Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
Sahte peygamberin yalancı cenneti
1.08.2014
1642

 Neyi tutsan elinde kalıyor.

Neye baksan çağdışı.

Yolcuları cayır cayır yanan otobüsler mi denetleniyor, kamusal iş yapmaya elverişli olup olmadıkları bilinmeyen sürücüler mi?

Üstünde biraz düşünecek olsan uykuların kaçar; gönül rahatlığıyla ne yemek yer su içer, ne gezip tozabilirsin bu ülkede.

Hangi taksicinin, hangi minibüsçünün, hangi vapurun, hangi trenin, hangi lokantanın, hangi ürünün denetim altında olduğuna kanisin?

Sokağı dönünce başına ne geleceği meçhul.

Kentlerinde bir buçuk milyon Suriyeli sığınmacı, insanlık dışı bir vaziyette dolanıp duruyor; yarın kış bastırınca ne olacakları dahi belli değil!

Yani tam bir kaos toplumu.

Güvenceli bir yer olmadığı, Başbakan’ın etrafını saran polis ordusundan belli değil mi?

Bu mu olmalıydı, ülkeyi on iki senenin sonunda getirip koyacağınız yer?

Dine dayalı siyasal kavgalarınızın, başta hukuk olmak üzere her şeyi nasıl çürüttüğü gözlerimizin önünde tecelli ediyor.

Çoğu kimse böyle zamanlarda bir kenara çekilir, aman bana bulaşmasın der.

Böylece, sessiz sedasız bir ortamda rezillikler de tavan yapar.

Sonunda yönetenler, akrep gibi kendi kendilerini sokacaklardır.

Sanırım oraya doğru gidiyoruz.

Oysa on iki sene önce bunlar olsun diye yola çıkılmamıştı.

Ülkenin seksen yıllık siyasal yaşamındaki demokrasi ayıbının telâfisi, tüm toplumsal dinamiklerin başaklar gibi olgunlaşıp özgürce katıldığı ve sayısız projenin üretilerek dillendirildiği, son derece verimli olacakmış gibi gözüken canlı bir dönemle başlamıştı.

Her ne kadar Başbakan, kendi ben-merkezci yaklaşımıyla “çıraklık dönemim” dediyse de, böyle tanımlanmak yerine, bu sürece, bütün siyasal aktörlerin “hep birlikte katılıp kotardıkları” bir safhayı temsil ediyordu, demek daha doğrudur.

O yüzden de havaya devrimci bir reformculuk egemendi.

Başbakan lider portresi çiziyordu, lâkin siyasetin geneline rengini veren, damgasını vuran o değil, toplumsal değişim arzusunun rasyonel boyutlardaki talep kapasitesiydi.

Bu dönemin bilançosu, Başbakan’ın bireysel özellikleri bakımından etkin olamadığı oranda bir başarıyı içerir.

Çünkü o da, gürül gürül akan bu nehrin debisine bağımlı kalarak seyreden bir tekneden daha fazlası değildi.

Kalfalık dönemim” dediği safha ise, bireysel özelliklerinin galebe çalarak, partisine, meclise ve giderek siyasetin bütün ruhuna hâkim olmaya başlayacağı ve toplum dinamiklerini gerileterek sindireceği bir aşamayı betimler.

Din dahi, mağduriyet haklılığından neşet eden ilerici yorumlardan sapacak, mağrurluğun yüklemi olan toplumsal bir tutuculuğa doğru yeniden gerileyecektir.

Başbakan ise, dümenini kendi kontrol ettiği daha büyük bir tekneyi, suyu çekilmeye debisi düşmeye yüz tutmuş ve artık bir nehre değil ırmağa indirerek yüzdürmeye çalışacaktır.

Hâlen içinde olduğumuz “ustalık dönemi” olarak adlandırdığı “sonun başlangıç süreci”nde ise, yalancı “Nuh”un sahte kurtarıcılığına tahsis edilmiş, bu kez daha da devasa ve hantal bir tekne, kuru dere yatağına oturmuş, kendi ağırlığıyla kuma gittikçe gömülüyor.

Demokrasilerde, devlet çarkını döndüren iktidarı, partileriyle, meclisiyle, STK’larıyla sivil toplum denetler.

Halkın kontrol mekanizmaları sağlıklı olsaydı kimse tevessül edemeyecekti iken, eğer yok edilmiş yahut hiç tesis edilmemişse; o görevi, ordu gibi, polis gibi, yargı gibi, esasen iktidarın sevk ve idaresindeki bürokratik unsurlar üstlenmeye başlarlar.

O yüzdendir ki bu aptal komedi, saplanılan bu batak yerden bir milim öteye gidilemediği için, ancak darbecilerin bıraktığı aksesuarlarla sürdürülüp oynanabilirmiş gibi gözüküyor.

Neticede, kendisini yarı tanrı sanan tek kişilik mürettebat ile, onun önlerine attıklarıyla beslenen gemi sıçanlarının kavrayamadıkları budur işte.

[email protected]

twitter@cinarnamik

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar