Ayhan BİLGEN

Ayhan BİLGEN
Ayhan BİLGEN
Tüm Yazıları
ASAYİŞ BERKEMAL
5.08.2012
2440

 Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin kime ne getireceği ile ilgili üç kaba kategori oluşturmak mümkün. Birinci grup konumu asla eskisinden daha kötü olmayacağı kazançlı çıkacakları tahmin edilebilir olanlar. Bu kategoride sayılabilecek olan ilk topluluk Kürtler. Dört parçada da geçen yüzyılın faturasını en ağır ödeyen Kürtlerin yeni tablo ne şekilde somutlaşırsa somutlaşsın  yeni bir pozisyon yakalayacakları açık.

Üzerinde kolay değerlendirme yapılabilir olan ikinci grup, sürecin sonunda mutlaka  güç kaybedecek olanlardır.Eski konumlarını koruması imkansız olanlar büyük oranda mevcut yönetimler ve onların en yakın destekçileridir.

Üçüncü ve daha geniş dilim aralığına girenler ise henüz ne kadar ve ne kazanacağı belli olmadığı gibi yeni kazanımlar peşinde koşarken elindeki imkanları kaybetme riski ile karşı karşıya olanlardır.

Türkiye’nin birinci gruba girdiğini düşünenleri ikna etmeye söz yetmez diye düşünüyorum. Onlar ancak yaşayıp görerek öğrenme ihtimali olan ama belki bu şanstan bile kendini mahrum etmeye aday yaklaşımlar içindeler. İçine girdikleri büyüklük ve çok bilmişlik edası ile bir süre daha hız yapmaya kesin kararlı gözüküyorlar.

Bence tartışılmaya değer olan Türkiye’nin ikinci yada üçüncü gruba girme potansiyeline dair analizlerdir. Bir tarafta eğilimler, alışkanlıklar var, diğer tarafta direkten dönen toplar sayesinde yapılan manevralarla durumu idare etme ihtimali.

Bir davulcunun tokmağı ile sinir uçları harekete geçirilebilen bir ülkenin kendi toplumsal gerçeğini göz ardı ederek bölgesel hamleler yapmasının riskleri ortada. Bu uyarıyı peşinen reddedip “ne yani oturup seyretsek daha mı iyi ?” tepkisi verenler, stratejinin geliştirmenin en önemli ilk adımının “güçleri doğru okuma” üzerine oturduğunu göz ardı ediyorlar.

Ne kendi  zaaflarının farkındalar ne diğer aktörlerin güçlerini yakından takip ediyorlar. Karşısındakini hafife almayı, kendi gücüne güven duygusu ile hareket etmeyi temel politika haline getirenler, yaşadıkları şoklardan bile ders çıkartmayı beceremeyebilirler.

Elinde düdüğü ile ortalıkta dolaşmayı, mahallenin güvenliğini  garanti altına almak sanan gece bekçisine benzer bir hal içindeyiz. Asayişin berkemal olduğuna dair verilen tekmiller tam bir yalan ve hayal ürünü.

Şemdinli’de ne olup bittiğine dair gerçekleri bile halkı ile paylaşamayan bir siyaset tarzı ile  Ortadoğu’da yeni dönemin öncülüğüne kalkıp, adım adım uçuruma doğru yol alırken,  acıları unutturmanın yolunun beklentileri yükseltmekten geçtiği algısı ile hareket  ediyoruz.

Tutuklu vekiller sorununun üçüncü yargı paketi ile de çözülememiş olması üzerine, bu iş yeni anayasa ile çözülecek beklentisi pompalayanlar, devam eden tutuklamaları “münferit vakalar” olarak  yorumlayarak hepimizi ikna ediyor ve bizim  kendimizi mutlu hissetmemizi sağlıyorlar.

st�P 'o�Z��V2.0pt;mso-bidi-font-size:11.0pt; line-height:115%'>Bu toplumsal olayları sonuçlarıyla değil de daha derinlemesine nedenleriyle tartışmalıyız yoksa,devam eden daha da büyük çatışmalara gebe bu gidişat.

 

Davulsuz bir ramazanda sahura kalkılmaz mı,hele bazı illerde sahurda bir de top atılıyor,diğer tüm illerde ve ilçe ve beldelerde iftar topu atılıyor; bunlar Ramazan ayının olmazsa olmazları mı? Dinin kutsal kitabında mı geçiyor sahura davulla kalkın,iftarı topla açın,diye, bir hadis veya ayet mi var? Bu gürültü kirliliğinin n eresi İslami bir gelenek, hangi İslam ülkelerinde yaşanıyor,böyle toplumun her kesimini rahatsız etmek?

Ramazan ayı demek gürültü,demek,baskı demek ve yasak demek? Oruç tutmayanların sosyal hayatını yaşamamak,demek..Bu gürültüyü ve baskıyı konuşmayacak mıyız?

Gece hasta olanlar,yaşlılar,uyku uyuyan bebekler,çocuklar,oruç tutmayanlara karşı yapılmış bir zorbalık değil mi,Ramazan davulu ve topu?

İnanların oruç tutma özgürlüğü varda, tutmayanların tutmama özgürlüğü yok mu?

İslam dini bu kadar güzel ve hoşgörülü de bu vahşet,bu baskı ve tehdit ne? Bu kadar güzel anlatılan İslam diniyle,yaşanılan barbarlığı nasıl bağdaştıracağız.

Yaratana saygı duyarız yaradan dan dolayı,diyeceksiniz ardından da, Allah yarattı demeyecek,yakıp-yıkıp göçe zorlayacaksınız sizin gibi yaşamayanı..

Yukarda da biraz değindim ama açayım buraya nasıl gelindi!..

Özellikle 12 Eylül askeri faşist darbeden sonra ülke de komünizme karşı din öne çıkartıldı,bu aynı zaman ABD’nin yeşil kuşak projesiydi; tüm kamu kurumlarının dairlerinde ve fabrikalarında, Ramazan ayında yemek çıkartılmamaya başladı,daha önce böyle bir uygulama yoktu..Bu uygulama bir devlet politikası haline getirildi ve her ramazan ayında yemekhaneler kapatıldı..peşinden ramazan ayında kentlerde içkili lokantalar,birahaneler kapatılmaya başladı..Bu arada bir anekdot aktarayım 12 Eylülden sonra,fabrikada çalışırken böyle bir ramazan ayından  fabrikanın yemek hanesini kapatınca iki arkadaş Kocaeli bölge çalışma müdürlüğüne sözlü olarak  baş vuru yaptık yemekhanemizi kapatamazsınız,diye..Bir  yetkili bize aynen şunu söyledi:bir ay evinizden sefer tasıyla yemek getirseniz ne olur,atalarımız çıkınla tarlalara giderdi,dedi..Olayları sonuçlarıyla değil nedenleriyle değerlendirilmeli..Bu gelinen Ramazan ayındaki baskıların arka planı yani bir tarihi var..Sürgü beldesinde gördüğümüz gibi fırınlar saat üçe kadar ekmek çıkartmamaya başladı,bu münferit değil başka illere ve ilçelere yaygınlaşma politikasının başlangıcı olarak görülmeli..

Başbakan dindar bir nesil yetiştireceğiz,diyor..Dindar bir nesil yetiştirmeniz için ırkı,dini,dili mezhebi bir olan tekçi,yani homojen bir toplum yaratmak gerekiyor mevcut olan çoğunluk desteği kesmiyor,Başbakan Erdoğan’ı ve Ak Parti hükümetini...Başbakan Erdoğan,onun için topluma yeni bir din ve ahlak formatı atmaya kalkıyor, din referanslı olarak..

Dinde estetik,sanat,hümanizm,diye bir zarafet olmaz mı? Milyonlarca insanın inancı olan,bu kutsal yüce dine yapılan haksızlık değil mi,bu yapılan inanca ve insanlığa sığmayan barbarlıklar neyin nesi? On altıncı yüz yılda kilisenin insanlığa yaşattığı orta çağ zihniyetini, çağrıştırmıyor mu?

Değerli dostum Mehmet Altan’ın “kent dindarlığı” adlı eserini okumalarını öneririm..

Altan soruyor; İslamiyet Şeyh Galip’ten Taliban’a geldi yeryüzünde.

Haksız mı Altan!..

İslam dini bu kadar güzel de, biz toplum olarak bu güzelliği ve sevecenliği,estetiği,hümanizm mi, niye göremiyoruz.Tek bir getirerek insanlar yakılıp-öldürülüyor,kendi gibi yaşamayanları göçe zorluyorsa bu anlatılan din olamaz,mütedeyyin insanlara düşmüyor mu, bu yobaz ve gericilerle mücadele etmek..  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar