Ümit KIVANÇ
Bir dilde kar yağıyor, kâr elde ediliyorsa gereksiz karışıklık çıkarmanın âlemi var mı? Yok; minarenin alemi var. Hatta arıza gibi algılanmasın diye hattâ’ya hakkı olan şapkayı tahsis etmenin ne sakıncası olabilir? Şapkaya ek bedel mi talep ediyorlar?
Milliyetçiliğin yegâne rakibinin yine milliyetçilik olduğu, iş millî hamasete geldi mi kimsenin mangalda kül bırakmadığı memleketimizde en korkunç muameleyi gören varlıkların başında dil gelir; Türkçe gelir. Zaten bilemedin iki yüz kelimeyle konuşulan, en okumuşu dahil kimsenin doğru dürüst yazamadığı bu talihsiz dil bir de bu topraklardaki her türlü belanın başlıca müsebbibi olan devletten zulüm görmüştür. Bir tür diller, hattâ kültürler bileşimi olan “Osmanlıca” tukaka edilip, Güneş-Dil teorilerinden falan geçilip “Öztürkçecilik”te karar kılındığında, bir kültürel müesseseye, giderek gelenekleşen bir yerleşik uygulamaya sahip olduk: Devletçe yetkili kılınmış bir heyet dille gönlünce oynayabildi.
Öztürkçecilerin sorumsuzluğu, düşüncesizliği, hoyratlığı, bunlara karşı güya “eskinin güzelliklerini” savunma iddiasındakilerin kofluğu, çürüklüğü, cehaleti, kısa sürede, Türkçe’yi yeryüzünün en sorunlu dillerinden biri haline getirdi. Kalabalık bir nüfusun konuştuğu, daha da kalabalığı konuşsun diye azınlıkların dilleri yasaklanarak kendisine yer açılan Türkçe, neyin nasıl yazılacağı, konuşulacağı bilinmeyen, bilinemeyen bir garip lisan haline geldi. Bir vakitler Ermeni alfabesiyle Türkçe hikâye yazılabilirken, Türkçe yazılsın diye terkip edilen alfabe, cisimleştirmesi gereken seslere yetmedi, kimi kelimeler, üzerlerine giydirilen yeni elbiselerle beraber çöpe atıldı, kalanlar derdi ifadeye yetmedi, emirden geri dönüleceğine ifadeden, derinlikten, seslerden vazgeçildi, bazı sesler duyulmaz olunca yerlerini yenilerinin alıp almayacağına bakılmadı, haliyle bu olmadı, vazgeçilen sesler inatçı zihinlerde, vefalı ruhlarda yaşamayı sürdürdüler, ortalık onlardan yoksun kaldı. Edebiyatçının neyi nasıl yazdığına değil siyasî aidiyetine, kültürel mensubiyetine bakıldı, çocuklar güzel yazılmış dilden yoksun kaldı. Yeryüzünün en benmerkezci, en milliyetçi milleti üretilebildi, ancak beraber yaşadığı azınlıkların kendi dillerini konuşmalarına tahammül edemeyen, başka dilde selamı suç sayan bu millet, dilini öğretemeyen, öğrenemeyen, düzgün kullanamayan, güzel konuşamayan, yazamayan bir topluluk oldu.
Arap harflerinden Latin harflerine geçişin onyıllar öncesinde kalmış sıkıntıları herhalde bir milletin “dahi anlamındaki de”yi neredeyse bir asırlık sürede öğrenemeyişini izah etmeye yetmez. Soru eki mi-mı’nın ayrı yazılacağını bilenlerin sayısı, tüpsüz elli metreye dalabilenlerden fazla mıdır?
Bu zorlu izahat işlemine kalkışmaya hiç niyetim yok, kimsenin de kalkışabileceğini, kalkışırsa başarılı olabileceğini sanmıyorum. Türk Millî Eğitimi adlı işkence değirmeninin bu işte sorumluluğu mutlaka var; ama bu da başlıbaşına vaziyeti açıklamaya yetmeyecektir.
Belki başka diyarlarda en köklü, en değişmez müesseselerden biri olan “imlâ kılavuzu” ile ilişkimizde sırra ulaşmaya yardımcı olacak bir anahtar gizlidir.
İmlâ kılavuzu macerası
1990’larda, İletişim Yayınları’nda çalışırken, bir imlâ kılavuzu girişimine önayak olmuştum. Yayınevinde her gün bir başka mevzuda dil-imlâ tartışması çıkıyordu. Tarih ve Toplum dergisinin kimi yazarları, Murat Belge, bu alanda söz söyleyebilecek başka pek çok insan yanıbaşımızdaydı, yine de tartışmalar bitmiyor, her zaman hepimizi tatmin edecek sonuçlara ulaşılamıyordu.
Diyeceksiniz ki: imlâ kılavuzuna baksaydınız.
Hem meselenin ağırlığını gösteren hem bu ağırlığı artıran olgu tam da buydu zaten. Sözkonusu girişime kalkışmamızın sebebi buydu. Bir gün çıktım, Bâbıâli Yokuşu’ndan Sirkeci’ye doğru yürüyüp yayınevine geri döndüm; döndüğümde elimde tam sekiz adet farklı imlâ kılavuzu vardı. Karşılaştırıyor, keşfediyor, tartışıyorduk: Birinde şapkalar yoktu, zira Türk Dil Kurumu filan zamanda bunları –herhalde irticaî faaliyetlerin odağı oldukları için- kaldırmıştı; öbüründe vardılar, zira kılavuz şapkalar kaldırılmadan basılmıştı veya çok daha yeniydi, zira şapkaların bazıları tekrar konmuş, sonra yine kaldırılmıştı veya o kılavuzu TDK’yı sevmeyen birileri hazırlamıştı, elinden gelse şapkaları fes yapacaktı, falan…
Türkiye’de dil, toplumun ortak varlığı, belki zamkı, hayatın aracı, kuşsak hava, balıksak deniz gibi bir şey değildi; herkesin üzerinde tepinebileceği, üzerine basarak, başkalarının üzerine basmak üzere yükselebileceği, herkesin her tarafından çekiştirebileceği, uzatıp kısaltabileceği, buruşturup tomar haline getirebileceği, birbirinin kafasına vurabileceği, memleketin ötekine değil de kendisine ait olduğunu ispat için ibraz ettiği, kâh bizzat manifesto yerine geçen kâh kimlik bildirimi maksadıyla başkalarının burnuna dayayabileceğiniz bir tuhaf malzemeydi.
Kitap fuarlarında iğne atılsa yere düşmüyor, yayınevleri ve bastıkları kitap sayısı hızla artıyor, yayıncılık diye özel bir uğraş, bir meslek alanı oluşuyordu. 12 Eylül öncesinden gelen köklü, ünlü, saygın yayınevlerinin yanısıra, bizimki, İletişim, Metis ve Ayrıntı Yayınları öbürlerinin arasında temayüz ediyor, öne çıkıyor, daha ufak birkaç başka yayıneviyle birlikte, ortak yönleri bulunan, benzer bir okur kitlesine hitap ediyorlardı. Bu yayınevlerini yönetenler, birbirlerini tanıyan, işbirliği yapabilecek insanlardı.
Bizimkilere dedim ki: Yeni nesil okurların en çok okuduğu kitapları sekiz-on yayınevi basıyor. Bu sekiz-on yayınevi bir imlâ kılavuzu hazırlayalım, bizim kitaplarımızda dil ve yazım ortaklığı olsun, kurumlaşsın. Bir süre sonra başka yayınevleri de buna uyacak ve mesele bütünüyle hallolmasa dahi varolan rezaletin boyutları küçülecektir.
Elbette şuna güveniyordum: Edebiyatçıların, araştırmacıların ortaklaştığı mevzuda Türk Millî Eğitimi rekabet edemezdi. Bir süre sonra her yeni edebiyatçı ve araştırmacı bizim imlâ kılavuzunu benimseyecek, anababalar onu güvenilir bulacak, çocuklar ona bakacaktı. Derdi sahiden dil olan, sahici olan kazanacak, derdi toplum mühendisliği ve disiplin olan, resmî olan kaybedecekti. Çok renkli, çok sesli, güzel olan benimsenecek, mütemadiyen emir altında oradan oraya koşturulan, tek renkli, üniformalı olan kenara itilecekti. Ve belki Refik Halid gibi yazabilen gençler yetişecekti.
Bir imlâ kılavuzuna böyle beklentiler yüklemek aşırıya kaçmak mıydı? Belki. Ama sırf sekiz değişik imlâ kılavuzunun varlığına son verme ihtimali bile uğrunda uğraşmaya değerdi.
Bir nevi “kanun benim!” hadisesi
Uzatmayacağım, bu girişim akim kaldı.
O sıralarda benim de hayatımın geri kalanında kitaplar, yazılar, epey bir metin kaleme alacağım belli olmuştu. Bir karar verdim. Bu defa kendime dedim ki: Bari benim yazdıklarımda tutarlılık olsun, kimi tercihlerim doğru olmasa bile birbirini tutsun, yeni nesiller imlâ kılavuzu olarak benim yazdıklarımı kaynak alırlarsa yollarını şaşırmasınlar, ayaklarını basacakları bir zemin olsun.
Böyle bir karar alırken, herhangi bir dil uzmanlığına dayanmıyordum. Yayınevi, yazı-çizi hayatım dolayısıyla ortalama insandan fazla bilgim vardı, ama bu alanda uzmanlık iddiasında bulunmak için fazlasıyla yetersizdi. Öğrendiğim kuralları Türkiye’de bulunmadığı için bir tanıdığa dışarıdan getirttiğim, muhakeme denen işleme tâbi tuttum, eledim, benimsedim, değiştirdim. Ayrıca elbette bunca yıl içerisinde kimi zaman karar değiştirdiğim, tutarlılığı bozduğum oldu. Hatırladığım bir örnek, “mânâ” kelimesidir. Bir ara bunu şapkasız da yazabileceğimi, “mana” desem de kastın anlaşılacağını, a’ların haliyle uzun okunacağını düşünüp şapkalardan tasarruf ettim, ama sonra yine mânâ’ya döndüm. Ancak tutarlılık kararıma çok büyük ölçüde sadık kaldım. En azından ben böyle sanıyorum. Ve umuyorum.
(Mânâ demişken, şunları araya katayım: İlk a’nın uzun fakat kalın, ikincisinin hem uzun hem ince oluşu, sırf bu kelimedeki bu incelik, zenginlik, dilcileri zevkten kendinden geçirmeli, nasıl eder de bu incelikleri ifade edecek yazım şekilleri buluruz, acaba öyle okunacak a’dan önceki harfin –burada n’nin, kağıt’ta k’nin- üzerine mi bir işaret koysak, vs. diye aylarca düşündürmeli, alfabe oluştururken bunun için günler geceler boyu kafalar patlatılmalıydı. “Anlamını anlamak” diyemeyeceğimiz, ve fakat buna ihtiyaç duyabileceğimiz, bu durumda “mânâsını anlamak” gibi bir seçeneğimizin olduğunu bilmek, dili emir-komutayla hizaya getirmeye kalkanları bu menfur teşebbüsten derhal vazgeçirmeliydi.)
Şimdi artık, yazan çizeni dahil bizim toplumumuzun dilini doğru dürüst öğrenme ve kullanma diye bir kaygısının, arzusunun ve gayretinin bulunmadığını göre göre mücadeleden yıldım, başkasının ne yaptığına takılmıyorum, fakat kendi yazdıklarımda imlâ bakımından tutarlılığı gözetmeyi sürdürüyorum.
Bu konuda daha umutlu ve gayretliyken çeşitli saldırı ve savunma silahları geliştirmiştim. Bunların başlıcasını anlatayım:
Herhangi bir kelimenin nasıl yazılacağına veya doğru kullanımına dair tartışmada fikrimi/önerimi söylüyor, benim en güvenilir kaynak olduğumu iddia ediyordum. İnsanlar haliyle şaşırıp bu yersiz ve abartılı iddianın dayanağını soruyorlardı. Ben de karşı soruyla üzerlerine gidiyordum: “Benden daha güvenilir hangi kaynak var?” diyordum. Kimse “Türk Dil Kurumu” diyemiyordu. Zaten onları beklemeden ben, “TDK mı?” diyordum. “Üç defa şunu, beş defa bunu değiştirdi, ben çok daha istikrarlıyım.”
Dil konusunda bilgisi, tecrübesi tartışılmayacak insanların dediklerine kulak verdim, Türkçe’yi güzel yazan, dili zenginliği ve çeşitliliğiyle kullanabilen yazarları esas aldım. Ve usul usul, kendime Britanya usûlü, yazılı olmayan anayasa oluşturdum.
Keyfî ama tutarlı
Dil savcı ve yargıçlarını değil edebiyatçıları kaynak kılarak yürüttüğüm anayasa çalışmasına hem aklı hem gönlü katmaya çalıştım. Gönül, aklın çizeceği sınırlar içinde ferah feza dolaşabilecekti.
Kelimeden bir harf atıldığında anlam aynı kalıyorsa o harf fuzulî demektir. Yanlış mı? Kapamak yetiyorsa neden kapatmak diyelim? Ancak eğer biri çıkıp bunlardan birini yanlış, dil dışı ilan eder, kullanımını kısıtlamaya kalkarsa ona gülüp geçebilirsiniz –ya da fena kızabilirsiniz, ben ikincisini yapıyorum-, zira iki kelimenin sesi farklı ve edebî, estetik kaygılarla israfa kaçıp kapatmak deriz, kimse de karışamaz. Ancak hangisini niye kullandığımıza dair –kendimize- açıklamamız olmalı.
İmkân-mümkün’ün kıvrımları şükür ki olanak’ın sevimsiz köşelerine kurban gitmedi. Bunun için az mücadele vermedik ama. İhtimal-muhtemel’in yuvarlak hatlarıyla oluşturdukları, kafada sorularla içinde dolaşabileceğiniz tünel de neyse yıkılmadı; ancak olası’nın bütünüyle tatsız, kokusuz olduğunu ileri sürebilir miyiz? Hayır. Kendine yer açmayı başardı. Peki olasılık’ı mâkûl ile yanyana koyabilir miyiz? “Mâkûl olasılık” demesi hem zor hem tatsız olmasa pekâlâ koyabilirdik. Mâkûl’ü ille böyle bol şapkalı mı yazmalıyız? Makule varken neden yazmayalım? O da makûle olmasın? Niye mâkul’u değil de mâkul’ü? Yoksa Türkçe “yazıldığı gibi okunan” dil değil mi? Araya “bir” koymalı mıydım, “bir dil” mi demeliydim? Demeyince eksildi mi bir şey, anlaşılmaz mı oldu dediğim? Bir dilde kar yağıyor, kâr elde ediliyorsa gereksiz karışıklık çıkarmanın âlemi var mı? Yok; minarenin alemi var. Hatta arıza gibi algılanmasın diye hattâ’ya hakkı olan şapkayı tahsis etmenin ne sakıncası olabilir? Şapkaya ek bedel mi talep ediyorlar?
Keşke hepimizin güvenini kazanacak bir imlâ kılavuzu olsaydı da kendi uyduruk kurallarımı terk edebilseydim.
Yazarlar
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları

























































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024