Münir AKTOLGA
İÇİNDEKİLER
YA BİZDEKİ JÖNTÜRKLÜK-İTTİHATÇILIK İDEOLOJİSİ4
PEKİ, ANADOLU BURJUVALARINA NE OLUYOR, ONLARIN NEDEN BİR İDEOLOJİYE İHTİYACI VARDI?...5
KÜRESELLEŞME, 21.YY PARADİGMALARI VE İDEOLOJİNİN SONU!9
Facebook’ta yaptığım bir yorumda „Bütün ideolojiler son tahlilde beyindeki nöronal ağlara musallat olan zihinsel virüslerdir“ demiştim. Bir „arkadaş“ altına şöyle yazmış: „İdeoloji, dünya görüşü demektir, ideolojik bakmıyorsanız bir dünya görüşünüz yoktur demektir ki, günümüz toplumlarında oluşturulmak istenen insan tipi tam da bu tiptir. "İdeolojilerin sonunun geldiğini" savunmak da bir ideolojidir haliyle. Bu durumda her zaman için nereye baktığınız değil, nereden baktığınız önemlidir”.
Ne güzel, ne kadar mantıki görünen laflar bunlar değil mi!... İşte, “zihinsel virüs” derken ben de tam bunu kastediyordum! Yukardaki ifadeden anlaşıldığı kadarıyla burada söz konusu olan “solcu” bir virüs; ama hangi türden olursa olsun bütün ideolojiler özünde aynıdır. Hepsi de, 19-20.yy kalıntısı zihinsel şablomlar olarak şekillenen nöronal programlardır. Onlarla aynı kulvarda koşmaya çalışarak, ya da onlara karşı “ideolojik mücadele” vererek onları mahkum etmek mümkün değildir. Çünkü, ideoloji denilen nöronal virüs, kendi içinde, dışardan gelebilecek bütün sorulara karşı cevabı hazır olan zihinsel bir programdır... İşte onun içindir ki, “ideolojik mücadele” ile falan boşuna uğraşmayın, paradigma-kulvar değiştirerek yolunuza devam edin diyorum!... Şunu unutmayın ki, her ideolojinin-bu ideoloji kelaynak kuşları gibi nesli tükenen bir 20.yy gerçeğine de dayansa- bugün hala onu ayakta tutan maddi-sınıfsal bir temeli vardır. Ve bu maddi gerçeklik lafla yok edilemez! O ancak yeni yaşam biçimleri üretilerek, yeni paradigmaların daha da güç kazanmasının önü açılarak yok edilebilir...
Ama önce ideoloji nedir bir kere daha onu görelim isterseniz:
İDEOLOJİ NEDİR
İdeoloji, sınıflı toplumlarda, toplumsal sınıfların, ya da kendisi de bir sınıflı toplum gerçekliği olan bir devletin, yaşamı devam ettirme mücadelesinde olaylara ve süreçlere, dış dünyaya, toplumdaki diğer sınıf ve tabakalara, veya başka toplumlarla olan ilişkilere kendi bireysel varoluş eksenini-„kendinde şey“ olarak „kendisi için“ varlığını-temel alan bakış açısıdır. Daha başka bir deyişle, toplumsal sınıfların ve devletin dış dünyaya ve kendilerine kendi varoluş zeminlerine yerleştirdikleri koordinat sisteminden baktıkları zaman görünenlerin (ortaya çıkan düşünce ve fikirlerin) rasyonal- sistemazite- hale gelmesiyle ortaya çıkan paradigmal dünya görüşüdür.
İNSAN BEYNİ İLE KOMPÜTER ARASINDAKİ BENZERLİK VE FARKLILIKLAR...
İDEOLOJİNİN VE YAPAY ZEKÂNIN SINIRLARI...
İdeoloji bir software-program ise, insan beyni de bu bilgisayarın ‘hardware’idir! İşte, hangi türden olursa olsun bütün ideolojilerin insana ve topluma bakışı budur! Yani bir ideoloji açısından insan beyninin kompüterden farkı yoktur. Çünkü ideolojiler “dışardan gelerek” insan beynini işgal eden, sistemin elementlerini-nöronları-kontrol altına alarak onlarıbelirli bir şekilde programlayan informasyon-bilgi sistemleridir. Öyle ki, bu programlar zamanla insanların-ve toplumların- kimliğini belirleyen inançsistemleri haline gelerek onları robot haline getirirler.
Peki insanla-insan beyniyle kompüter[1] aynışey midir, bunların arasında hiçfark yok mudur?
Bu evrendeki bütün varlıklar-varolan herşey-son tahlilde, dışardan-çevreden-gelen informasyonlarıkendi içlerinde kayıt altında olan-“sahip oldukları”-bilgiyle(“bilgi temeliyle”) değerlendirerek işleyen, sonra da, ortaya çıkan sonuçlarla-çıktılarla- çevreyi etkileyen bir informasyon işleme sistemidir. (http://www.aktolga.de/t4.pdf ) Buraya kadar tamam, bir sorun yok!... Yani evet, “herşey”, son tahlilde, belirli bir programa göre işleyen bir informasyon işleme sistemi olarak bir kompüter gibidir ama, organizmanın-insan beyninin- buna ek olarak, yaşamıdevam ettirme mücadelesi içinde yeni bilgiler üretirken, yeni davranışların temelini oluşturacak yeni programlar yapabilme-kendini yeniden programlayabilme-, mevcut programlarınıgenişletip-değiştirme yeteneği de vardır. İşte, yaşamıdevam ettirme-çevreye uyum mücadelesi içinde sürekli yeni programlar yaparak kendini-selbst- yeniden üretebilen organizmayla-insan beyniyle-yapay zeka zemininde işleyen bir kompüter arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Yani evet, herşey, bir informasyon işleme sistemi olarak son tahlilde bir kompüterdir, ama, her kompüter kendini-kendi programını- üretme yeteneğine sahip değildir!.
Buna itiraz olarak denilebilir ki, “ne yani, yapay zekâzemininde geliştirilen bir kompüter de öğrenebilir, o da, bilgi temelini genişleterek mevcut programınailâveler yapabilir”!... Evet ama, yapay zekâda bu da gene en başta yapılan programa uygun bir şekilde gerçekleşir! Yani bir kompüter hiçbir şekilde mevcut programın dışına çıkamaz, çevreden gelen “yeni ve önemli” informasyonlarıdeğerlendirerek yeni bilgiler üretip, üretilen bu yeni bilgiler zemininde kendine yeni programlar yapamaz. Çünkü o, yaşamıdevam ettirme mücadelesi içinde her an yeniden üretilen bir kimliğe-selbst- sahip değildir! Burada kimlik-selbst-olarak ifade ettiğimiz şey, yeni bilgiler üreterek varolurken bir programa sahip olma yeteneğidir.
Birey ve ideoloji...
Bir kompüterle insan-insan beyni- arasındaki en önemli farkın, insanın yaşamı devam ettirme mücadelesinde çevreyle etkileşim içinde oluşan bir benliğe-selbst-sahip olmasıdır dedik. O halde, insanı bir ideolojiyle programlayarak onu bir bilgisayar-robot haline getirmek istiyorsanız bunun için önce onun birey olarak varlığını-kimliğini ürettiği bilgileri-bilgi temelini yok etmeniz gerekecektir. Bunun yolu ise, bunların-bu bilgilerin- yerine, söz konusu ideolojinin üzerinde yükseldiğı “sınıfsal”, ya da “toplumsal” bilgileri-ideolojik bilgi temelini- koymaktan geçer. Yani, önce ona, birey olarak mevcut kimliğiyle ne kadar değersiz olduğunu, problem çözmede yetersiz kaldığını, kimliğini ürettiği bilgi temelinin boş-işe yaramaz olduğunu göstereceksiniz. Sonra da, bir yandan bu şekilde onun kendine olan güvenini yok etmeye çalışırken- diğer yandan da, ancak ideolojik bir bilgi temeline-ve de kimliğe- sahip olarak değerli hale gelebileceğini-ancak bu türden bir kimliğe sahip olarak daha kolay problem çözer hale gelebileceğini-ona göstereceksiniz..
Nasyonal Sosyalizmden dinci ideolojilere, ve de, sosyalist ideolojiye kadar bütün ideolojilerin ortaya çıkış mekanizması budur... İdeolojik bir “Dava” için “kefen giyerek” yola çıkma-“kendini feda etme”- mekanizmasının mantığı-diyalektiği budur. Gerisi kolay gelir!
(Bilindiği gibi, ilkel komünal toplumda “birey” yoktu. Esas olan toplumsal varlıktı-kimlikti. Bireyin ortaya çıkışı sınıflı toplumla birlikte olmuştur. Bu yüzden de, sınıflı topluma karşı verilen mücadelelerin çoğu bireye karşı mücadele olarak ortaya çıkar. Sınıfsızlık özlemiyle yanıp tutuşan insanlar bireyi-benliği “düşman” olarak görürler, ve de bir şekilde onu yok etmeye çalışırlar. Bu, bütün dinlerde ve ideolojilerde böyledir. Halbuki tam tersine, onu-benliği zorla-ideolojik mücadele ile yok edemezsiniz. Birey-benlik- ancak gelişerek, diyalektik anlamda yok olabilir. Bu yüzden, modern sınıfsız topluma geçiş bireyi zorla yok ederek değil, onun gelişmesinin yolunu açarak, onun kendi varlığında yok olmasını sağlayarak olacaktır... İşte aramızdaki fark burada! Modern sınıfsız topluma elde bir ideolojinin bayrağıyla, yukardan aşa-ğıya doğru toplum mühendisliği yoluyla “devrim yapılarak” girilemez diyorum ben! Benim “devrim” anlayışım da bu!!...)
İDEOLOJİDEN BAHSEDİYORDUK!
Örneğin “milliyetçiliği” ele alalım: İçinde yaşadığın toplumu onun bir üyesi-elementi olarak sevmek, ona duygusal bağlarla bağlı olmak son derece normal, insani bir duygudur. Çünkü insan, herşeyden önce, bir toplum yaratığıdır. Kendini üretebilmesi için bir toplumun üyesi olmaya ihtiyacı vardır. Bu türden duygular da, farkında olmadan yaşamın içinde sahip olunan bilinç dışı kültürel değerlere denk düşerler. Ama siz tutupta bunu, yani size göre sübjektif-duygusal bir gerçeklik olan kendi toplumunu, milletini sevme duygusunu-bilgisini heryerde-herkes için geçerli olan bir bilgi haline getirmeye kalkarak mutlaklaştırırsanız o zaman bunun sonunda ortaya kendi ulusunu-milletini bütün diğer milletlerden üstün görmeye dayanan milliyetçi bir ideoloji çıkar!...
Liberalizm de öyledir! Liberal, özgürlükçü bir zeminde düşünmek ayrıdır, bunu-liberal düşünceyi-bir ideoloji haline getirmek ayrı şeydir (Unutmayalım, Busch da Irak’a girerken oraya “özgürlük ve demokrasi getireceğini” söylüyordu!)
Herhangi bir dini inanca sahip olmayı ele alalım. Örneğin, Hristiyan, ya da Müslüman olmak, dini inancını bireysel özgürlüğün çerçevesi içinde yaşamak ayrı şeydir, bunu-dini inancı Devletçi-dinci-milliyetçi bir ideoloji haline getirerek herkesi bu ideolojinin öngördüğü şekilde yaşamaya zorlamak ayrıdır.
Aynı şey bir ideoloji olarak “işçi sınıfı ideolojisi” için de geçerlidir. İşçi sınıfının bir üyesi olarak sınıf mücadelesine katılmak, insanın insan tarafından sömürülmesine karşı çıkmak, modern sınıfsız bir toplumu özleyerek onun bir üyesi haline gelmeye çalışmak, böyle bir toplumun hayata geçmesi için çaba sarfetmek-mücadele etmek- ayrıdır, bütün bunları bir ideoloji-bir toplum mühendisliği faaliyeti haline getirerek, toplumu iradi bir çabayla yukardan aşağıya doğru “devrim yaparak” değiştirip, “sınıfsız toplumu” bu şekilde yaratabileceğine inanmak, hatta şiddeti bile “amaca giden yolda mübah” görerek diğer insanları kendi düşüncelerine uymaya zorlamak ayrıdır. Kapitalist toplum üretim araçlarının özel mülkiyetine mi dayanıyor, o halde, zorla da olsa “devrim yaparak” özel mülkiyeti ortadan kaldırdın mıydı ya iş biter! İşte, zihinsel oluşum bu noktaya geldiği an ideoloji şekillenmeye başlıyor demektir!..
Peki “şekillendi” de ne oldu sonra? Ne oldu, zorla-„devrimci şiddet“ kullanılarak kurulan o “sosyalist toplum-proletarya diktatörlüğü”? Tam “artık sınıfsız topluma geçiyoruz” derken bir de baktık ki gürpedek göçtü gitti herşey!! Niye peki? Üretim araçlarının özel mülkiyetini yok etmek idiyse mesele, bu “başarılmıştı”! Niye daha ileriye gidilemedi? “Solcular” oturmuşlar güya tartışıyorlar; neymiş efendim, “suçlu Stalinmişte”, şöyleymişte böyleymiş! Aynen o dinci tarikatlar gibi, hu çekerek hakikati aramaya benziyor bütün bunlar! Bazıları da, varolan-ideolojik duvarları yıkmadan, bunların içinde kalarak “yeni bir sosyalizm tarifi yapmaya” çalışıyorlar! Mümkün müdür böyle birşey! Tabii ki hayır! Minareyi çuvala sığdırmaya çalışmaktır bunların hepsi!(Başkalarını eleştiriyorum ama ben kendim de otuz sene o duvarların arasında dönüp durmadım mı! Minareyi çuvala sığdırmak için uğraşmadım mı ben de! Bu sitede yayınlanan 4. Çalışma ( http://www.aktolga.de/t4.pdf ) ortaya çıkana kadar az mı uğraş verdim beyin hücrelerime bulaşan o virüsü saf dışı bırakabilmek için! Kolay değil bu işler!...)
