Orhan MİROĞLU-Taraf yazıları
Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde meydana gelen katliamları yorumlayan İsrailli bir gazeteci şöyle demişti:
“1948’de CNN olmadığı için ne kadar şanslıydık.Yoksa bütün dünya bugün gördüğü görüntüleri Filistin’de görürdü..”
Son çeyrek yüzyıl, hakikatin ülkenin bir bölümünde nasıl yaşandığını anlatacak bir CNN’imiz yoktu. Ülkenin 1970’li yıllardan bu yana yaşadığı karanlık bir dönemi dünyaya ve kendi halkına rapor edecek yazılı medyamız da olmadı bizim.
Ama artık dünyada CNN’ler, El Cezire’ler var ve gerçeği gizlemek mümkün değil.
Filistin’de, Kürdistan’da, Suriye’de ve dünyanın sıcak bölgelerinde her ne yaşanıyorsa bu yaşananları ânında öğreniyor insanlar.
Kan ve gözyaşı üstüne siyaset ve iktidar mücadelesi yapmanın çağını kapatan bir dünya gerçeği var.
Ama medya ve geleneksel iktidar organları Türkiye’de bu gerçeğin henüz tam anlamıyla farkına varmış değiller. Eskiyi ayırıyorlar ve eskiyi arzu ediyorlar.
Faili meçhulleri, Diyarbakır’da çıkan insan iskeletleri nedeniyle yeniden konuşmaya başladık. Her şey çok korkutucu ve çok sarsıcı. O şehirde orada bir zamanlar JİTEM adıyla maruf bir işkence ve infaz merkezinin olduğunu halk biliyordu aslında. Tıpkı Diyarbakır cezaevinde 1980’den sonra olanları bildiği gibi. Ama medya tüm bu gerçekleri Diyarbakır halkından da, Türkiye’den de gizledi. BaştaHürriyet olmak üzere, gazetelerde yayımlanan röportajlarda bu cezaevi adeta beş yıldızlı bir cennet, suçlu insanların manevi ve milli huzura kavuştukları bir refah ve mutluluk mekânı olarak tanıtılıyordu. Mahkemelere morarmış yüzlerle çıkan tutukluların gördüğü işkenceyi, maskelerle veya bir örtüyle gizlemek mümkün olmadığından, “mahkemelere getirilirken yolda, ve cezaevi arabası içinde birbirlerini dövüyorlar, bu izler o izler” diye haber yapıyordu medya..
Gerçeği inkâr eden, gizleyen, görmezlikten gelen, gerçeğe vicdanını ve gözünü kapatmış yığınla haberci ve köşe yazarı vardı..
Patronları ise, o yıllarda, devletin enerji ihalelerini paylaşmak ve banka satın almakla meşguldü. Bankası olmayan medya patronunu, askerler ve devlet, bankası da olsun diye teşvik ediyordu.
Bir iç savaş yaşadığımızı gizlemenin ve zulmü görmezlikten gelmenin karşılığında, medya patronlarına bankalar ve ihaleler peşkeş çekiliyordu. Medya patronları bankaları ve ihaleleri haraç mezat kapmak için, Kürtlerle savaşı ve Kürt meselesini, dağa çıkmış birkaç teröristle mücadeleden ibaret sıradan bir asayiş meselesi olarak gösterme yarışına girmişlerdi.
Medyanın Genel Kurmay Harekât Merkezi’nden yönetildiği dönemlerdi bu dönemler.
Yeni Şafak’tan Burcu Bulut’a konuşan Dinç Bilgin –söyleşiyi okumadıysanız, okumanızı tavsiye ederim– durumu şu sözlerle anlatmış:
“Devletin gerçek sahibi askerlerdi..”
Aslına bakarsanız, bu savaşın da gerçek sahibi askerlerdi. Şimdi bu gerçeği gizlemeye ve meydana gelen insanlık suçlarını birkaç tetikçinin sırtına yüklemeye çalışıyorlar.
Yıllar geçti, ama bu inkâr ve gerçeği gizleme zihniyetinde fazla bir şey değişmedi.
Faili meçhuller, artık bir sır olmaktan çıkmış bulunuyor, bazı cinayetlerde tetiği kimin çektiği bile belli. Ortalık her biri apayrı bir trajediyi anlatan kayıp öykülerinden geçilmiyor. Binlerce insan şehir merkezlerinde kaybettirildi. Binlercesi öldürüldü. Otuz yıl önce Şili ve Arjantin ne yaşadıysa bu ülkenin yurttaşları aynı şeyleri yaşamış. Ama gerçeği bizden gizlediler, bunu başardılar.
Diyarbakır’daki vahşet tablosundan sonra, tartışıyoruz şimdi.
Çıplak mı gömüldüler, elbiseleriyle mi gömüldüler, dinî vecibelere en çok, acaba JİTEM mi yoksa İstiklal Mahkemelerinin infazcıları mı uyuyordu diye kendimiz ironik tartışmalara kaptırmışız.
Kazılar usule uygun mu yapılıyor, DNA antropologu var mı bu memlekette, varsa şimdiye kadar herhangi bir sorumluluk ve görev alarak, o ölüm çukurlarında ne gibi görevler yapmışlar, bunu bilmiyorum ben, ama kemiklerin renginden bile tarih okuyanlar ve o mezarların başında tahmin yapanlar var..
Oysa asıl tartışılması gereken bu değil..
Toplu mezarları, ve o mezarlara gömülen insanların hikâyelerini okuduktan sonra insanın kendisini yıllar sürmüş bir kâbustan uyanmış gibi hissetmemesi mümkün değildir. Edebiyatımız ve sanatımız da bu kâbus yıllarını şimdiye kadar es geçti maalesef.. Bu dönemin edebiyatı dahi yapılamadı. Has edebiyatçılar, yazarlar, Latin Amerikalı yazarlar ve edebiyatçılar kadar cesur değildi. Edebiyat uğruna iktidarla hesaplaşmayı göze alamadılar ve bu netameli tarihten uzak durmayı tercih edip, şehrin melankolisini anlatmayı tercih ettiler..
Siyaset- derin devlet ilişkilerinde ise, Susurluk Raporu’yla beraber sanki durum değişir gibi oldu. Devlet adına işlenen cinayetleri kabul ediyordu bu rapor. Ama bu vahim tablodan, devletin kontrolünden çıkan birtakım grupları sorumlu tutuyordu. Ve daha da vahimi, Susurluk Raporu, devletin bazen rutinin dışına çıkabileceğini açıkça kabul ediyordu. Şimdi de toplu mezarlardan çıkan kurbanlar için aynı şeyi söylüyorlar. “Kontrolden çıkan gruplar” diyorlar. Oysa durum tam tersi, tam da kontrol altında olan gruplar işledi bu cinayetleri.
Şimdi Mezopotamya’nın bereketli toprakları kazılıyor ve daha yeni yeni bir iç savaştan geçtiğimiz ortaya çıkıyor.
Medyada nihayet bu gerçeği gizleme çabasının faydasız bir çaba olduğunu anlıyor. Toprak altından çıkan kafataslarını, toplu mezar haritaları yapılabilen bir Türkiye gerçeğini gizlemek nasıl mümkün olabilir ki?
Sonra 1948’de değiliz , artık bir tek CNN değil, çok sayıda CNN var bu dünyada..
Yine de yolunda gitmeyen şeyler yok değil.
Türk medyasının geçmişle alakalı tutumu ve tecrübeleri ve “medya personeli”, bugünün gerçeğini anlamaya çok elverişli değil maalesef.
Merak duygusu hâlâ çok zayıf. Bilmek ve başkalarının bilmesini sağlamak.. Buna dair bir ufuk yok bu medyada. Bunlar emek işi, sabır işi..
Bir medya mensubu olarak, geçmiş konusunda en çok konuşan insanlardan biriyim. Konuşurken bir kamu görevi yaptığıma ve bu dönemde daha fazla konuşmam gerektiğine inanmasam, evimde oturur, her konuşmadan sonra yeni düşmanlar kazanmayı bile bile tercih etmezdim. Ama vicdanım bana konuşmamı ve yazmamı emrediyor. Epey yazdım ve epey konuştum. Bazen de öyle şeylerle karşılıyorum ki bana sorulan sorulardan, katıldığım programların tuhaf ve alakasız konseptinden, bu gayretlerin pek de işe yaramadığını görüyor ve gerçekten üzülüyorum. Perşembeye bu konuya devam edeceğim.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.10.2012
3.09.2012
1.09.2012
30.08.2012
27.08.2012
25.08.2012
23.08.2012
20.08.2012
18.08.2012
16.08.2012