Münir AKTOLGA
SİZ ONU BUNU BIRAKIN DA, ŞU „VAKA-İHAYRİYYE“-1826-KONUSUNDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ ONU BİR SÖYLEYİN!... (1)
Çünkü, bu olay, bugün bile halâ, kimin nerede durduğunu ortaya koyan referans noktalarından biridir tarihimizin!...
Bu çalışma aslında Aralık 2011 de yayınlanmıştı ve onu şimdi yeniden yayınlama- gündeme getirme niyetim falan yoktu; ama Ömer Laçiner’in konuya ilişkin yazısını okuyunca fikrimi değiştirdim!… Bence Ömer Yeniçerilerin bir gecede kılıçtan geçirilerek tasfiye edilmeleri anlamına gelen „Vaka-i Hayriye“ ile 15 Temmuz arasında tamamen yüzeysel bir benzetme yapmış; bunlar çok farklı olaylar!... ( http://www.marmarayerelhaber.com/Her-Taraf-haberleri/6590-Omer-Laciner-ikinci-Vaka-i-Hayriyye-#.V62M6pOLS9Y )
Evet, Yeniçerilerin kılıçtan geçirilerek yok edilmelerini Devlet „Hayırlı Vaka“ olarak nitelendirir; ama acaba öyle midir gerçekten? Ben size şunu söyleyeyim: Tarihimizde antika Devlet için „hayırlı“ olan ne varsa alın onu bir daha gözden geçirin bakın altından neler çıkacak!!...
Devletin „Hayırlı Vaka“ olarak adlandırdığı olay aslına bir katliam; yeniçerilerin Devletin devşirme-robot askerleri olmaktan çıkarak insanlaşma sürecine girmelerinin, yani Devletin başına bela olmalarının sonucu!...
Devlet, II.Mahmutla birlikte, artık Devletin başına bela haline gelen eski tipten devşirmeciliği yok ederek „kültür ihtilali“ sürecine dayanak olacak şekilde yeni tipten bir devşirmecilik sistemini başlatır... Bunun 15 Temmuzla hiç bir alakası yoktur!... 15 Temmuz sonrası başlayan süreç- eski Devletin parçalanması, yeni Türkiye’nin devletinin inşası yoluna girilmesi süreci- tamamen başka bir süreçtir... 15 Temmuz'u anlayabilmek için önce o "solcu" uniformalardan kurtulmak gerekiyor!...
Şöyle diyor Laçiner: „… 1826’da, darbe ocağının bir halk hareketinin de büyük katkısıyla ortadan kaldırılması ile yeni bir dönem açılmıştır…“
Ben böyle düşünmüyorum:
İÇİNDEKİLER
HALÂ „VAKA-İ HAYRİYYE“Mİ DİYORSUNUZ, DİKKAT EDİN BİZ HEPİMİZ YENİÇERİYİZ!1
BÜTÜN SORUNLARIN KAYNAĞI OSMANLI DEVLETİNİN KENDİSİDİR!..3
TÜRK-İSLAM ETKİLEŞMESİ TASAVVUF SENTEZİNİ DOĞURUR.. 10
OSMANLININ TARİHSEL DEVRİM GÜCÜ KİMLERDEN OLUşUYORDU?..13
KENTSİZ AVRUPA-KENTLEŞMİŞ ANADOLU.. 14
“YAYA’LAR”-VE YENİÇERİLİĞİN DOĞUŞu..16
YENİÇERİLİĞİN RUHU: BEKTAŞİLİK. 18
YAPISAL DEĞİŞİM SÜRECİ VE II.MAHMUT USULÜ ÇÖZÜM!..20
DEVLET, YAPISAL DEĞİŞİM VE YENİÇERİLERİN İNSANLAŞMA DİYALEKTİĞİ..24
YENİÇERİLER VE BEKTAŞİLER..YENİÇERİLERİN BEKTAŞİLİĞİ..25
DÜNDEN BUGÜNE “HETERODOKSİ”-YA DA TASAVVUFİ AKIMLAR..28
OSMANLI’DA KAPİTALİZMİN GELİŞMESİNİ ENGELLEYEN TASAVVUF MUDUR?..28
GİRİŞ:
HALÂ „VAKA-İ HAYRİYYE“Mİ DİYORSUNUZ, DİKKAT EDİN BİZ HEPİMİZ YENİÇERİYİZ!
„Bir kitap okuyarak hayatınızı değiştirmek“ istemez miydiniz? İşte bugün ben size tam da böyle bir kitap önereceğim: “Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriyye”[1]!...
Bu çalışmanın amacı aslında bir kitap tanıtımı-ya da eleştirisi- falan değil! En azından bu amaçla oturmuyorum ben makinenin başına. Beni ilgilendiren konunun kendisi ve olayın bugüne ilişkin anlamı-sonuçları!... Çünkü, Yeniçerilerin “ilerici” padişah II.Mahmut tarafından kılıçtan geçirilerek yok edilmeleri olayı (1826) tarihimizin referans noktalarından birisidir. Öyle ki, sadece, “Hayırlı Vaka” denilen bu olay karşısındaki tutumunuz bile, aradan iki yüz yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bugün bile halâ sınıf mücadeleleri alanında nerede durduğunuzu ortaya koyabilir! Benim bu konudaki tutumum açık! Daha çalışmanın başında bunun bir kere daha altını çizeyim: Ben, II.Mahmut’un ve onun bugüne uzanan “ilerici”-“batıcı” takipçilerinin-yani Kemalist Devletin ve Devlet Sınıfının tarafında değil, artık “insanlaşmaya” başlayarak eski konumlarını terkeden, Devletin kulu-kölesi olmaktan çıkmaya çalışan, bu yüzden de “Devletin başına bela kesilen” o Yeniçerilerin tarafında duruyorum! “Ama nasıl olur, Yeniçeri Ocağı bir eşkiya örgütü haline gelmişti, sen nasıl olur da onların safında yer alırsın“mı diyorsunuz, o zaman devam edin okumaya!...
“Dilin kemiği yoktur” lafı boşuna üretilmemiştir bizde! Çünkü, bu topraklarda, suratına geçirdiği maskeye uygun olarak herkes herşeyi söyleyebilir; “sağcı” da olursunuz kolayca, “solcu”da; ama, yüzünüze plastik ameliyat yaptırmış da olsanız durduğunuz yeri değiştiremezsiniz!... Çünkü, iş bu noktaya gelip dayandığı zaman fazla seçenek kalmaz artık önünüzde! O an, ya Osmanlı artığı antika Devletin durduğu yerde duracaksınız, ya da karşı tarafta-yani sivil toplumun, normal insanların durduğu yerde. Bu nedenle, ben artık kimin ne dediğine değil nerede durduğuna bakıyorum bu ülkede, size de bunu tavsiye ederim! En azından bundan sonra yanılmazsınız!... Neden mi? Açık: Çünkü Devlet, örgütlü sivil toplumun yarattığı aşağıdan yukarıya doğru oluşmuş bir kuruluş değildir bizde; tam tersine, ona-yani topluma rağmen oluşan, kendisini toplumu gütme göreviyle yükümlü gören[2] nev-i şahsına münhasır “Tanrısal” bir güçtür! Yaşamı devam ettirme mücadelesinde çevreye uyum söz konusu olduğu zaman ise olağanüstü yeteneklidir! Düşünüyorum da bazan, bir bukalemun bile yarışamaz onunla bu konuda!. Osmanlı’da da böyleydi bu, Cumhuriyet döneminde de! Daha yeni yeni birşeyler değişmeye başlıyor!...
Hiç düşündünüz mü tarihi bilmek neden önemlidir diye?
İnsanlar boş zamanlarını değerlendirmek için ilgilenmezler tarihle! Geçmişi bilme çabası bugünü açıklayabilme çabasından alır gıdasını? Dünden bugüne gelen yola-yaşam çizgilerine bakarak, bügünü yaratan aktörlerin geçmişte nerede durduklarını anlamaya çalışırız hep! Aslolan daima yaşanılan an olduğundan, ve yarın dediğimiz şey de zaten bugünün içinden çıkıp geleceğinden, geçmişi bilmek bugünü olduğu kadar yarını açıklayabilmek açısından da önemli olur. Hem sonra, bilinç daima geriden gelmiyor mu; sadece bu nedenden dolayı bile bugünü kavrama sürecinde geçmişi bilmek önem kazanıyor. Hele bizim gibi kendi tarihiyle bağları koparılmış, kendi kimliğine karşı yabancılaştırılmış bir toplumda bugünü ve yarını kavrayabilmenin yolu mutlaka geçmişte neler olup bittiğini tekrar tekrar sorgulamaktan geçiyor. İşte, dün, bugün ve yarını biribirine bağlayan zincirin bu vazgeçilmez diyalektiğidir ki, bizi ta 1826’ya kadar götüren de bu oldu!...
Yeniçerilerin “ilerici”-“modernist” padişah II.Mahmut tarafından kılıçtan geçirilerek yok edilmeleri olayını , “solcu”-ya da “sağcı”-ama Devletçi- tarihçilerimizin ağız birliği etmişçesine “hayırlı bir olay” olarak anlattıklarını söylemiştik. Onlara göre, “Devletin başına bela haline gelen bir haydutlar çetesinin kökünün kazınması”, böylece, “modernleşme yolunun açılması” olayıdır bu[3]..Okullarda da bize böyle öğretmediler mi hep! Bu nedenle, ilk bakışta, “ta, 1826’da olmuş bitmiş ve artık tarihe karışmış”, üstelikte, hemen hemen “herkesin görüş birliği halinde olduğu” böyle bir olayı neden tekrar gündeme taşıdığımız biraz tuhaf karşılanabilir! Ama dedim ya, ben farklı düşünüyorum bu konuda!
Çünkü önce, bir kere ben bu olayı “hayırlı bir olay” olarak görmüyorum![4] Sonra da, “olayın artık çok gerilerde kaldığı” kanısında değilim! Evet, o zaman Yeniçeriler yok edilmişlerdi, ama bununla Yeniçerilik-Devşirme sistemi sona ermemiştir ki bu topraklarda!! Daha o zamandan itibaren Yeniçerilerin yerini “modern” devşirmelerden oluşan yeni tipten bir kullar sistemi almaya başlamıştır! Zaten II.Mahmut’un Yeniçerileri yok etmek için kullandığı güç de yeni tipten bu devşirmelerden kaynaklanıyordu! İsterseniz burada bir itirafta da bulunayım ben size! Biz, yani bütün o “Bursa Nutkunu” okurken gözleri yaşaran Jöntürk-İttihatçı gelenekli “solcu”-“sağcı”-“Türk-Kürt” Atatürk nesli insanlar-Cumhuriyet kuşakları- hepimiz birer modern Yeniçeriyiz aslında! “Batılılaşma” sürecimizin yeni tipten devşirmeleriyiz-yani, özünde hepimiz bu “Devletin çocuklarıyız”!... Bu nedenle, sizi bilmiyorum ama, Yeniçerilerin trajedisini okurken ben kendimi buluyorum o tarihin sayfaları arasında! “İnsanlaşmaya” başlayarak Devletten kopma ve sivil topluma karışma sürecine giren o devşirme-robot askerlerin trajedisi bugünün gerçekliğine ne kadar da benziyor diye düşünüyorum!...
Burada bir parantez açalım:
Yıl 1973, Selimiye’nin o kalın duvarlarının arkasındayız. Müthiş bir hesaplaşma, ne olup bittiğini kavrama sürecini yaşıyoruz! Hiç unutmuyorum, o an önümüze çıkan ilk gerçek şu olmuştu: “Önce üzerimizdeki bütün o üniformaları çıkararak sıfır noktasına inmek, basit bir insan haline gelmek-yani insanlaşmak- gerekir” diyorduk! “İnsanlaşmak”, ”Devletin çocuklarının”, üzerlerindeki o ideolojik üniformaları çıkararak sıradan basit insanlar haline gelmelerine takılan sıfattı o zaman bizim için. Ama, senmisin bu yola soyunan! Meğerse, kendi tarihinden, halkından kopmuş, kavanozda yetiştirilmiş bir neslin-modern devşirmelerin- insanlaşması ne kadar zormuş! Çünkü sen daha bu yolda adım atmaya kalkar kalkmaz alarma geçiyor karşındakiler[5]. Bütün korkuları büyünün bozulması-maskelerin düşmesi tabi! “Kendi tarihimizi bilmiyoruz, tarih okuyalım” dersin, “klasikler varken tarih okumakta neyin nesi” diyerek sana bön bön bakarlar! “İslam tarihi” dersin, “tasavvuf” dersin, “yoksa dinci mi oluyorsun sen” derler!...”Faşizme, darbeye karşı demokrasiyi, burjuva parlamenter sistemi savunmak gerekir” dersin, “bir yanda 27 Mayıs geleneğinin takipçileri varken gerici faşist parlamentonun tarafında mı duracağız derler...
BÜTÜN SORUNLARIN KAYNAĞI OSMANLI DEVLETİNİN KENDİSİDİR!...
Önce aşağıdaki alıntıyı bir okuyalım:
“VAKA-İ HAYRİYYE”
“... II.Mahmut’a gına gelmişti. Atalarının yüce Osmanlı İmparatorluğu gitmiş, yerine ne olduğu belirsiz bir varlık gelmişti. O güzel başşehir İstanbul, düşünün ki oturduğu şehir, artık onun sözünü dinlemez olmuştu. Ataları bu şehrin sokaklarında bir densizlik gördüklerinde, hemen cezayı olay yerinde verirlerdi. Beş, on, yirmi değnek-artık suç ne kadarını gerektiriyorsa- hemen oracıkta vuruluverirdi. II.Mahmut’un kendine ait dili olsa da anlatsa; şimdi densizlikler ayyuka çıkmış bu şehri İstanbul’da. Birini değneklettirecek olsa-sadece değnek, kafa kesmek artık büyük olay- önce düşünmek zorunda Mahmut. Öyle ya Alemdar değneklettirdi, sonu ne oldu. Kuzen Selim de ondan önce gümbürtüye gitmişti. Düşünmek zorunda artık. Ya değneklenecek olan börekçiyse, börekçi esnafı buna ne der? Ya simitçi, meyhaneci, kahveci, sandalcı, hele hamal ve aman Allah uzak olsun yeniçeriyse? Bu işin sonu olur. Artık hiçbirini diğerinden ayırma şansı da kalmadı (yeniçeriler İstanbulda kendi ortamlarına katılan esnafın dükkanlarına, yeniçeri olsa da olmasa da, onlara devlet karşısında bir tür dokunulmazlık sağlayan nişanlar asıyorlardı. Artık yeniçeri olmayan birçok İstanbul’lu da bu ortamın bir parçası sayıldıklarından, devlet sözünü geçirebilecek kul bulamamaya başlamıştı). Düşünün ki bir Osmanlı padişahı sıradan bir İstanbullu’yu dövdürebilmek- daha fazlası nerede- için bütün bunları düşünmek zorunda... Düşünün ki bu Mahmut’un-bir Osmanlı padişahı- yüzüne karşı şu kulları, şu kul parçaları-yani yeniçeriler- hiç utanmadan “padişah da insan, herkes padişah olur, padişahın Osmanlı’dan olması şart mı” diye bağırdılar. Mahmut, bütün bunları düşündü. O padişahtı, ataları beşyüz yıldır buralarda padişahlık yapıyorlardı. Bütün bunları düşünerek büyümüştü o... Bu şehir, sonra Edirne, sonra İzmir, sonra Osmanlı’nın tüm şehirleri, kasabaları ve köyleri sözünü dinlemeliydiler. Sözleri yine buyruk olmalıydı. Ortalığa düzen ve disiplin gelmeliydi... O artık Sultan II.Mahmut’tu; bunun hakkını verecekti ve Türk tarihçileri, hukukçuları, eli kalem tutan herkes onu övecekti.
II.Mahmut, 28 Temmuz 1808’de tahta çıktığında perişan bir haldeydi. Henüz yeni ölümden kurtulmuştu. Fakat III.Selim’le ilişkisi, son yıllarda soyunun başına gelenler ona Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırması gerekliliğini, İstanbul’daki bu laubali ortama son vermesi gerekliliğini göstermiş olmalıdır...
Bunu isteyen başkaları da vardı. Ulema bunlardan birincisiydi. Ulema, ya da İlmiyye sınıfı, hiçbir zaman Batı’da kilisenin ve kilise hiyerarşisinin tuttuğu yerin Osmanlı’daki karşılığı değildi. Batı’da kilise kendi başına bir kurumken, Osmanlı’da ilmiyye sınıfı devlet hiyerarşisinin ayrılmaz bir parçasıydı. Devlet için bu sınıf ne kadar olmazsa olmaz ise, bu sınıf için de devlet öyle olmuştur. Şüphesiz bazan ulema belirli bir padişahın, sadrazamın yani hükümetin değiştirilebilmesi için yeniçeri-Bektaşilere destek vermiş, devletin bu taktik amaçla belirli bir derece zayıflamasını sineye çekmiştir. Ama bu zayıflama herzaman belirli bir noktada durması gereken bir zayıflamadır. Çünkü nasıl Osmanlı Devleti ulemasız bir hiç durumuna düşecekse, ulema da en az onun kadar Osmanlı Devleti olmazsa hiçleşecek bir sınıftır. Halkın üzerindeki dinsel otoritesi, eğer devletçe desteklenmeyecek olursa, ya da devletin bu otoriteyi destekleyecek yeterli gücü olmazsa, kısa sürede eriyebilecek ve yok olacak derecede zayıftı. Gerek Sünni ve gerekse heterodoks olsun, halk İslamı halk arasında devletsiz bir ulemanın olacağından kat kat güçlüdür. Ulema bunu bilmektedir ve özellikle de çoğu zaman dinsizlikle özdeşleştirdiği, düşman bildiği heterodoks halk İslamı’dan son derece çekinmektedir. Oysa yeniçeriler bu halk İslamı’nın en güçlü gruplarından biriyle, yani Bektaşilikle özdeşleşmişlerdi... Ulemanın gözünde Hristiyanlık bile Bektaşilikten daha saygıdeğer ve güvenilirdi. Yeniçeri-Bektaşilerin özellikle son ayaklanmalarında Osmanlı Devleti’ne son verebileceklerini telaffuz edebilmeleri ulemayı derinden etkileyecek, sarsacak, kendilerine yönelik tehdidin büyüklüğünü hissedeceklerdi” (Çamuroğlu a.g.e s:52)
Evet, bütün sorunların kaynağı öyle “üst akıl” falan değil,OsmanlıDevleti’nin kendisidir!...
Ne derseniz deyin, Osmanlı-ve onun devamıolarak bugünkü Türkiye toplumu üzerine yapılan-ve bundan sonra da yapılacak olan-bütün çalışmalar, dönüp dolaşıp, sonunda, ortaya çıkan sonuçları, nev-i şahsına münhasır o Devlet ve Devlet anlayışı üzerine oturtmak zorundadır. Bu nedenle, ben de burada bu konunun bir kere daha altını çizme gereğini duyuyorum. Çünkü, Osmanlı toplumunda-ve bugün bile halâ onun içinden çıkma çabası içinde olan günümüz Türkiye’sinde- Devlet olayının ne olduğunu kavramadan başka hiçbirşeyi kavramak mümkün değildir. Ulema diyoruz, İslam diyoruz, Bektaşilik, Heterodoksi diyoruz ve de Yeniçerilik diyoruz, ama, Devlet olayıyla birlikte ele almadan bunların hiçbirini yerine oturtmak, bunlar arasındaki ilişkileri aydınlatabilmek mümkün değildir.
Örneğin, dışardan baktığın zaman “batılılaşma” sürecini başlatan bir II.Mahmut’la İslamcı ulema birbirlerinin kanlı bıçaklı düşmanları gibi görünürler değil mi (bugünkü Fetö’cülerle Kemalist Devlet sınıfı unsurlarını düşünün!!); ama bir de bakıyorsunuz, yeniçerilerin kılıçtan geçirilmeleri söz konusu olunca, aynı Ulema II.Mahmut’la işbirliği yapabiliyor! Neden? Gel de sen şimdi bu problemi Devlet-din ilişkisinin dışında ele alarak çöz bakalım. Batı’daki örneklere bakmak, oradaki Devlet-Kilise ilişkisini örnek almak falan da fayda etmez bu konuda. Çünkü, Kilise devletin karşısında bağımsız bir kurum orada. Böyle gelişmiş süreç; ama bizde öyle mi ya! Devlet ve din içiçe bizde. Hadi Sultan’ın halifeliği bir semboldür diyelim, ama en yüksek dini otorite olan Şeyhülislam bir devlet memurundan öte değildir! Hal böyle olunca, ne kadar II.Mahmut’a ve onun kendisini devre dışı bırakan “batılılaşma” projesine karşı olursa olsun, Devletin bekaası-yani varlığı-söz konusu olunca bütün bunları bir yana bırakarak onunla birlikte tavır alabiliyor Ulema. Bunun en açık örneğini yeniçerilerin katli konusunda verdikleri fetvada görüyoruz. “Bunlar artık din dışına çıkmışlardır bu yüzden de yok edilmeleri dinen uygundur” diyebiliyor!...
Ama bu kadar da değil, ya o Bektaşilere ne demeli; aradan biraz zaman geçtikten sonra, onları da, kendilerini illegaliteye iterek yok etmeye çalışan o II.Mahmut’un torunlarıyla-Jöntürklerle-İttihatçılarla-ve de bugün bile halâ-Kemalistlerle kol kola görebiliyorsunuz! Neden? Hadi onlar da bir yana, ya günümüzde Anadolu burjuvaları olarak bilinenlere ne demeli; onları da bugün bütün bir tarih boyunca Müslüman orta sınıfa kan kusturan o Sultanlara “ecdadımız” diyerek methiyeler düzen bir ruh halinde bulmuyor muyuz, neden?... Nasıl oluyor bütün bunlar? “Stockholm Sendromu”-kendi katillerine aşık olmak- mı diyorsunuz! Her ne ise, ancak donmuş taşlaşmış, dünyaya-olup bitenlere sadece kendi dar antika çerçevesinden bakabilen anlayışların sonucudur bütün bunlar. Hani artık Devlet “batılılaşarak” değişiyordu ya, eski Sünni-İslamcı gömleği çıkararak batıcı bir kimlik kazanmaya çalışıyordu ya, bu süreç içinde Ulemanın da artık gözden düşeceğini düşünen o Bektaşi Şeyhleri hemen mal bulmuş mağribi gibi atlayıverirler bunun üzerine!. Daha önce o Devlet kendilerini de asıp kesmiş!... Unutuverirler bunların hepsini! Adam-tekkenin başında bulunan Bektaşi şeyhi- Kemalistlerin “laiklik” aldatmacasına kanarak, tutuyor “artık bize gerek kalmadı” diyerek kendi tekkesini bile kapatabiliyor!.. Ne diyorsunuz siz!.. Bugünkü o “Dersim tartışmaları” falan hiçte yeni değildir! Dünyaya halâ o eski ayrışma -alevi, sünni-penceresinden bakıyor bazı insanlar!.. Maddi şartlar değişiyor, hayat değişiyor ama kafalar kolay kolay değişmiyor! Ama kimbilir, belki de şöyle düşünmüşlerdir o kerameti kendinden menkul şeyhler: Her ne kadar bu Devlet onları da itip kakmışsa da, bu kez peşine takılacakları güç yeniçeriler gibi Devlet dışına itilmiş fukaralardan oluşmuyordu; ne de olsa o Jöntürkler de Devletin çocuklarıydılar. Hem sonra onlar sırtlarını yeniçeriler gibi esnafa falan değil Batı’lı Devletlere dayamışlardı!.. Aynı mantığı yeni Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da görmüyor muyuz! Evet, gerçekten de beyinlerdeki o ideolojik-kültürel programların-software’lerin-değişmesi daha zor oluyor ve hep geriden geliyor bu!..
Özellikle, “batılılaşma” adı altında yaşanılan bir kültür ihtilâlinin çocukları olan bizler için daha da önemli bütün bu sorular ve bunların cevapları! Bu nedenle, işe bu konuyla-Devlet olayıyla, Osmanlı Devleti’nin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığıyla başlamak istiyorum. Çünkü sadece neden yeniçeriler sorusunun değil, neden Bektaşiler sorusunun cevabı da bununla ilgilidir. Gerçi yazıyı biraz uzatacak bu, ama ne yapalım olayın sorumlusu ben değilim ki!..
EVET, “BİSMİLLAH” DER GİBİ, İŞE GENE DEVLET GERÇEĞİMİZLE BAŞLAYALIM!...
Aşağıdaki alıntı “Bilişsel Tarih ve Toplum Bilimlerinin Esasları”ndan http://aktolga.de/ 5. Çalışma...
“Bu çalışmanın daha önceki bölümlerinde “devletin ortaya çıkışını” Greek, Roma ve Cermen örnekleriyle yeteri kadar inceledik. Bütün bu örneklerde ortak olan yan, devletin sınıflı topluma geçişle birlikte ortaya çıkması, ve bir sınıf tarafından temsil edilmesidir. Eski gentilice düzenin yerini alan yeni toplumsal kurum ve kuralların bütünü olan devlet, yeni-sınıflı toplumun merkezi varoluş instanzı olduğu halde, sınıflara bölünmüş toplumda, pratikte daima egemen sınıfın yanında, onun egemenliğini sürdürmesinin bir aracı olarak varolur. Greek ve Roma örnekleriyle onun-devletin antik kent içinden doğuşunu ve köle sahipleri sınıfının egemenlik aracı olarak oynadığı rolü inceledik. Cermen örneğiyle de, bir tarihsel devrim sonucunda ortaya çıkan devletin, daha sonra nasıl feodal bir devlet haline dönüştüğünü, toplumdaki egemen sınıf olan feodallerin egemenlik aracı haline geldiğini gördük. Bunların, devlete damgasını vuran bu sınıfların, her ikisi de, üretim ilişkileri içinde somutlaşan-gerçekleşen, varlığı üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olmaktan kaynaklanan sınıflardır.
Şimdi, sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişin mihenk taşı olan devletin ortaya çıkışında bir üçüncü yolu (Türklerin yolunu) daha göreceğiz: Göçebelikten, orta barbarlıktan fütuhat yoluyla devlet haline gelen, ancak daha sonra, Cermenlerde olduğu gibi kendi içinde feodalizme ve kapitalizme dönüşümü sağlayamadığı için taşlaşarak-dinazorlaşan, çağ dışı bir Devlet sınıfının egemenlik aracı haline gelen Türk Devletleşmesinin diyalektiğini ele alacağız.
Türklerin Devletleşme süreci ve Devlet Sınıfı’nın ortaya çıkışı...
Bundan otuz iki yıl önce (bu çalışma 2005’te yayınlanmıştı!) beni bu çalışmaya iten en önemli neden, hayatın içinde önüme çıkan Türkiye’deki bu Devlet sorununu “açıklayabilmek”, “Devlet sınıfının” egemenliğindeki bu Devletçi düzeni açıklayabilmek zorunluluğu olmuştu. “Açıklayabilmek” diyorum, çünkü o güne kadar okuduğumuz kitaplarda, Marxizmin klasiklerinde böyle birşey yoktu! İlkel komünal toplumdan köleci topluma, oradan feodalizme, feodalizmden de kapitalizme ve “sosyalizme” doğru evriliyordu tarih. Bu sınıflı toplumlar sürecinin hepsinde de, bir egemen sınıf vardı. Devlet de daima bu “egemen sınıfın devleti”ydi. Türkiye’deki gibi “Devlet Sınıfı” diye bir sınıf, bir kavram yoktu Marxist klasiklerde. “Bürokrasi” vardı; ama bu farklı birşeydi. Türkiye’de ise durum bambaşkaydı! Türkiye’de, toplumun üstünde duran, ona karşı egemenlik mücadelesi veren, Osmanlı artığı, bambaşka bir “Devlet” vardı! Bunun, Marks’ın dediği gibi “devletin zaman zaman sınıflar üstü bir kurum gibi görünmesiyle, hakem rolünü oynamasısyla” falan da alakası yoktu! Biz, “işçi sınıfı adına” “burjuva devlete karşı mücadele ediyoruz” ederken, bu Devlet de burjuvaziye karşı mücadele veriyordu! Burjuvazinin değilse, kimin devletiydi o zaman bu devlet Türkiye’de!..
Peki bir tek ben mi farkına varıyordum bunun! Başka kimse sorun etmiyordu da, bir tek ben mi problem haline getiriyordum bunu?
Tabiki hayır! Problem ortadaydı, öyle gizli saklı falan değildi! Ve benim gibi birçok kişi de olayın farkındaydı. Farkındaydı ama, farkında olmak yetmiyordu! Olayı bilişsel olarak açıklayabilmek de gerekiyordu. Problem burada ortaya çıkıyor işte!
İnsanlar çevreden aldıkları informasyonu sahip oldukları bilgiyle işleyerek bir sonuca varabiliyorlar (yeni bilgiler bu şekilde üretiliyor). İnformasyon İşleme Bilimi’nin, Bilişsel Bilim’in özü esası budur. Eğer kafanız Batı kökenli bilgilerle şartlanmışsa-doldurulmuşsa, yani insan toplumlarının tarihsel evrimine ilişkin sahip olduğunuz bilgilerin kaynağı sadece Batı ise, Batı toplumlarının deneyimleri ise, bu durumda, ne kadar “içinde yaşıyor” olursanız olun, sizin Türkiye toplumunda yaşayan bir turistten farkınız kalmaz! Bilişsel Bilim açısından bu böyledir, çünkü siz, kendi toplumunuza ait bütün informasyonları (dikkat, bilgileri demiyorum) ancak sahip olduğunuz Batı kökenli bilgilerle işleyip değerlendirerek sonuçlar üretebilirsiniz. İşte, yukardan aşağıya Batılılaşma sürecinin ürünü olan Türkiye’li “aydınların” (“Marksist” bile olsalar!) diyalektiği budur! Türkiye’de “aydın” olmak demek Türkiye toplumundan ve tarihinden kopmak, Türkiye’de Batılı bir turist haline gelmek demektir! Türkiye’deki devlet-halk çelişkisine eklenen aydın-halk çelişkisinin kökeni de budur. Türkiye halkının “okumayı ve aydınları sevmeyen bir halk” olmasının sebebi de budur!..
Tekrar konuya dönüyoruz şimdi: Cermenler de bir tarihsel devrimin-fütuhatın sonucunda devletleşmiyorlar mıydı? Cermenlerle Türkler arasında, içinde bulundukları tarihsel-toplumsal aşama bakımından pek bir fark olmadığı halde, Cermen-Roma etkileşmesinin sonunda feodal bir devlet yapısı ortaya çıkıyordu da, neden, örneğin bir Osmanlı-Bizans etkileşmesi aynı sonucu vermiyordu[6]; Osmanlı’daki ve daha sonra da Türkiye’deki bu Devletçi sistemin diyalektiği ne idi? (Dikkat ederseniz bizdeki Devlet ve Devletçi sistem kavramlarını hep büyük harfle yazıyorum!...)
Osmanlı-Bizans etkileşmesini ve bunun Cermen-Roma etkileşmesiyle olan farkını ele alacağız elbet, ama şimdi önce, sınıflı topluma bu tür (Osmanlı tipi) geçişlerde Devletleşmenin prototipi olan “Bozkır Devletleri’nin” ortaya çıkışını görelim. Türkleri ve Türk fütuhatlarının sonunda ortaya çıkan “Bozkır Devletlerini” Zeki Velidi Togan şöyle anlatıyor:
“Türk fütuhatının diğer bir ayırdedici özelliği de, bunun her vakit gayet sade ve elastiki bir teşkilat sistemine, “türe” dediğimiz örfi kanun ve vazı’lara (gentilice yasalara) dayandırılmış olmasıdır. Bu sistem, en küçük bir teşekküle olduğu gibi, Asya ve Doğuavrupa mikyasındaki geniş teşekküllere de aynı kolaylıkla tatbik edilmiştir (bu nokta çok önemli)...Küçük bir camiaya reis intihab olunan han ve naibi (buna yogruş veya kagıtlaş veya kagılgay denilirdi) dört kabile reisine dayanırdı. Tuvacı, veya ona benzer bir ünvan taşıyan, beye tabi birkaç tane nöker, birkaç neferden ibaret gece nöbetçisi (tunkatar, Moğolca kebtevül) ile, gündüz nöbetçisi (bekçi, Moğolca turgavul) kişicikler, hanın bükevül denilen oduncu aşçısı ve atlarına bakan aktaçısı; böylece, herbiri ayrı unvan taşıyan ve sayıları birkaç ona çıkan beyler, mansabdarlar[7] olurdu. Fakat devlet büyüyünce o birkaç nöker, sayısı yüzbinlere çıkan çerik şeklini alırken, tuvaçı’da bu cihanşumul devletin harbiye nazırı olurdu. Başlangıçtaki birkaç kişi daha sonra binler, hatta onbinlerden oluşan muhafız alaylarına döner, bavurcu, tekmil memleketin iktisadiyatını idare eden ve elinden milyonlar ve milyarlar geçen bir iktisat veziri, aktaçı’da yüzbinlere varan ordunun süvari teşkilatını idare ederdi. Fethedilen memleketlerde yerli medeni unsurun tesiriyle değişmelere maruz kalan, yahut ortadan kalkan bu teşkilat sistemi, büyük bozkır devletinin esas bölgelerinde (Uluğ-Yurd’da) kendi hususiyetlerini olduğu gibi muhafaza eder. Büyük bozkır devleti dağılsa bile türe yine yerinde kalır, tuvaçı, bükevül ve aktaçı teşkilatı bu kez daha küçük topluluklarda geçerli olur, fakat daha sonra, şartlar uygun olduğu zaman tekrar, daha büyük toplulukların yönetim organları haline gelirlerdi. Bütün bu teşkilat usulü, Türk ve Moğol topluluklarında idareci kabilelerin bünyesine aşılanmış içtimai bir itiyad ve an’ane halinde yaşamakta idi”[8].
Daha önce İbni Haldun’dan yaptığımız aktarmalar dikkate alınırsa, bütün bunlar kolayca anlaşılabilir şeylerdir. Aslında, bir noktaya kadar, Cermenlerin yaşadığı süreç de bundan pek farklı sayılmaz. Orta barbar-medeniyet ilişkilerinin, tarihsel devrim diyalektiğinin kaçınılmaz sonucudur bunlar. Göçebelikten sınıflı topluma geçişin tipik örnekleridir. Küçük bir aşiret, fetihler sonunda kocaman bir “devlet” haline geliyor. Ama, ilk aşamada, bu “devlet” henüz daha bir tür “bozkır devleti”dir, yani aşiret devletidir! Aşiret devletidir, çünkü “türe”nin dışında başka birşey bilmeyen fatih orta barbarlar, fethettikleri yerlerle büyüyen yeni egemenlik alanını da gene aynı “türe”ye göre örgütleyip yönetmeye çalışırlar. Onların gözünde olay, küçük bir aşiretten daha büyük bir aşiret haline gelme olayıdır henüz!
Bu devasa “aşiret Devletinin” toprak düzenine ve yönetim şekline gelince, buna Cermenlerde “Lehnswesen”, Selçuklularda “İkta” sistemi, Osmanlılarda da “Tımar” sistemi adı veriliyordu. Ama, verilen isimler farklı olsa da bunların hepsi özünde aynıdır. Egemen fatih, askeri şef, fethedilen toprakları aşiretinin en güvenilir kişileri arasında bölüştürmekte, bunlara, mülkiyeti tanrı adına devlete ait olan bu toprakların tasarrufu yetkisini vermekte, kendisi de gene eskiden olduğu gibi bu büyük aşireti yönetmektedir! En azından sürecin başlangıç dönemlerindeki anlayış budur. Ve bu türden yüzlerce “devletler” kurulup dağılmıştır antika tarihte. Her seferinde, bir saman alevi gibi parlayan orta barbarların bu kahramanlık çağı yükselişleri, daha sonra “devlet” gerçek bir devlet haline dönüşüpte, “medeniyet” ateşinin içinde kavrulan barbarcıkların yerini sınıflı toplum insanları alınca, bu süreç, sil baştan, başka barbarlar tarafından tekrarlanagelmiştir. İbni Haldun bu tür “devletlerin” ömrünü ( üç kuşak- 120 yıl ) bile hesaplamıştı. Ama hiçbir zaman “boşuna” çabalar olmamıştır bunlar! Her seferinde yeni bir barbar kitlesinin medeniyete geçişi anlamına geliyordu bu gel-git ler. Medeniyetle ilişkiye giren barbarlar tarihsel devrim çarkına kapılıyorlar, medeniyeti kuşatıp fethederek, üretici güçleri rahatlatıyorlar, insanlığın tarihsel gelişme yolunda bir adım daha ileriye gitmesine sebep oluyorlar, sonra kendileri de o sürecin içinde eriyorlardı.
Peki bu “Aşiret devletleri”ni, ya da “Bozkır devletleri”ni bir “devlet” olarak nitelendirmek doğru mudur? Devlet, sınıflı topluma geçişle birlikte ortaya çıktığına göre, bu geçiş aşaması “Devletlerine” Devlet demek doğru mudur? Bu Devletlerde belirli bir sınıfın egemenliği söz konusu mudur? Sorunun cevabı aslında kendi içinde. Göçebelikten, orta barbarlıktan fütuhat-tarihsel devrim yoluyla Devlet haline geliş sürecinde, geçiş aşamasının-köleci toplumlara karşı olmaları anlamında “devrimci Devletleridir” bunlar! Devlettirler, çünkü Devleti elinde tutan, yöneten belirli bir “Devlet sınıfı” oluşmakta, üretim araçlarının “Tanrıya ait olan mülkiyetine” pratikte bu “sınıf” tasarruf etmektedir. Kuruluş aşamasında Devletleşme sürecinin henüz daha tamamlanmamış olması, fütuhat ve ganimet nedeniyle “Devlet sınıfıyla” halk arasındaki uçurumun henüz daha açılmamış olmasındandır. Bu aşamada sistem henüz daha içerde, “düzen koruyucu” kurumu, “egemen sınıfın ezilenler üzerindeki baskı aracını”, yani bizim anladığımız anlamda bir “devleti” yaratmamıştır. Fütuhatın-tarihsel devrimin balayı çağı yaşanmaktadır! Suyun kaynağı henüz daha dışarıdadır. Ve herkes akan sudan kendi kovasını doldurmakla meşguldür! Kimsenin diğerinin kovasındaki suya ihtiyacı yoktur. Tepedekinlerin kovalarına daha mı çok su doluyordu (ganimetlerin beşte birinin bey hakkı olmasından bahsediyoruz)! O kadar da olurdu artık! Mantık bu henüz! Kısacası, herkes el ve gönül birliğiyle “Devleti” yaratmakla, oluşturmakla meşguldür bu dönemde!..
TÜRKLER VE İSLAMİYET... (2)
[1]“Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriyye”, Reha Çamuroğlu, Kapı Yayınları. Yanlış anlaşılmasın, Çamuroğluyla kitapta yer alan her konuda görüş birliği halinde falan değiliz!. Örneğin, bana göre onun bakış açısı çoğu zaman halâ o “heterodoksi”ye göre şekilleniyor. Yani koordinat sisteminin merkezi halâ o eski antika zeminde duruyor. Ama olsun, bunun dışında çok önemli bir görevi yerine getirmiş Çamuroğlu.
[2]Sürü-Çoban ilişkisi onun toplumsal genetik kodlarını oluşturur..
[3] „Modernleşme modernleşme“ derler ama, „kimdir bu modernleşen“ diye sormak kimsenin aklına gelmez! Çünkü, koordinat sisteminin merkezinde Devlet vardır hep ve “modernleşen” de odur aslında! Toplumdan kopuk tepede bir güç var ortada ve o, kılık değiştirerek boyuna “modernleşiyor”! Niye mi? Yaşamı-Devletin yaşamı- devam ettirme koşulları bunu gerektiriyor da ondan! Toplum ise ona rağmen, onun diyalektik inkârı olarak modernleşmektedir!...
[4] Bu konuda Çamuroğlu’yla tamamen aynı görüşteyiz. Ben de bu olayı onun gibi „Vaka-i Şerriyye“ olarak görüyorum!
[5]Ama unutma, o „karşındakiler“ aynı zamanda senin içinde de varlar! Yani, mücadele tek yanlı olmuyor! Aynı zamanda kendi içinde de yaşanıyor! Benim içimdeki o devşirme-robotu yok etmem tam otuz yılımı aldı!!...
[6] Bu konuyu 5. Çalışma’da ayrıntılı olarak ele almaya çalışmıştık. Bu nedenle burada ayrıntılara girmiyorum..
[7] Mansıb ünvan demek, Mansabdarlar, belirli ünvanlara sahip kişiler olmalı.
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023