Orhan MİROĞLU-Taraf yazıları

Orhan MİROĞLU-Taraf yazıları
Orhan MİROĞLU-Taraf yazıları
Taraf Gazetesi Tüm Yazıları
Usame operasyonu: Kısasa kısas!
5.05.2011
1849

Usame bin Ladin’in Pakistan’da öldürülmesi, doğrusu bu ülkenin suikastlar tarihine çok yakışan bir olay oldu. Ziya ül-Hak uçak kazasında, Benazir Butto iki Sih korumasının bombalı saldırısında, Benazir’in babası Zülfikar Ali Butto ise idam sehpasında can verdi.

Usame Pakistanlı değildi. Pakistan’ın kurulduğu 1947 yılından bu yana devam eden iktidar çatışmalarında bir tarafı temsil etmiyordu; ama Rus ordusunu Afganistan’dan söküp atmak için bu ülkeye geldiği tarihten bu yana, hem Afganistan hem Pakistan’da yaşanan siyasi tarihi etkilemiş ve birbirleriyle çatışan tarafların Amerika’nın dostluğunu elde tutmak için ihtiyaç duydukları uluslararası çapta bir “iç ve dış düşman” olmayı başarmıştı..


Usame öldürüldü, ama El Kaide hâlâ yaşıyor. Bütün dünyanın peşinde olduğu ve ölüsüne, dirisine 25 milyon dolar biçilen Usame bin Ladin’in yerine kim geçerse geçsin, açık olan şu ki, tarih bugün bambaşka mecralarda akıyor..

Ne Batılılara, Usame bin Ladin ayarında uluslararası bir düşman gerekiyor artık, ne de İslam âleminin, bir milyon dolarlık malikanesinde kadınlar ve çocuklarla beraber yaşayarak, adeta kaderin tecelli etmesini bekleyen , çöpünü bile içerde yakmak zorunda kalan uluslararası bir kahramana ihtiyacı var..

Usame ve onun temsil ettiği dünyayla ABD arasında Sovyetler’in Afganistan’a girmesiyle başlayan gizli ilişkiler tarihinin bir perdesi böylece trajik bir biçimde kapanmış oldu.

Usame, dünyanın en büyük Müslüman ülkesinin merkezinde, sıradan bir Amerikan operasyonuyla yok edilirken, kimsenin kılı kıpırdamadı. O villada onunla beraber yaşayan bir kadının göğsünü siper ettiği söyleniyor. Ama o kadar..


Saklandığı Pakistan’da Usame, Amerika’dan bu ülkeye dolar akışını sağlamak için birkaç yıl elde bir koz olarak tutuldu. Pakistan öyle bir ülke ki, protokolde önem sırasına göre önce Pakistan Genelkurmay Başkanı, sonra da Amerikan elçisi oturur.

Pakistan gençlerinin hayali bir gün New York borsasında broker olmak, bu mümkün olmazsa eğer, kendi ülkelerinde asker üniforması giymektir.


Pakistan’da milliyetçilik de, dinî kimlik de son derece zayıftır. Pakistan’ı kuranlar modern bir kimliği halka zorla kabul ettirmeğe çalıştılar. Bunu yaparken, yerel kimlikleri şiddet temelinde bastırmayı tercih ettiler. Pakistan’ın çoğul kimliklerini oluşturan halklar, kuşkusuz Müslüman’dırlar. Pencaplılar, Peştunlar, Bengalliler, Sindiler ve Belucilerin benimsediği dinî kimlik, hiçbir zaman etnik-kültürel kimliklerin yegâne kurucu unsuru haline gelemedi.

Hindistan düşmanlığı bu durumda Pakistan milliyetçiliğinin ayakta kalmasını saplayan yegâne seçenek olarak ortaya çıktı.


Pakistan’ı 11 yıl asker-sivil bürokratlar, 34 yıl ordu yönetti.

Usame’nin böyle bir ülkede kendini güvende hissetmesi ve onu koruyanlara inanması için aslında hiçbir sebep yoktu.

Şimdi isterseniz, biraz gerilere, maceranın başladığı tarihe geri gidelim.

Amerikan resmî tarihine göre CIA’in Afganistan’daki mücahitlere yardımı, Sovyet işgalinin başladığı tarih olan 24 Aralık 1979’dan sonra, yani 1980’lere tekabül ediyor..

Oysa Başkan Carter, Müslüman muhaliflere ilk yardımı öngören planı 3 Temmuz 1979’da imzaladı. Bu plan, Sovyetler’i Afganistan bataklığına çekmeyi amaçlıyordu.