Nedir “sosyalizmin-sosyalist devrim” anlayışının özü: Özel mülkiyeti yok ederek onun yerine üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini-yani devlet mülkiyetini- geçirmek değil midir? O zaman, daha nasıl “yeniden tanımlayacaksın” ki sosyalizmi! 1917’de Sovyet İşçi Sınıfı bu anlamda “devrim” yaptı mı yapmadı mı? Bütün üretim araçlarını devletleştirerek “toplumsallaştırdı”mı toplumsallaştıramadı mı! Önce buna cevap verelim! “Ama, Stalin”miş! Topu taca atmak bunların hepsi! Nereden çıktı ki o Stalin!
Hiç kimse eveleyip gevelemesin! İdeolojinin çöküşüdür bu! Adı “sosyalist” de olsa ideolojinin çöküşüdür! Önce bunun bir altını çizelim.
Peki ne anlama geliyor bu, “ideolojinin-işçi sınıfının ideolojisinin-çöküşü”? Bu konuda daha önce şöyle yazmışız:
“Eskiden, yani 20.yy da, “sağ” deyince, bundan kapitalist sistemi temsil eden burjuva siyasetini anlardık. “Sol” da tabi, buna karşı, işçi sınıfının-işçi sınıfı ideolojisinin başı çektiği toplumsal muhalefeti temsil ederdi. Bugün artık bunların hepsi tarih oldu! Peki ya Marksizm, o da mı tarih oldu?
Marksizm işçi sınıfının delikanlılık döneminin dünya görüşüdür. O dönemin koşulları içinde, burjuva saldırısına karşı, onun-işçi sınıfının kendini bulma-koruma, kendi kimliğini kabul ettirme mücadelesinin ürünüdür. Bu dönemde duygusal reaksiyonlarla bilişsel süreç arasındaki ilişkilerde duygusal reaksiyonlar daha ağır basıyordu. Baskıya, sömürüye karşı kurtuluşun yolu belirlenirken kaçınılmaz olarak duygusal reaksiyonlar öne çıkıyordu. Ama bunun farkında değildi işçi sınıfı. Çünkü henüz daha duygusal reaksiyonlarla bilişsel bilgi-kimlik- üretme süreci arasındaki ilişki kavranılacak olgunluğa erişilmemişti. Bu nedenle, ben diyorum ki, Marksizm bizim, emekçilerin delikanlılığımızdır! Bu açıdan biz ona, dün olduğu gibi bugün de sahip çıkıyoruz. Çünkü bizim kişiliğimizin oluşmasının temelidir o, bizim duygularımızın, özlemlerimizin ufkudur. Onunla ayakta kaldı emekçi sınıflar. Onunla kurtuluşun rüyalarını gördüler, onunla yarınları yaratmak umuduyla mücadele ederek varoldular. Onunla bilgi toplumu bebeğini geliştirip büyüttüler-büyütüyorlar. Marksizm bizim anamızdır bir yerde... Ama biz de, onun inkârı olarak doğan ve kendi ayakları üzerinde yürüyebilir hale gelen o çocuğuz artık; bilgi toplumunun biliminin yaratıcılarıyız”. Bütün bunlar ne anlama mı geliyor, işte cevabı: http://www.aktolga.de/m23.pdf
YA BİZDEKİ JÖNTÜRKLÜK-İTTİHATÇILIK İDEOLOJİSİ
Daha ileri gitmeden önce bizim Jöntürklere-İttihatçılara-Kemalistlere dönerek, ideoloji olayını bir de bu açıdan ele alalım: Kendisi can çekişirken Batı gelişip güçlenmektedir; bunun nedenlerini anlamaya çalışır Osmanlı. Bunu için de Batı’ya önce ajanlar gönderir, bakıp görsünler, bakalım bu işin sırrı ne imiş diye. Daha sonra da öğrenci göndermeye gelir sıra. Okusunlar öğrensinler, belki derdimize çare olurlar umuduyla! Ancak Osmanlı, daha işin başında kendisine olan güven duygusunu kaybedip Batı’nın üstünlüğüne inanarak giriştiği bu çabaların sonunda, Batı kültürüne hayran, ancak Batı-batılı gibi olarak Devletin kurtarılabileceğine inanan bir grup insanın ortaya çıkmasına yol açar. İşte, 18.yy dan itibaren başlayarak adım adım gelişen “batılılaşma” sürecinin mantığı budur. Sonra, 19.yy’ın başlarından itibaren (III.Selim-II.Mahmut döneminden itibaren) bu zemin adım adım gelişerek kendini üretmeye, her derde deva bir ideoloji haline gelmeye çalışacaktır. Başlangıçtaki “batılılaşmak” inancı-isteği, giderekten, Devleti bir ulus devlet haline dönüştürerek kurtarmaya yönelik radikal devrimci bir ideoloji haline gelmeye başlar. Batı’nın gelişmesinin ve güçlenmesinin köklerinin Fransız İhtilali’ne, onun ortaya çıkardığı düşüncelere bağlı olduğunu gören Osmanlı “aydınları” bu düşünceleri benimseyerek içinde yaşadıkları toplumu da buna göre değiştirmeye karar verirler. Artık pozitivist felsefe ve ideoloji işbaşındadır. Bir millet-Türk milleti- yaratarak Osmanlıyı bir milli devlet haline getirerek kurtarmaya çalışan İttihatçı ideoloji işbaşındadır.
Burada denebilir ki, tamam, Osmanlının ittihatçıları söz konusu olduğu zaman bu söylediklerin doğrudur. Bu durumda ideoloji yukardan aşağıya doğru devrim yapmaya yönelik bir araç olarak kullanılmaktadır. Ama örneğin bir Fransız Devrimi için nedir durum? Burada nedir-ne olmuştur ideolojinin rolü?
Fransız Devrimi hiçbir zaman belirli bir ideolojiye göre yapılan bir “devrim” değildir!! Fransız Devrimiyle birlikte ortaya çıkan düşüncelerin bir ideoloji haline gelerek ihracı-ithali- daha sonraki iştir! Dikkat edin, bu bütün diğer devrimler için de geçerlidir. Yani dünyada hiçbir gerçek devrim bir ideolojiye göre, onu hayata geçirmeye çalışarak gerçekleşmemiştir!...
PEKİ, ANADOLU BURJUVALARINA NE OLUYOR, ONLARIN NEDEN BİR İDEOLOJİYE İHTİYACI VARDI?...
Anadolu burjuvalarının içinden çıkan bir kanadı (halkımızın o eski mesih yaratma geleneğinden de yararlanarak) Erdoğan‟ın kişiliğini kutsallaştırma noktasına götüren, onları, artık kendileri için bir “ideoloji” yaratma zamanının geldiği inancına sürükleyen faktör kendilerine olan güven artışına paralel olarak, “madem ki bu işi kotaran biziz (Devlet sınıfını iktidardan indiren biz olduk), o halde iktidarın-Devletin- nimetlerinden faydalanan da bizler olmalıyız” içgüdüsüdür- anlayışıdır. Onları, ekonominin ve siyasetin-toplumsal gelişme sürecinin- doğal akışını bir yana bırakarak kerameti kendinden menkul bir iradi güce, yani, adeta kutsallaştırılan bir “lidere” tapar hale getiren maddi temel budur.
İslam-din-burada sadece bir araç, amacı gerçekleştirmek için- icat edilmeye çalışılan ideoloji için- bir kılıftır... Çünkü, Osmanlı artığı Devlet sınıfına karşı mücadelede İslam geniş halk kitleleri için hep sırtlarını dayayarak mesafe alabildikleri koruyucu bir kalkan, yol gösterici “bilgi temeli” olagelmiştir. Özellikle son iki yüz yıldır “Devleti kurtarmak için” “batılılaşma” adı altında yürütülen kültür ihtilali süreci boyunca Devletçi güçlerin zorlamalarının yarattığı reaksiyon bu konuda belirleyici olur. Yani insanlar din adına, dini kurtarmak için ona sarılmazlar; din, yaşamı devam ettirme mücadelelerinde altta güreşenler için varolanı koruma-“nefsi müdafaa”- konusunda bir bilgi temeli, bir kalkan rolü oynadığı için ona sahip çıkarlar...
Dikkat edin, bu noktada artık sadece bir din olarak İslam’dan bahsetmiyoruz; konumuz, ideoloji yaratma sürecinde bir enstrüman olarak onun nasıl kullanılır hale geldiğidir...
AK Parti’nin yönetici kadroları (daha sonra bunlar Türkiye’nin de yönetici kadroları oldular) iktidara nasıl geldikleri olayını çözememişlerdi! Bunun, iç ve dış dinamiklerin bir araya gelmesiyle gerçekleşen, küreselleşme sürecine uygun bir olay olduğunun, bizzat AK parti’nin kendisinin bile bir tür koalisyon (“tarihsel uzlaşma”) olarak iktidara geldiğinin farkında değillerdi. Bu nedenle, bir süre sonra, partiye hakim olan bir kanat başarılan bütün işleri kendilerine, kendi nefislerine malederek, herşeyin “göklerden gelen bir kararın”, onu temsil eden mesih mertebesine çıkardıkları kutsal bir “liderin” iradesiyle başarıldığını düşünüp, “Tanrı bize yürü ya kulum dedi” havasına girdiler!
Bir kere zihinlere bu virüs girince de gerisi kolay geldi artık!... Bu kafayla, kendilerine ideolojik, çağ dışı-yeni Osmanlıcı, Devletçi- bir paradigma çizerek, bundan sonraki bütün davranışlarını bu “büyük tabloya” göre düzenlemeye başladılar!... (Bütün bunları son üç yıldır yazıp duruyorum: ( http://www.marmarayerelhaber.com/munir-aktolga )
“Birinci Dünya Savaşı Osmanlı’yı-Devleti- parçalamak için çıkarılmıştı”!...“Bu savaşla birlikte Devletin ana gövdesi ve parçalar birbirinden ayrılarak tarihsel derinliğimiz yok edilmiş oluyordu”. “Bütün bunları yapanlar Amerika’sıyla AB ‘siyle “üst akıl” denilen Batılı emperyalist ülkelerdi”. “Bunlar, Devleti-Osmanlı’yı parçalamakla kalmamışlar, zamanla, içerde bir yerli işbirlikçiler zümresi yaratarak fiili işgali de sürdürmüşler, ana gövde olarak gelişmemizi, ilerlememizi engelleyen başlıca faktör haline gelmişlerdi. Ortadoğu’nun bütün o zenginlikleri aslında bize-şanlı geçmişimize, emperyal Devletimize aitti”. “Bizden zorla alınan bu zenginlikleri bugün yeniden geri almak durumundaydık”. “O zaman ne cari açık’ sorunu kalırdı ne birşey”... Bu nedenle, “1. Dünya Savaşı henüz daha bitmemişti”!... “Şimdi intikam zamanıydı! Kaybedilenlerin geri alınması zamanıydı”! Bunun yolu ise büyük bir “restorasyon” faaliyetiyle, „tam bağımsız- emperyal bir Türkiye’yi yeniden yaratmak için ikinci bir kurtuluş savaşı vermekten” geçiyordu!... Son üç yıldır Anadolu burjuvalarına ideoloji üretmeye çalışanların ortaya koydukları tezler bunlar…
Olaylara ve gelişen süreçlere-Arap Baharı’na-bu açıdan bakmaya başladığınız zaman artık herşey bir başka anlam kazanmaya başlıyordu. Artık, „hepsi de aslında bize ait“ olan- Osmanlı’nın bir parçası olan-bu ülkelerde olup bitenler bizim için onların iç işleri olmaktan çıkıyor, bizzat bizim de sorunumuz haline geliyordu…
İşte, meselenin canalıcı noktası, Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların nedeni budur. Türkiye’yi bugün Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma noktasına getiren zihinlere musallat olan bu ideolojik virüstür!… „Stratejik zihniyetimiz“ falan derken Türkiye’yi neredeyse bütün dünyayı karşısına alma noktasına getiren ruh halinin nedeni budur!…
İDEOLOJİ OLAYININ ALTINDA BAZAN MATERYALİZM, BAZAN DA İDEALİZM YATAR; AMA O, HER DURUMDA, SÜBJEKTİF İDEALİZME-POZİTİVİZME DAYANIR!...
Sübjektif idealizm, karşılıklı etkileşim içinde izafi bir gerçeklik olarak varolanıdeğil, olmasınıistediğimizi, ya da düşündüğümüzü öne koyar. Bu nedenle, bütün ideolojiler aslında sübjektif idealisttir. Ama sadece bu da değil, ideoloji aynızamanda pozitivisttir de. Çünkü o, koordinat sisteminin merkezini kendi üzerine koyarak, dünyayısadece gözüne taktığıkendine özgü bu gözlükle görmeye başlayan bir sınıfın dünya görüşünü yansıtır. Bilim, kendi sübjektif varoluşkoşullarına-niyetlerine göre yorumlanmaya-kavranılmaya kalkılınca, artık bütün o sübjektif duygusal faktörlerin hepsi insanın gözüne “bilimsel” gerçeklermişgibi görünmeye başlar. “Bilim böyle diyor, o halde böyle olacaktır” denir, başka da birşey söylenilemez hale gelinir! O andan itibaren toplum ve insan bir makineden-robottan- farksızdır artık! “Bilime” dayanarak-toplum mühendisliği faaliyetiyle- onu yeniden şekillendirmek-örgütlemek, yani kompüterde program değiştirir gibi onun mevcut programını değiştirmek kalır geriye!!... Olay budur, toplum ve değişim anlayışı budur!...
Öte yandan, her ideolojinin ya materyalist ya da idealist bir çıkış noktası vardır.
Materyalizm “kendinde şey-mutlak gerçeklik” anlayışını temel alır!...
Bu zeminden yola çıkan bir ideoloji için de esas olan bu anlayıştır...
Herşeyin kendi içinde bir A-B sistemi olduğunun resmidir!...
Herhangi bir A-B sisteminde A ve B koordinat sisteminin (uzay zaman boyutlarıyla dünyaya bakış açısının) çıkış noktasını (sıfır noktasını) kendi nefisleriyle kendi üzerlerine koydukları zaman, bu durumda her şey varlığı başka bir şeye bağlı olmaksızın “kendinde şey” olarak varolan “objektif mutlak maddi bir gerçeklik” olarak görünür, algılanır... Bu anlayışa göre, örneğin “bir elektron (bu B olsun) bir biliminsanı (bu da A olsun) onun üzerinde ölçme-bilme işlemi yapmadan önce de o biliminsanından ve onun ölçü aletlerinin etkisinden bağımsız bir şekilde varolan objektif maddi bir gerçekliktir. Bütün bir klasik fiziğin (ve bütün diğer bilimlerin de) çıkış noktasını oluşturan bu anlayış, aynı zamanda, sınıf mücadelesi ortamında burjuvazinin olduğu kadar işçi sınıfının dünya görüşünün de özünü teşkil eder.
İdealizm ise, A ve B’nin-yani şeylerin Tanrı adı verilen-zaman ve mekan ötesi- bir “İdee” tarafından yoktan varedilerek “yaratıldığını” temel alır.
Aynen materyalist varoluş anlayışında olduğu gibi bu durumda da gene şeylerin varolmak için karşılıklı etkileşmeye, madde, enerji, informasyon alışverişi yoluyla birbirlerini yaratmaya ihtiyacı yoktur! Şeyler-yani nesneler- maddi bir gerçekliği temsil etmeyen o “İdee” tarafından “yoktan var edilerek” “yaratıldıkları” için, bir A-B sisteminde A ve B (aynen materyalizmde olduğu gibi) varlıkları birbirlerine bağımlı olmadan, sadece o “İdee” ye göre (pratikte gene kendi nefisleriyle “kendinde şey” olarak) varolurlar...
Sınıflı toplumda her sınıf aslında kendi varlığını “kendinde şey-mutlak gerçeklik” olarak gördüğü için pratikte materyalisttir. Ne var ki, egemen sınıf, sınıf mücadelesi ortamında kendi varlığını ve egemenliğini tanrısal bir irade ile bağlantı içine sokarak, bunun değişmesi mümkün olmayan bir “kader” olduğu anlayışına-yani idealizme de sığınır!
Bu açıdan baktığımız zaman her iki varoluş anlayışının da özünde “kendinde şey” anlayışını temel aldığını görürüz. Materyalizme göre şeyler-bunlar maddi gerçekliklerdir- varolmak için başka şeylere muhtaç olmayan “kendinde şey” gerçeklikler iken, idealizme göre de onlar gene varolmak için birbirlerinin varlığına-karşılıklı ilişkiye, etkileşime muhtaç olmayan, bir şekilde “yaratılmış”-bu anlamda “kendinde şey” oluşumlardır...
Sınıfsız toplumun-Bilgi Toplumunun varlık bilimi açısından bilgi temeli olan “Varoluşun Genel İzafiyet Teorisine” göre ise; her durumda, bir A-B sisteminde A ve B olarak gerçekleşen nesneler (bunlar sistem içi varlıkları temsil eden rasgele sembollerdir) karşılıklıetkileşme esnasında (madde-enerji-informasyon alış verişi sürecinde) birbirlerini yaratırken-yaratılarak, birbirlerine ve sistem merkezini temel alan koordinat sistemine göre gerçekleşen izafi oluşumlardır... (Bu konuda daha geniş açıklamalar için: http://www.aktolga.de/t3.pdf ve http://www.aktolga.de/t4.pdf )
Nasyonal Sosyalist ideolojiyi ele alalım:
İdeolojinin üstünde yükseldiği bütün o ırkçı maddi temel (“Alman ırkının üstünlüğü” vs) hep sübjektif idealist varsayımlarla şekillendirilerek ortaya konulmakta, olduğu düşünülen, ya da olması istenilen şeylerin üzerine bir dünya görüşü inşa edilmektedir. Çünkü o anki çıkarlar bunu gerektirmektedir. Sonra, mistik-tanrısal- bir inanç sistemi haline getirilen bu ideoloji, “ideolojik mücadele” ve “ideolojik eğitim” yoluyla insanlara benimsetilecek, birer robot haline getirilen insanların ideolojinin robot askerleri olarak bu yolda mücadele etmeleri sağlanacaktır.
Ayrıca bütün diğer burjuva ideolojiler de gene pratikte materyalist olmakla birlikte sınıf mücadelesi ortamında idealist bir dünya görüşüne dayanırlar. Egemen sınıf olan burjuvazi kendi varoluşunu tanrısal bir ideeye dayandırarak mutlaklaştırmak için idealist felsefeye muhtaçtır... “Ne yapalım Allah böyle yaratmış” diyerek kendi egemenliğine dayanan sistemi “sonsuza kadar” sürdürmektir amaç...
“İşçi sınıfının ideolojisine” gelince:
Burada da gene işin özünde sübjektif idealist bir felsefi anlayış yatmaktadır. Ancak bu sefer onun içini dolduran idealizm değil materyalizmdir!
İşçi sınıfı “kendisi için bir sınıf” haline gelipte koordinat sistemini “kendinde şey” olarak algıladığı kendi nefsinin üzerine koyduğu zaman karşısında şöyle bir tablo bulur: Ortada, işçi sınıfının dışında, ondan bağımsız, “objektif-mutlak bir gerçeklik olarak” varolan kapitalist bir sistem ve “onun sahibi” bir sınıf- burjuvazi- vardır. Bu durumda, işçi sınıfının temsil edeceği sistem de onun içinde, onun tarafından, ama onun zıttı objektif mutlak bir gerçeklik olarak yaratılmalı-varolmalıdır. Buradan yola çıkarak evrene bakınca da denir ki, “o halde, prensip olarak evrende yer alan bütün varlıklar özünde kendi içinde kendi zıttını yaratarak onunla birlikte varolan, sonra da ona dönüşen “kendinde şey” “objektif mutlak gerçekliklerdir”. İşte, “işçi sınıfının dünya görüşünün” özü budur. İşte, “diyalektik materyalist” felsefe budur...
“Kapitalizm geliştikçe (“üretici güçler geliştikçe”) çelişkinin işçi sınıfı tarafından temsil olunan diğer kısmı da gelişecek ve öyle bir durum ortaya çıkacaktır ki, sonunda işçi sınıfı kendi “diyalektik zıttını” (burjuvaziyi ve onun tarafından temsil olunan kapitalist sistemi) yok ederek kendisi tarafından temsil edilen sosyalist sistemi kuracaktır. “Devrim” denilen olay bundan ibarettir”! Bütün “sosyalizm” teorilerinin özü budur... “Sosyalist Sistem”de zaten bu anlayış üzerine inşa edilmişti!...
Görüldüğü gibi buradaki temel kabul, esas çıkış noktası, burjuvazinin ve işçi sınıfının (dolayısıyla da kapitalist toplumun ve sosyalist toplumun) birbirlerinden bağımsız objektif-mutlak gerçeklikler olmalarıdır. Ha, elbette ki, esas itibariyle birbirlerinden bağımsız olarak varolan bu sınıflar kendi aralarında da ilişki içindedirler, bu ayrı! Burada önemli olan, işçi sınıfının, özünde kendisinden bağımsız olarak varolan burjuvaziyi yok ederek kendisinin temsil ettiği toplumu (üretim araçlarının mülkiyetinin işçi sınıfı devletine ait olduğu sosyalist toplumu) kurabilmesi, yani ondan-burjuvaziden- bağımsız olarak kendi sistemini kurduktan sonra da varlığını sürdürüyor olmasıdır...
Dikkat ederseniz buradaki çıkış noktası materyalisttir; ama “herşey kendi zıttıyla birlikte varolur” denilerek buna bir de diyalektik kavramı ekleniyor. Ancak öz değişmiyor. Yani, “zıtların” her ikisi de özünde biri yok olduktan sonra da diğerinin varolmaya devam edebileceği, aralarında yaratılırken yaratma ilişkisi olmayan, bu anlamda birbirlerinden bağımsız “objektif mutlak gerçekliklerdir”...
Daha fazla uzatmaya hiç gerek yok aslında. Bütün bunlar 18-19 ve 20.yy lardaki dünya görüşlerinin felsefi temelleridir. Örneğin, bir Newton Fiziği de-bütün bir
klasik bilim de- (kuantum fiziğine gelinceye kadar) tamamen bu temeller üzerinde yükselmiştir...
O dönemde başka ne yapabilirdi, nasıl düşünebilirdi ki işçi sınıfı da? Ya Newton ne yapsaydı? Elindeki kalemi bıraktın mıydı ya yere düşüyordu, o halde “yerçekimi” diye bir kuvvet vardı ortada!... (Einstein gelipte “hayır böyle bir kuvvet yoktur” deyip bunu ispat edene kadar da kimse bu konuda şüpheye düşmedi!...) İşçi sınıfı da o dönemde baskıdan sömürüden kurtularak insan gibi yaşayabilmek için bir mücadele hedefi koymalıydı önüne. Üstelik de bu “kurtuluş” burjuvaziden kurtulmak anlamına geleceği için, o-burjuvazi- yok olmadan böyle birşey-yani kendi kurtuluşu- imkânsızmış gibi görünüyordu ona. Ergenlik çağının duygusallığı-radikalizmi başka türlü düşünmeye imkan vermezdi ki!...
Marx ve Engels, hatta Lenin yaşasalardı da günümüz dünyasında olup bitenleri görselerdi ne düşünürlerdi acaba? 19 ve 20.yy lardaki işçi sınıfının, yerini robotlara bırakmaya başlayarak güneşin altındaki kar gibi eridiği bir dünyada halâ “proletarya diktatörlüğü” peşinde koşanlara, ya da, özel mülkiyeti zorla “yok ederek” sosyalist bir toplum kurmaya çalışanlara ne derlerdi?...
KÜRESELLEŞME, 21.YY PARADİGMALARI VE İDEOLOJİNİN SONU!
Bu konuda daha önce şöyle yazmışız[1]: “Eskiden tekel+ulus devlet bir bütündü ve egemenlik alanını genişletmek için bu ikili bir bütün olarak hareket ederlerdi. Finans kapital ulus devletin açtığı güvenli yolda yürüyerek dünya pazarlarını istilâ ederdi. Ki bu da, aynı hedefi güden, herbiri diğerlerinin aleyhine olarak kendi nüfuz bölgesini genişletmek isteyen emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki çelişkileri ön plana çıkarırdı. Ancak bu sürecin ve bu sürece yön veren çelişkilerin, soğuk savaş döneminde de-ikiye bölünmüş dünya ortamında-eskiden olduğu gibi aynen sürmesi artık mümkün değildi. Çünkü bu, bütün bir insanlığı topyekün yok oluşa götürebilirdi. İş bu noktaya gelince -durum bütün diğer yasaların üstünde olan yaşamı devam ettirme yasası (survive-überleben) açısından devam ettirilemez hale gelince- finans kapital yavaş yavaş ulus devlet yükünü sırtından atmaya, dünya pazarlarına yayılmanın daha başka-barışçıl yollarını aramaya başladı.
Ama ne olabilirdi bu “yeni-barışçı yollar”:
Bir malı daha iyi kalitede, daha ucuza imal ederek rekabet etmek ve bu şekilde, daha çok satarak, dünya pazarlarında daha çok yer kapmak!
İşte, yeni dönemin, “soğuk savaş” döneminin, atom bombasından daha güçlü, en önemli “silâhı” bu oldu! Öyle bir silahtı ki bu, hem sosyalist sisteme karşı, hem de kapitalist ülkelerin kendi aralarındaki rekabette biribirlerine karşı etkiliydi; üstelikte, hiçbir kullanma riski taşımıyordu!...
Ama bu yeni birşey değildi ki! Eski “serbest rekabetçi” dönemin yöntemi (“işletme sistemi”) değil miydi bu! Tekellerin çoktan tarihin çöp sepetine attıkları eski “serbest rekabet” silahı değil miydi! Kapitalizmin gelişmesi, üretimin yoğunlaşması tekelleri yaratarak serbest rekabetin eski varoluş felsefesini inkâr etmesine yol açmamış mıydı? Serbest rekabetin, üretimin yoğunlaşmasının sonucu olarak doğan tekel ise egemenlik demekti. İstediğin malı, istediğin fiyata satabilmek demekti.
Ancak, dünya ikiye bölünüp de, artık ulus devletle birlikte nüfuz bölgeleri yaratarak dünya pazarlarında daha çok yer kapma yöntemi imkânsız hale gelince, yani tekelci kapitalist işletme sistemi azami kâr elde etmek için elverişli olmaktan çıkınca, sırtında yumurta küfesi olmayan finans kapital, hiç düşünmeden bu sefer de ulus devleti sırtından atarak tekrar yeni gövdeye eski silâhlarını kuşanmaya başladı! Önemli olan ne işletme sistemiydi, ne de ulus devlet, önemli olan azami kâr’ı elde edebilmekti; bu nedenle, kapitalistler, yeni koşullara uyum sağlayarak, eskiden olduğu gibi tekrar daha ucuza ve daha iyi kalitede mallar üretmeye, dünya pazarlarında bu yöntemle yer kapmaya yoğunlaştılar. Yeni koşullar altında bu yöntem onların hareket kabiliyetini çok daha fazla arttırıyordu. Bu türden bir rekabetin, yani ulus devlet gücüne dayanmadan yürütülen bir rekabetin silahlı-sıcak savaşlara yol açması, ve esas düşman olan sosyalist sistemin karşısında güvenlik zaafına neden olması riski de yoktu! Müthiş birşeydi bu! İşte, ikiye bölünmüş dünyada, soğuk savaş devam ederken yeni-küresel dünya sisteminin tohumu ana rahmine böyle düştü. Ve kimse farkına varmadan, usul usul böyle gelişmeye başladı orada”.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engeller ortadan kalkınca (suyun akışını engelleyen barajın kapakları açılıverince) su-yani sermaye- muazzam bir hızla akmaya başladı ve kısa zamanda eski yatağının da dışına taşarak bütün dünyaya yayıldı.
Böyle bir dünyada ulusal sınırların içine kapanarak yaşamak mümkün değildi artık. Daha önce dünya pazarlarında nüfuz bölgeleri kapma yarışında olan bütün o ulus devletler, “gel gel buraya da gel, bak sana bedava arazi de vereceğim, üstelikte on yıl vergiden de muaf olacaksın” vb.diyerek küresel sermayeyi kendi ülkelerine çağırmaya başladılar!. Sermaye gelsin yatırım yapsında yeni iş alanları açılsın diye biribirleriyle yarışa başladılar. Böyle bir dünyada artık milliyetçilikten bahsetmek de mümkün değildi! Bitmişti artık o “rüya”! İster milliyetçi-ulusalcı, isterse milliyetçi sosyalist adı altında olsun bu türden bütün o ideolojilerin bataklığı kurumaya mahkumdu artık! Bu nedenle, etrafınızda gördüğünüz o Hitler özentilerine bu muazzam gelişmeler karşısında akıntıya kürek çekerek tarihin akışını durdurmaya çalışan müzelik fosiller gözüyle bakabilirsiniz!... Bunların hiçbir şansları kalmadı artık!... Ama tabi bu durum, lokal düzeyde-kısa ve hatta orta vadede- bu türden akımların halâ tehlike teşkil ettikleri gerçeğini değiştirmiyor! Bu nedenle, nasıl olsa faşizmin maddi temelleri yok artık diye yan gelip yatmak yanlıştır!...
Peki ya “işçi sınıfı ideolojisi”, o ne durumda bugün?
Küreselleşmeyi falan bir yana bırakarak ben size şöyle bir soru soracağım şimdi: “Sosyalist sistemde” ne işsizlik vardı ne birşey, sağlık, ulaşım falan da bedavaydı, herkes güven içindeydi, ne zengin vardı ne de fakir (en azından öyle deniyordu ve biz de öyle biliyorduk!); niye vardı o zaman o “duvarlar” ve niye yıktı insanlar o duvarları kendi elleriyle? Bütün bunlar hep “emperyalizmin oyunu”muydu? Hadi canım sende!!...
Bu konuyu daha önce yeteri kadar inceledik. Burada altını çizmek istediğim nokta şu: Sınıflı topluma geçiş, üretici güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucu olmuştur. Bireyi ve özel mülkiyeti ortaya çıkaran da bu süreçtir zaten. Bu sürecin sonunda tekrar sınıfsız topluma geçebilmek için, üretici güçlerin ve bireyin daha da gelişmesinden başka bir yol yoktur. Diyalektik anlamda “inkârın inkârı” olayının özü budur. Bireyi yok sayarak devlet gücüyle-toplum mühendisliği faaliyetiyle- sınıfsız topluma geçilemez!... Birey ise, ancak gelişmesinin üst aşamasındadır ki, „kendini bilerek“, yani kendi „varlığını“ “inkâr” ederek „kendi gerçekliğinin bilincine varabilir“. Zor’la, (bu zor, onlar adına, „onlar için“ bir zor da olsa!) bireyi yok edemezsiniz. Birey, ancak “kendi varlığında yok olabilir”. Birey, bu şekilde kendi varlığında yok olmadan da sınıfsız topluma geçilemez!... Bu anlamda sosyalist sistemin çöküşü bir ideoloji olarak işçi sınıfı ideolojisinin de çöküşüdür aslında!...
Peki, mademki durum böyle, o zaman, bugün hala 20.yy kalıntısı ideolojik bilgi temellerinden yola çıkarak kendilerini “ilerici-solcu” olarak gören-gösteren bütün o “devrimci” akımları nasıl değerlendireceğiz, sınıf mücadelesi ortamında bunları nereye koyacağız? Bu soru çok önemli!...
Şurası açık; küreselleşmeden, 21.yy paradigmasından, bilgi toplumuna geçiş sürecinden bahsetmek bugün hemen öyle bir çırpıda 20.yy kalıntısı bütün güçlerin, toplumsal sınıf ve tabakaların birden ortadan kalkıverdikleri-ya da kalkıverecekleri anlamına gelmiyor!... Tam tersine, bunlar gelişmenin, ilerlemenin yönü ve hızı karşısında her geçen gün maddi varoluş zeminlerinin ayaklarının altından biraz daha kaydığını gördükçe bu gidişi durdurmak için daha da radikalleşiyorlar ve giderekten objektif olarak gerici unsurlar haline geliyorlar!
Ancak unutmayalım, bu hiçbir zaman sınıf mücadelesinin, hak arama, adil paylaşım mücadelesinin sona erdiği anlamına gelmiyor!! Çünkü, üretici güçlerin gelişmesinin yolunu açarak bilgi toplumuna doğru gidişi mümkün hale getirecek olan toplumsal hakları daha da genişletme mücadelesidir. Ancak bu, hiçbir şekilde ideolojik devrimcilikle-toplum mühendisliği faaliyetiyle karıştırılmamalıdır! İşçi sınıfı ve çalışanlar için adil paylaşım, sosyal hakları genişletme, daha fazla demokrasi mücadelesi onların kendinde şey bir sınıf olarak toplum mühendisliği faaliyetiyle “kendileri için” yeni bir toplum kurmaya kalkışmaları anlamına gelmiyor! Olay böyle bir noktaya indirgendiği andan itibaren yapılacak bütün etkinlikler onları ayaklarının altından kayıp gitmeye başlayan 20.yy zeminini muhafaza edebilmek için mücadele etmeye çalışan gerici bir güç haline dönüştürecektir. Yani artık “ilericiliğin”, “devrimciliğin”, ve de “solculuğun” anlamı tamamen değişmiştir. Artık ilericilik, devrimcilik ve solculuk 21.yy paradigmalarına uygun bir şekilde davranarak modern sınıfsız topluma-bilgi toplumuna gidişi amaç edinmektir. Ki bu da, eski tipten, toplum mühendisliğini amaç edinen bir “solculuğun”da, tıpkı “sağcılık” gibi artık gericilik haline geldiği yeni bir siyaset anlayışına işaret ediyor!...
Küresel demokratik devrimin maddi temelleri...
Küreselleşme olayıyla birlikte üretici güçlerin bütün dünyada muazzam bir hızla gelişmeye başladığını, buna bağlı olarak da demokratikleşme sürecinin hızlandığını söylemiştik. Kapitalistler elbette ki demokrasiyi de kendileri için istiyorlar. Daha çok küresel sermaye gelsin diye şeffaflığı savunuyorlar. Yani, özel olarak halkı, işçileri düşündükleri, onlara acıdıkları için, ya da ideolojik nedenlerden dolayı “demokrat” olmadılar öyle birden bire! Ama işte tam bu noktada, onların çıkarlarıyla halkın-işçilerin çıkarları kesişiyor, ve demokrasi mücadelesi bütün halkın mücadelesi haline geliyor. Üretici güçlerin gelişmesini engelleyen Devletçi işletme sisteminin yerine serbest rekabetçi bir işletme sisteminin geçmesi sadece kapitalistlerin işine yaramıyor, bundan çalışanlar da yararlanıyorlar. Kapitalist, azami kâr peşinde koştuğu için, özgürce üretim yaparak daha da zenginleşmek için istiyor demokrasiyi; Devletçi sistemin önüne çıkardığı engellere bu yüzden karşı çıkıyor. Ama bütün bunları gerçekleştirebilmeleri için, işgücünü özgürce satabilen işçilere de ihtiyaçları var onların! İşte kapitalistler bunun için köylüyü işçi yaparak onu özgürleştiriyor da.
Evet özgürleştiriyorlar! „Bu da bağımlılığın başka bir biçimi“ olsa bile gene de özgürleştiriyorlar! Çünkü üretici güçler böyle gelişir. İşçiler burjuvalara bağımlı hale gelmesinler diye köylülüğü mü savunacağız yani! „İlericilik“ bu mudur! Devlete bağlı kamu iktisadi teşebbüslerinde, bir kişinin yapacağı iş için torpille işe alınan beş kişinin çalıştığı bir düzeni savunmak mıdır „ilericilik“! „Hangi sistem altında gelişiyor üretici güçler“, belirleyici olan budur. İlerici, devrimci, demokrat olmanın ölçüsü bu soruya verilecek cevapla bağlantılıdır...
Dün, tekelci kapitalizme-emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi vermekti ilericilik; bugünse, „ulusal bağımsızlığı“ savunmak adına hangi biçimde olursa olsun Devletçi, çağ dışı bir düzenin bekçiliğini yapanlara karşı durmaktır; küresel demokratik devrime karşı ulusal duvarların arkasına gizlenenlere karşı durabilmektir.
Dün, sermaye yetersizliğine çare olarak bulunan “yerli-milli” „kamu iktisadi teşebbüslerini“ desteklemek belki ilericilikti, ama bugün ilericiliğin ölçüsü Devlet tekelciliğine karşı yeri geldiğinde özelleştirmeleri desteklemektir!
Dün, yabancı sermayeye karşı çıkmak ilericilikti belki! Çünkü, kapitalizmin tekelci aşamasında-emperyalizm aşamasında ulus devlet hegemonyasının aracı olarak yapılan sermaye ihracı sömürgeciliğin ayrılmaz parçasıydı. Sömürge ve yarı sömürge halklar “kurtuluş savaşlarını” bu türden „yabancı sermayeye“ karşı mücadele içinde geliştirmişlerdi. Bugünse tam tersine, „yerli-milli sermaye“ diye ulusal duvarların arkasına gizlenerek tekel kuran-kurmaya çalışan- ve kendi halkını kendisine mecbur bırakan-bırakmaya çalışan- „ulusal-sermayeyi“ savunmaktır gericilik!
Ey, küresel bir dünya sisteminin doğmakta olduğunu göremeyen eski “ilericiler” (şimdi artık bunlara o eski sloganları üstlenmeye çalışan yeni tipten ulusalcı-Devletçi-İslamcıları da ilave etmek lazım!!), kapitalizm bir dünya sistemi haline geldi artık! Sermaye küreselleşti. Sermayenin ulusu kalmadı! “Ulusalcı”-“İslamcı, ya da “solcu” nutuklarla sizi uyutanlar, sizin “yerli-milli” ya da „ulusal-sermaye“ dedikleriniz, küresel rekabet mücadelesine girmek istemeyen, ulusal duvarların arkasına gizlenerek kendi tekel konumlarını muhafaza etmeye çalışan yerli bezirgânlardır. Bugün, içinde yaşadığımız küreselleşme sürecinde, „kim ki bir taş üstüne taş koyuyor, niyeti, menşei, ulusal kökeni ne olursa olsun ülkemize hoş geldi sefa geldi“ demeyi öğrenmeden artık ne devrimci olunabilir, ne de çağdaş. Çünkü, kendi ülkende üst üste konulan o taşlardır ki, hem yerel, hem de küresel düzeyde, üretici güçlerin gelişmesini ifade eden onlardır. Kapitalizmin kendini üreterek inkârı sürecinin köşe taşları onlar olacaktır! Bu diyalektiği anlayamıyorsanız hiç olmazsa susun!...” (Bu satırlar on yıl önce yazılmış! http://www.aktolga.de/t5.pdf )
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023