Etyen MAHÇUPYAN
Sovyet sistemi çöktüğünde liberalizmin ilelebet payidar olacağını, bu anlamda tarihin sonunun geldiğini sananlar olmuştu. Gerçi pek ciddiye alınmadılar ama onları ciddiye almayanlar bile muhtemelen modernliğin bu denli hızla ve kolayca kendi öğelerine savrulma ihtimali olduğunu düşünmüyordu.
Nitekim modernliğin bireyselleşme, özgürleşme ve eşdüzeylilik ima eden relativist zemini ile merkeziyetçilik, kamusallık ve hiyerarşiyi öne çıkaran otoriter yönünün yerleşik ve kalıcı bir ‘bütüncül sistem’ oluşturduğu fikri son derece yaygın. Her iki zihniyetin ortak yönü olan rasyonellik ve kültürel homojenlik halen gayet sağlam dayanaklar olarak görülüyor.
Ne var ki son dönemde şu gözlemi giderek birçok coğrafya için ve daha sık duyuyoruz: ‘Tam da göçmenler kültürel homojenliği yıpratır ve modernliğin içinden buna çare bulunamazken, bazı devletlerin hasmane tutumu ile uluslararası alanda kırılgan hale geliyoruz. Ancak siyasi iktidar olayın ciddiyetini kavrayıp gereğini yapma iradesine sahip gözükmüyor.’
Şimdi kendinizi bir emekli generalin yerine koyun… Uzaktan ve tepeden bakmanın avantajıyla, bir yandan ülkenizin aynı anda iç ve dış tehditler altına girmekte olduğunu, diğer yandan devlet mekanizmasının milli çıkarları kollamak ve kamu düzenini koruyup sürdürmek için gereken rasyonaliteyi hayata geçiremediğini tespit ediyorsunuz.
Devlet adına düşünüp hissetmenin sorumluluğunu taşıyan biri olarak bu durumu kolayca sineye çekebilir, sessiz kalabilir misiniz?
İlk adım bizimkilerden geldi. Nisan başında 104 emekli amiral, ‘tam egemenlik haklarını geri kazandıran’ Montrö ve Lozan’a sahip çıktılar. Ayrıca personelin Atatürk ilkelerine göre yetiştirilmesi gereğini vurgulayıp Atatürk’ün çizdiği ‘çağdaş rotadan’ uzaklaşılmaması gereğinin altını çizdiler.
Ancak bildirinin asıl ilginç yanı ‘kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders’ olarak sunulan şu cümleydi… “TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zarureti” (vardır). Normalde bu cümlenin başında ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olmasını bekleriz, çünkü sözü edilen şey Anayasa’nın maddeleri ve sadece TSK’yı değil tüm ülkeyi ilgilendirmesi bir yana, söz konusu metnin vatandaşlar tarafından belirlendiği kabulüne sahibiz.
Oysa askeriyede ülkenin ‘gerçek’ sahipliği duygusu o denli güçlü ki, vatandaşlar hangi yönde tercihte bulunursa bulunsun, Amiraller kendi kurum ve konumlarının o tercihlerin ‘dışında ve üzerinde’ olduğundan eminler.
Aynı yaklaşıma Nisan ayının sonunda iç savaş uyarısı yapan Fransız Generallerinde de tanık olduk. Yüzlerce muvazzaf subayın da imzaladığı bildiri bizdeki kurum savunuculuğunun ötesine geçip hükümeti ‘orduyu darbe yapma zorunluluğuna itmekle’ suçluyordu.
“Emeklilikte bile güzel ülkemizi tehdit eden bu tehlikeler karşısında sessiz kalamayız” diyen Generallerin tespiti basitti: Durum ciddi ama hükümet gevşek. Buna göre ‘İslamcılar ve banliyö sürüleri’ ülke kültür ve geleneğini tahrip etmeye çalışmakta, ırkçılıkla mücadele adına ırk temelli bir savaş yaratma peşinde koşmaktaydı. Amaçları devletin ve anayasanın hükmü dışında bağımsız bölgeler oluşturmaktı.
Hükümet ise gereken cesareti gösterememek, mevcut yasaları bile kararlılıkla uygulamamak bir yana, gevşeklik ve ‘aylaklık’ içindeydi. Bildirinin sonu beklenen uyarıyı yapmaktaydı: “Eğer hiçbir şey yapılmazsa, bu gevşeklik toplumda yayılmaya devam edecek ve sonuçta bir patlamayla, görevde olan meslektaşlarımızın yurttaşlarımızı ve medeni değerlerimizi korumak için tehlikeli bir göreve atılmasına yol açacak.”
Bunca modernlik ve demokrasi deneyiminden sonra, bu değerlerin beşiği sayılan Fransa’da emekli askerler açıkça ülke için neyin iyi olduğunu ve neyin tehlike teşkil ettiğini kendilerinin bildiğini söylemekle kalmıyor, ülke kendi istedikleri yönde gitmezse darbe yapmaktan başka çare olmadığını söyleyebiliyorlar…
Fransa kültürel homojenizasyonu kritik hale getiren bir modernleşme sürecine sahip olduğu ölçüde, tehditler ‘içeriden’, toplumsal çeşitliliğin kontrol edilemez niteliklerinden hareketle tanımlanıyor. Bu unsur Anglo-Sakson toplumlarda o denli ağırlıklı değil. Ama garip bir şekilde ABD’nin de sanki 1950’li yıllara geri dönmüş bir hali var.
Bize bunu hatırlatan, 124 emekli general ve amiralin Mayıs ortasında Başkan Biden’ı hedef alan bildirisi oldu. Amerikan subayları olmanın getirdiği ‘vizyonla’ Çin’in dünya hakimiyetine doğru ilerleyen en büyük dış tehdit olduğu, İran gibi bir ‘terörist ulusa’ destek verilmemesi, İsrail ile birlikte davranılması türünden ‘sorumluluk’ izlenimi veren cümleler asıl mesaja ek mahiyetindeydi.
Bildiriyi imzalayan subaylara göre ABD kuruluşundan bu yana en büyük hayatta kalma (beka) mücadelesini vermekteydi ve bu mücadele özgürlük destekçileri (yani kendileri) ile ‘sosyalizm ve Marksizm destekçileri’ (yani demokrat Kongre ve Biden) arasındaydı. Ve de son seçimler ‘Marksist tiranlık hükümetine doğru sert bir dönüş’ yaşanmasına neden olmuştu.
Nitekim bildiri seçimlere temel bir itiraz dillendiriyor. Seçimlerin adil ve dürüst yapılmadığı, çünkü resmi kimlikler dışındaki kimliklerin de kullanıldığı ve bu duruma karşı çıkanların ırkçılıkla yaftalandığını vurguluyor. ‘Yasa dışı’ oy kullanma ise açık sınır siyaseti ile bağdaştırılıyor. Açık sınırların ulusal güvenliği tehdit ettiği öne sürülerek, ‘egemenliğin’ ancak kontrollü sınırlarla mümkün olduğu söyleniyor.
Nihayet Biden’ın sağlığına da değinilerek can alıcı cümleye geliniyor: “Hızlı bir şekilde doğru ulusal güvenlik kararları verebilmeli… her zaman tartışılmaz bir emir komuta zincirine sahip olmalıyız.” Yani bu ciddi iş Demokratlara bırakılamaz denmiş oluyor. Ancak Amerikalı generaller ‘darbe yaparız’ demek yerine, tek çözümün Cumhuriyetçilerin yeniden iktidara gelmesi olduğunu vurgulamakla yetiniyorlar.
Üç bildiri de iç tehdit ve tehlikelerin yarattığı ve yaratacağı tahribatla ilgili kaygıları dillendirip, içinde bulunulan siyasi kültür ve konjonktüre göre çözüm öneriyor. Türkiye’deki emekli generaller TSK’yı önemli ve etkili kılan rejimin devam etmesini istiyor ve bunu siyasi iktidardan bekliyorlar. Fransadakiler ulusal kimlik ve kültür kaybı karşısında orduyu nihai yetkili olarak görüyor, Amerikadakiler ise aynı tehdide karşı siyasi direnç ve mücadele gösterilmesi gerektiğini öne sürüyorlar.
Çözümler hem devlet geleneğini hem de ordunun göreceli gücünü ve ülkedeki cari dengeleri yansıtıyor. Ancak asıl ilginci, önümüzdeki dönemde siyaseti tetikleme işlevi görebilecek olan gerekçenin her üç ülkede de benzer olması: Kültürel homojenliğin bozulması ve devlet öncülüğündeki ideolojik doğrultudan sapılması.
Modernliğin muhafazakârlaşmasına, temelinde değişim olan bir kültürün değişenle baş edememesi sonucu ‘değişmeyene’ sarılmasına tanık oluyoruz. Söz konusu muhafazakârlığı doğal olarak sahiplenen ordu ülkeyi ‘olması gereken noktada’ sabit kılmak üzere bir savunma dürtüsü geliştiriyor.
Modernliğin görünen krizi göçmenler nedeniyle kamusal alan homojenliğinin bozulması ve böylece ortak ahlak zemininin belirsizleşmesiydi. Ancak derinde bir başka kriz daha yaşanıyor: Bireysellik ve özgürlük, merkezi devlet otoritesinin denetimi ve yönlendirmesinden kurtuluyor… Oysa vatandaşlık bu sınırların kabulünü gerektiriyor, bireysel farklılaşma ancak bu sınırlar dahilinde meşru görülüyor.
Bu denge esas olarak halen geçerli… Ne var ki yönetenler ile yönetilenler arasındaki mesafe giderek göze batıyor ve itiraza konu oluyor. Post modern durum otoriter zihniyeti ve uygulamaları hedef alırken demokrasi algısının düşünülenden çok daha öznel olabileceğini gösterdi. Dolayısıyla merkezi denetim ve yönlendirmenin etkisiz kalabileceği bir tarihsel momentte, kültürel ve ahlaki çoğullaşma büyük bir tehdit olarak ortaya çıkıyor.
Toplumun bir bölümü bu değişimi ‘güçlü’ demokrasi adına selamlarken, önemli bir bölümü kimlik ve kültür kaybına uğrama, kaosa sürüklenme korkusu ile karşılamakta. Daha öncesinde ‘sosyoekonomik’ olarak görülen zümresel/sınıfsal farklılıklar, ilk kez apaçık şekilde ‘ahlaki ve zihniyetsel’ anlam kazanıyor ve alışık olunan farklılaşmayı yatay kesiyor. Diğer deyişle toplumların içindeki tavır, tutum ve inanç dağılımı çok yönlü, çok katmanlı, neredeyse kaotik bir nitelik kazanmakta.
Batılı modern ülkelerde hemen her mesele toplumları kesin çizgilerle ikiye bölmeye ve zaman içinde siyaset alanına sirayet eden bu bölünmeler üst üste binerek kalıplaşıp katılaşmaya başlıyor. Öyle ki taraflar arasında aşılması güç, kesin bölünmeler ortaya çıkarken her kanat kendi alt siyasi kültürüne sığınıyor.
Toplumun iç bütünlüğünü kaybedip ‘yönünü’ şaşırdığı, buna karşılık devletin prestij ve meşruiyet yıpranması yaşadığı bu sürecin askerleri aşırı ‘duyarlı’ kılması şaşırtıcı değil. Eğitimleri bu yönde… Kafaları bu şekilde çalışıyor… Ve toplum içindeki özel konumları hem toplumun ‘milli’ bütünlüğünün, hem de ayrıcalıklı devlet geleneğinin devamına muhtaç.
Dolayısıyla modernliğin krizini en fazla ‘hisseden’ kurumun ‘milli ordular’ olduğu söylenebilir. Üstelik günümüzde modern ordunun askeri işlevi devam etse de fikirsel/felsefi zeminde devri doluyor. İdeolojik temsil gücü ve yeteneği hızla zayıflıyor. Bu da siyasetin alanını genişletiyor ve askerlerde siyasete daha sık, rutin, kurumsallaşmış müdahale ihtiyacı uyandırıyor.
Söz konusu ihtiyacı emekliler daha fazla hissediyor, çünkü duygusal açıdan daha çaresizler… Böyle baktığımızda generallerin bildirilerini ‘anlayışla’ karşılamak mümkün ama siyasi anlamını düşündüğümüzde otoriter zihniyeti, baskıcılığı ve kaba güç kullanımını bir kurtuluş olarak gören bu tutucu yaklaşıma prim vermemek gerek.
Modern ulus-devletin değişim karşısındaki aczinin bedeli toplumların özgürlüğü ile ödenmemeli. Çünkü insanlık açısından bu bir çıkmaz yol… Hastalanmaya davet çıkaran bir yol.
Modern toplumların bizzat kendilerinden korkması tarihsel bir başarısızlığı ima edecektir. Ama önlerinde demokrat zihniyete doğru evrilme ve bunu bilinçli çaba ile gerçekleştirmeye çalışma alternatifi de var.
Teslim edelim, demokratlık korkutucudur… Belirsizliğe razı olmanızı, dünyanızı size benzemeyenle paylaşmanızı ve bu paylaşma adına sorumluluk almanızı gerektirir. Buradan nasıl bir dünya çıkacağını bilmeden o dünyayı ‘deneme’ isteğini ve iradesini talep eder.
Modern devlet buna hazır mı, ister mi, becerebilir mi göreceğiz… Modernliğin bu haliyle ilelebet yaşayacağına inanılması halinde insanlık epey zavallı hallere düşmeye aday gözüküyor. Ama bunu isteyenler olacak ve bizleri ‘elimizdekini kaybetme’ ihtimaline karşı uyaracaklar.
Nitekim general bildirileri de bizi arkaik bir gündeme, ‘iyi’ ile ‘kötünün’ savaşına ve beka mücadelesine davet ediyor. Umarım bunlar gelecekteki sıkışmaya dair bir uyarı olur… Askerlerin darbe yapma ihtimaline karşı değil. Demokratlığa kapı açılmadığı takdirde toplumların da ‘askerleşip’ otoriter zihniyetin kanıksanmasına davet çıkarabileceği için.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023