Başkan’ın o yılardaki danışmanı Brzezinski, Ocak 1998’de Le Nouvel Observateur’de yayımlanan mülakatında bu gizli planın hedeflerini ve amacını anlatırken şunları kaydediyor:

“Aynı gün –yani mücahitlere yardımın imzalandığı gün-Başkan’a bir not yazdım ve ona kanımca bu yardımın bir Sovyet askerî müdahalesine neden olacağını hatırlattım.

– NO: Yani gizli operasyonu desteklediniz. Ama belki siz de, Sovyetler’in savaşa girmesini istiyordunuz ve bunu kışkırttınız?

– B: Tam değil. Rusları müdahaleye biz itmedik, ama bilerek bu ihtimalin gerçekleşme şansını arttırdık.

– Peki İslamcıları destekleyerek, geleceğin teröristlerine silah ve akıl verdiğiniz için hiç pişmanlık duymadınız mı

– B: Pişmanlık mı, ne için? Dünyanın tarihi açısından hangisi önemlidir? Taliban mı, Sovyet imparatorlunun çöküşü mü? Kanı kaynayan bazı Müslümanlar mı, yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve soğuk savaşın sona ermesi mi?”

Usame ve El Kaide’nin bir parçası olduğu bu tarihî planın sonucu aynen istendiği gibi bitti. Sovyetler de duvar da aşağı yukarı aynı tarihlerde çöktü.

“Kanı kaynayan” en ünlü Müslüman olan Usame bin Ladin bu projenin gerektirdiği bir imalat olarak tarih sahnesine çıktı ve proje başarıyla tamamlandığında da, onu projeye dahil edenlerle savaşa tutuştu. Başarması imkânsızdı, çünkü fikirlerini hayata geçirebileceği belirlenmiş bir toprağı, bir ülkesi yoktu.

İkiz Kulelere saldırının gerçekleştiği gün, bin Ladin “kanı kaynayan bir Müslüman” olarak Batı’ya karşı kendini içinde bulduğu savaşı çoktan kaybetmişti.

O tarihten sonra Pakistan’daki iktidar çatışmalarının bir kozu olarak kullanıldığı anlaşılıyor.

Tarık Ali, Usame bin Ladin’in Pakistan’da öldürülmesinden sonra bir açıklama yaptı mı bilmiyorum. Ama Pakistan’ın siyasi tarihi ve kanlı iktidar mekanizmaları hakkında yazılmış en mükemmel kitaplardan biri olan Düello – Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan’da anlattığı ve eski bir arkadaşıyla aralarında geçen diyalog, herkesin Afganistan’da sandığı Usame’nin, İkiz Kulelerin devrilmesinden sonraki yıllarına ışık tutuyor.

Tarık Ali uçakta karşılaştığı bu eski arkadaşla sohbete bir soruyla başlıyor ve o sohbetin ucu gelip Usame bin Ladin’e dayanıyor:

– Bugünlerde neler yapıyorsun?

– Söylesem beni öldürürsün!

– Sen yine de dene.

– Butto ve ardından Ziya için çalışan bir üst düzey güvenlik görevlisiydim.

– Her ikisine de hizmet ettin yani?

– Bu benim işimdi.

– Usame bin Ladin hâlâ hayatta mı?

– ...

– Cevap vermediğine göre bunu evet diye kabul ediyorum, nerede olduğunu biliyor musun?

– Bilmiyorum ve bilseydim bile sence sana söyler miydim?

– Hayır ama her halükârda soracaktım, onun nerede olduğunu bilen var mı?

– Üç kişi biliyor, belki dört. Onların kim olduğunu tahmin edebilirsin.

(Tahmin edebildim.)

– Ya Washington, onu canlı istemiyorlar mı?

– Dinle dostum, altın yumurtlayan tavuğu neden öldürmemiz gereksin ki. (Düello, Tarık Ali, Agora Yayınları)


Usame öldü ve adalet yerini buldu!

Sokaklara dökülüp Usame bin Ladin’in öldürülmesini kutlayan Amerikalılar değil sadece, bütün dünya adaletin tecelli ettiğine inanmış gibi görünüyor.


Soykırım suçu dâhil, insanlığa karşı işlenen suçların tanımını yapmış ve bu tanımları uluslararası sözleşmelere geçirmiş, uluslararası mahkemeler kurmayı başarmış Batı, uluslararası bir savaş suçlusu olarak görülebilecek Usame’yi yok ederken kendi uygarlığının hukukunu bir kenara bıraktı; onun yerine Usame’nin geldiği ve inandığı dünyaya ait olan kısasa kısas yasasını uyguladı.


Üçüncü dünyanın şiddeti Batı’nın şiddeti karşısında ve suça ortaklığı gizlemek adına bir defa daha galip geldi.


[email protected]
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar