Atilla YAYLA
Kuvvetler ayrılığı demokrasinin olmazsa olmazlarından sayılır ama kökleri demokraside değil liberalizmde yatar. Amacı, devletin üç temel kuvveti kabul edilen yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanmasını engellemek ve böylece temel hak ve özgürlükleri devlet gücü karşısında korumak olarak gösterilir. Bu bakışta mantıklı bir taraf var. Kanunu yapan, yürüten ve ihtilâfları da bu kanunları kullanarak, yorumlayarak bizzat çözen bir organ büyük bir güç elde etmiş olur. Bu gücün yozlaşması neredeyse kaçınılmazdır. Bu yüzden kuvvetler ayrı ellerde bulunmalıdır.
Gelgelelim kuvvetler ayrılığının muhtevası, tarihi ve özellikle başarısı tartışmaya çok açık. F. A. Hayek klasik eserlerinden Hukuk, Yasama ve Özgürlük’te kuvvetler ayrılığının ondan beklenenleri tam manasıyla yerine getiremediğini ve devletlerin her yerde liberaller tarafından sahip olmamaları istenen güçlere adım adım uaştığını söyler. Bu yüzden, devlet iktidarını sınırlamanın başka yollarının araştırılmasını ister.
Hayek’in tespit ve endişelerinin yersiz olduğu söylenemez. Meselâ ABD siyasî tarihi incelendiğinde federal devletin federe devletler ve hem federe devletlerin hem de federal devletin bireyler ve sivil toplum karşısında git gide güçlendiği görülür. Bugün ABD devletin vatandaşı en fazla takip ettiği, fişlediği, mülkiyet hakkı gibi hakların üstelik yargı eliyle kurnazca ihlâl edilebildiği bir ülke görünümü vermekte. Durumunun hâlâ başka ülkelerinkinden nispeten iyi olması bu gerçeği görmemizi engellememeli.
Kuvvetler ayrılığı neden beklendiği kadar başarılı olamadı? Sanırım bu meselenin üzerinde düşünülmesi ve çalışılması gereken birkaç boyutu var. Böyle bir yazıdan ziyade akademik çalışmalara konu olması gereken bu boyutlara kısaca işaret edelim.
Her ne kadar kuvvetler ayrı ellerde olsun deniyorsa da birçok durumda bu kuvvetlerin bir şekilde işbirliği içinde olması gerekiyor. Bu yüzden tahmin edilemeyen güç artışı durumları ortaya çıkıyor. İkinci olarak, kuvvetlerin ayrı ellerde toplanması üzerinde odaklanma kuvvetlerin kendi alanlarında ne hâlde olduğunun gözden kaçırılmasına sebep olabiliyor. Dikkatlerimizi daha ziyade yürütmeye yöneltiyoruz ama yasama ve yargının da sınırlanması lâzım ve bu husus çok daha az dikkat ve ilgi çekiyor. Meselâ yargı. Hem ABD örneğinde hem de başka yerlerde özellikle anayasal yargıda haklara zarar verici adımlar atılabiliyor. İlginç şekilde, sadece yürütme değil her kuvvet kendi iktidar alanını genişletmeye çalışıyor.
Bu tartışmaları bir yana bırakıp ülkemize dönersek kuvvetler ayrılığı açısından ne görürüz? Türkiye’nin 1961’den beridir parlamenter hükümet sistemine sahip olduğu söyleniyor. Diyelim ki öyle. Parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı açısından genel durumu nedir? Doğası gereği parlamenter sistemde kuvvetler ayrılığı yoktur veya yok denecek kadar azdır. Yasama ve yürütme biçimsel olarak ayrı ayrı organlar olsa bile fiiliyatta iç içe geçmiştir. Hükümet iktidar olabilmek ve orada kalabilmek için parlamentoda çoğunluğu sağlamak zorundadır. Bu ona aynı zamanda yasama organında kanun yapma-yaptırtma gücü verir. Öncesini bir yana bırakalım, Türkiye’nin 14 yıllık AK Parti iktidarları dönemi bunun en iyi delildir. Ancak bu durum, yani yasama ile ürütmenin iç içeliği veya kısmî örtüşmesi, teorinin bize söylediği gibi her seferinde kötü sonuç vermedi. Bazı durumlarda hak ve özgürlüklerin çiğnenmesine değil korunmasına hizmet eti. Örneğin, yürütme yasamadan kanun çıkartacak güce sahip olmasaydı hayat hakkı başta olmak üzere her hak ve özgürlüğü çiğneyen FETÖ ile mücadele edilemezdi.
16 Nisan’da referanduma sunulan anayasa değişikliği teklifi siyasî sistemimizdeki kuvvetler ayrılığını rafa mı kaldırıyor? Bunu söylemek saçma olur, zira bir şeyin kaldırılabilmesi için önce var olması gerekir. O zaman yapılacak tek anlamlı şey kuvvetler ayrılığının cari duruma göre iyiye mi yoksa kötüye mi gittiğine bakmak. Bu yapılınca da karşımıza çıkan manzara kuvvetler ayrılığında kısmî bir güçlenmenin gerçekleşmesi oluyor. Zira, oylanacak sistemde, cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Mehmet Uçum’un bir televizyon programında söylediği gibi, “hükümet Meclis’ten kovuluyor.”
Yeni sistemde, daha somut söylersek, cumhurbaşkanı ve bakanları parlamenter olmayacak ve parlamento faaliyetlerine katılamayacak. Böylece, en azından formel anlamda, yürütme ile yasama kesin olarak birbirinden ayrılmış olacak. Bunun önceki duruma göre kuvvetler ayrılığında bir güçlenmeye tekabül ettiği elbette söylenebilir. Bu tespite hemen yapılabilecek bir itiraz cumhurbaşkanının parti başkanlığını muhafaza edebilmesi ve milletvekillerini belirleyebilme gücü nedeniyle Meclis üzerinde daha etkili olacağı. Bu da doğru, ama bu durumda bile cumhurbaşkanının meclis üzerindeki kontrol gücünün meselâ cari durumda başbakanın sahip olduğu kontrol gücüne nispetle daha az olacağı bir hakikat. Diğer taraftan, bir başka ihtimâl daha var: Cumhurbaşkanının partisinin Meclis’te çoğunluğu elde edememesi. Bu durumda çok daha pekişmiş konjonktürel bir kuvvetler ayrılığı ortaya çıkabilir.
Netice itibarıyla anayasa değişiklik paketi kuvvetler ayrılığını tipik bir başkanlık sisteminde olduğu seviyeye yükseltmiyor, ama cari duruma göre biraz olsun kuvvetlendiriyor. Bu tespit doğruysa teklife kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıyor diye itiraz etmenin bir anlamı ve geçerliliği yok.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.04.2021
24.04.2020
12.02.2020
13.11.2019
28.07.2019
28.05.2019
22.05.2019
14.05.2019
12.05.2019
18.04.2019