünü Donald Quataert’le birlikte yaptığı An Economic and Social History of the Ottoman Empire 1300-1914 (Cambridge 1994; Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Eren 2000) içindeki (Türkçeye benim çevirmemi özellikle istediği) 400 küsur sayfalık Osmanlı Devleti: Ekonomi ve Toplum, 1300-1600 (Eren, 2000) bölümüyle taçlandırdı. Köprülü’den çok farklı bir Bizans-Osmanlı devamlılığı vurgusunu da, Osmanlı toprak düzeninin (timar sisteminin) Avrupa Ortaçağ rejimlerinden (feodalizmden) sanıldığı kadar farklı olmadığı yargısını da, 1973’teki Klâsik Çağ eserinden çok daha fazla bu 1994 denemesine yansıttı.
Hocası Fuat Köprülü’nün dileğiydi, Osmanlı tarihinin (Oryantalizmin antikacı ve lingüistik safhalarının gölgesinden çıkıp) gelişme ve değişme anlamında tarih olarak -- genel dünya tarihi planında Ortaçağ ve Yeniçağı birleştiren ana eksenlerden biri olarak kavranması. Sonuçta bunu Halil İnalcık gerçekleştirdi; Osmanlı ekonomisi, toplumu ve devletini dünya ve insanlık tarihinin bütünlüğü içine yerleştirerek yorumlayan, nasıl yorunlanabileceğini herkese gösteren, o oldu. Ve bu arada öyle bir corpus, öyle bir bibliyografya, öyle bir eser yığını bıraktı ki geride... Tek bir sömestir de değil, bütün bir yıl, hattâ belki iki yıl sürecek bir Osmanlı Tarihi dersinin çatısını sadece İnalcık makaleleriyle çatsanız ve syllabus’unuza, okuma listenize başka kimseyi katmasanız, sonraki bütün gelişmelere karşın gene de çok temel bir eksiklik oluşmaz, ihtiyacı yüzde seksen oranındakarşılar sanırım. Yok yoktur; (daha önce değindiğim) fetih yöntemleri mi dediniz, Osmanlı öncesi ve sonrası toprak düzenlerinin birbirine eklemlenmesi mi, en çok gurur duyduğu çift-hane sistemi mi (ki Weber ve Chayanov okumaları olmadan düşünülemez), 1442-1453 krizi ve Konstantinopolis’in zaptıyla noktalanması mı (tâ 1954’te basılan Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar’ın yeri hâlâ çok ayrıdır benim için), ardından İstanbul’un yeniden inşası mı, sultanlık kurumu ve saltanat verasetindeki değişimler mi, transit ticareti ve buradan sağlanan nakit gelirlerin devlet örgütüne nasıl yansıdığı mı, ateşli silâhların yayılmasının sosyal sonuçları mı, Celali isyanları mı, timardan iltizama geçiş mi, sermaye birikiminin neden, ne ölçüde olduğu veya olamadığı mı... Çoğu tarihçi bunlardan üçünü beşini araştırıp yazabilse büyük başarı sayılır. Halil İnalcık belki 100 kadar konuda, belki böyle 100 kadar birinci sınıf, bitirici, tanımlayıcı, tâyin edici (seminal denen türden) araştırma makalesi yazdı; bir meslek hayatına, normal boyutlarda en az on meslek hayatı sığdırdı. Külliyatından, asgarî YÖK ölçüleriyle elli altmış yardımçı doçentlik, otuz kırk doçentlik, on beş yirmi profesörlük çıksa şaşırmam. Fernand Braudel öldüğünde (1985) “tarihçilerin prensiydi” diye anıldı. Halil İnalcık da Türkiye’nin Fernand Braudel’iydi. Öyle bir kucaklayıcılık artık mümkün olamaz. Zannımca felek bu diyarda, bu sahada, bir daha asla görmez böyle bir adamı.
Bu kanaatte, kişi olarak yakından tanımışlığımın da büyük payı olmalı. Yüz yıllık ömrünün herhalde bir 10-15 yılında ben de vardım ve sanırım çok sevdik birbirimizi. Çok değişik kökenlerden geliyorduk ve aramızda otuz yaş fark vardı. Ama her nasılsa, birbirimize sezgisel olarak güvendik ve bağlandık. Galiba bir, bilim (ilim) tutkusu ve iki, içtenlik çok önemliydi bu açıdan. “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşurmuş” derdik. ODTÜ'deki yıllarımda, hep Bilkent’te ziyaretine giderdim. Lojmanında saatler geçirirdik. Çilingir sofrası kurmaktan, ikram etmekten zevk alırdı. Klasik müzik dinlerdik (özellikle Romantikleri çok severdi, Brahms, Çaykovski, Chopin, Schumann, Rachmaninov; herkese göstermediği coşkulu, duygulu kişiliğine uygundu); kadeh tokuşturur ve tarihten, insanlıktan, hayat serüvenlerimizden konuşurduk. “Adaşım” derdi bana; “haydi adaşım, bir kadeh daha...” Çocukken çok iyi futbol oynadığını ve hattâ futbolcu olmak istediğini, ancak ciğerlerinin zayıf olduğu teşhisi konunca vazgeçtiğini ve sporu bırakarak kendini tamamen okuyup çalışmaya verdiğini, böyle upuzun sohbetlerden birinde anlatmıştı. Bir diğerinde ise ben çok garip bir tesadüften söz etmiştim, cesaretimi toplayıp. Annem (Yegân Berktay), İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık okuduğu yıllarda, ablası Suzan teyzemin ve ilk eşi, ünlü Türkolog Ahmet Caferoğlu’nun Levent’teki evlerinde kalırmış. Genç doçent Halil İnalcık da bazen gelip gidermiş oraya. Henüz bekârmış. Annemi uzaktan görüp beğenmiş ve zemin yoklamış, talip olsam mı diye. Ama annemin gözü daha o zaman babamdan (Erdoğan Berktay) başkasını görmediğinden hiç oralı olmamış... Bana bunu annem anlattı, İnalcık Hocayla dostluğumuz gelişirken; ben de rakılı söyleşilerimizden birinde kendisine aktardım, muzip muzip. Hatırladı! Hatırladı! Ya, vardı öyle bir şey dedi. Sonra durup şöyle bir baktı bana: Yani, dedi, ben senin baban mı olabilir mişim bir zamanlar? Çok güldük karşılıklı. Durdu. İyi ki olmamışım, olmamışsın dedi. Bak ne güzel arkadaşlık ediyoruz. Edemezdik. Ben ben olmazdım, sen de sen olmazdın... Böyle de bir ruh derinliği vardı.
İnanılmaz canlılığını, kıvrak zekâsını, yaşama sevincini başka nasıl anlatsam? Ağustos 1995’te, İstanbul’a bir uğrayışında, Dragos’tan gelip bizim Bebek’teki evimizde kalmıştı birkaç gün (kucağımızda daha ikisine varmamış Ada, en güzel aile fotoğraflarımızdan birini de kendi kamerasıyla çekmişti o sırada). Ama asıl, bizim kitaplığın önünde neredeyse bütün gün ayakta, yeni Avrupa tarihi kitaplarını tek tek çıkarıp soruşu ve çoğunu yazarı ve başlığıyla not edişi gitniyor gözlerimin önünden. Bana “küçük dünyalar” (Small Worlds) literatürünü anlattırmıştı, sonra Karanlık Çağların (formel hukuk öncesi) “uzlaşmazlıkların [yerel ölçeklerde, informel] çözümü” (Settlement of Disputes) literatürünü anlattırmıştı, dikkat ve sabırla. Yirmi yıl önceydi, yani 80’indeydi artık. Ama hâlâ en az beş yıllık okuma listeleri yapıyordu. Nasıl bir ilgi ve meraktı; herşeyi, ama herşeyi öğrenme tutkusuydu bu? Hani Nâzım’ın bir şiiri vardır ya, nasıl ve nerede olursak olalım / hiç ölünmeyecek gibi yaşanacak diye biten. Aynen öyle, hiç ölmeyecek gibi yaşıyordu.
Ama gitti işte ve gittiğini ancak kırk sekiz saat sonra algılamaya başladım. Dün (Salı) zar zor döşendim o gazetelere o basmadıkları satırları. Bir ricası vardı, bir vasiyeti, defalarca tekrarladığı. “Adaşım, benim entellektüel biyografimi yaz, beni en iyi sen anlar ve anlatırsın” derdi. Bebek ziyareti sırasında, 1994 kitabının iç kapağına imâ yollu yazıp imzalamıştı da bunu. Yazdıklarımı en eyi anlayan ve eleştiren sevgili Halil’e. 17 Ağustos 1995.
Ben de ona defalarca söz verdim, yapacağım diye. Ama korkuyorum da bir yandan. Halil İnalcık bir Michelangelo’ydu, başladığı hemen her işi neredeyse yüzde yüz bitiren. Ben hiç öyle değilim. Hayatım taslak ve yarımlarla dolu. Gene de bu sefer sözümü tutacağımı umuyorum.
Yazarlar
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları



































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024